24 Aralık 2014 Çarşamba
Önemli olan aklanmak değil paraymış meğer.
17-25 Aralık olayının yıl dönümünde suçlananların yargılanmalarını önleyen düzenlemelerle kapatılmaya çalışır ve el konulan paraların polis tarafından konulduğu savunulmuşken şimdi paraların zanlılara iade edilmesi şaşırtıcı. Paralar, zanlılarınsa o zaman savunma için söyledikleri geçersizleşmiyor mu? Anlaşılan asıl dert aklanmak değil paralara kavuşmakmış.
17-25 Aralık olayının yıl dönümünde suçlananların yargılanmalarını önleyen düzenlemelerle kapatılmaya çalışır ve el konulan paraların polis tarafından konulduğu savunulmuşken şimdi paraların zanlılara iade edilmesi şaşırtıcı. Paralar, zanlılarınsa o zaman savunma için söyledikleri geçersizleşmiyor mu? Anlaşılan asıl dert aklanmak değil paralara kavuşmakmış.
9 Aralık 2014 Salı
ŞUURSUZLUK ZAMANI
Eğitim Şurası, çocukların başlarının
dışı gibi içini de kapatmaya yönelik önerileriyle pedagojik psikolojik ve sosyolojik
bilimler açısından nerelere sürüklendiğimizi kavratır nitelikte önerilerle sonlandı.
Okul öncesi dönemden
başlayarak çocuklara cehennem ve cennet kavramlarını değerler eğitimi diye
aşılamaya kalkan ve de zorunlu din dersi eğitimiyle ahlaklı iyi ve gelişmiş
akıllı insanlar yetiştirmeyi hedefleyen zihniyetin, eğitim alanına sunduğu
tavsiye(!) kararlar yönetime egemen paradigmayı kavratan boyutları gösterdi.
Bugünün Türkçesini daha iyi okutmak
ve öğretmek gerekirken
Osmanlıca gibi bugün yaşamda
karşılığı olmayan bir dille PİSA gibi OECD ülkeleri arasındaki yerimizi
ölçümleyen testlerde özellikle okuduğunu anlama konusunda epey gerilere düşen öğrencilerimizin
iyice gerilere düşmesi önlenemez.
Küresel iletişim çağının ortak
dili olarak evrenselleşirken farklılaşarak “GLOBALİZCE” adı verilen İngilizce öğrenimi
gerekli olurken günümüz Türkçesini düşünce üretecek biçimde kullanılmasını
sağlayan bir eğitim oluşturulması daha önem kazanmakta.
Bir dili bilmek ondan düşünce
üretmekle mümkün olur.
Düşünme yeteneği mantık ve
felsefe eğitimiyle pekiştirilir.
Batıyla kendi öz değerleri
üzerinden kaynaşmanın yolu
okumaz yazar haline gelen
gençlerin zihin dünyasını terk edilmiş bir dile zorlamaktan değil, mevcut dili
daha düzgün ve iyi kullandıracak bir
literatüre yönlendirmekten geçer.
Daha yenilerde ülkemizce imzalanmasının
24.yıl yıldönümünün kutlandığı Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesinin erken
yaşta benimsenmesi ve haklar kültürünün erken yaşta kavranmasını sağlayan İnsan
Hakları dersi ve de devamlı hak ihlali, kaza ve cinayet üreten düzenimizin ortalama
aklını eğitmede de yararlı olacak trafik dersi neden kaldırılır?
Demokrasiyi geliştirmek şöyle
dursun yok sayan ve Eğitim Şurası dense de yukarıda değinilen şuur ve aklı dışarıda
bırakan önerilerin tavsiye edilebildiği bu kalkışma, değerli Çizerlerimizden Latif Demirci’nin deyimleştirdiği gibi
ülkemizin “aklı geçmiş zaman”da yaşamaya zorlandığını göstermektedir.
Sevgi Özkan
Sosyolog
20 Kasım 2014 Perşembe
ÇOCUKLAR NEDEN HAKLI ?:
İnsan ve Çocuk Hakları, çoğunlukla söz söyleme hakkına
sahibi olmak ile söylediğinde haklı olmanın birbirine karıştırılırdığı
kavramlardır.
Hak arama kültürü dolayısıyla demokrasisi gelişmemiş
toplumlarda “haklılık” haklı olmaktan öte büyüklerin daima haklı, çocukların da
haksız olduğu yönünde şekillenmiş hiyerarşik bir algıyla kabullenilir.
Sözü kesilmeden dinlenmediği ve birey olarak doğuştan sahip
olduğu haklarının sağlanmadığı yerde genel olarak çocuğa senin hakların var
demek bu algının haklarının büyüklerce çocuğa bağışlanması biçiminde anlaşılır.
Çocukların “hakları” olması, onların her yapıp ettiğiklerinin
doğru ve haklı olduğu anlamına gelmediğinin kavranması hak arama kültürünün en
önemli noktasıdır..
O nedenle çocuk kendine hak verilirse değil zaten haklara
sahip olduğu için “BİLMESE DE HAKLI”dır.
“çocuk işte, o ne
bilecek, ne anlayacak” tarzı yaklaşımlarla
Sözleri dinlenmeden, büyüyen çocuklar, “haklarını” kavram
olarak kolay öğrenemez bilemezler.
Sözlerinin dinlenmesi ve haklı olup olmadığını kavraması ancak
kültürel davranış etkileşimiyle sağlanır.
Sözüne kulak verildiği bir çevre kültürüyle büyüyen çocuk, söz
söyleme hakkını kullandığı için söylediklerine gösterilen tepkiler üzerinden
dediklerinde haklı veya haksız olduğunu anlama fırsatını da yakalar.
Çocukların yaşama katılımında en önemli hakları, onların da
bir fikir ve söz söyleme hakkı olduğunu onlara kavratacak iletişim modellerini
yaşamasıdır.
ÖZETLE: Söz söyleme hakkı önlenmiş çocuklara senin hakların
var demenin haklarını öğrenmesi için yeterli olduğunu düşünme yanılgısı,
büyüklerin hak kavramını kendilerinin bahşettiği bir kavram olarak
algılamasıyla ilişkili olduğundan çocuklara bağışlar gibi senin hakkın var
demek o çocuğun haklarını öğrenmesi anlamına gelmemektedir.
Büyüklerin ÇOCUK KATILIMI ile ÇOCUK KULLANIMI arasındaki kıl
payı farkı anlamamaları da, çocuk haklarını savunma adına büyüklerce yapılan pek
çok hatalı tutumdan kaynaklanır.
Kendi hatalarını düzeltmeden çocuğunun hatalarını eğitmeye
kalkarak “Be demesene Be” kültürünün yapı taşlarını örenler, aslında hak arama
kültürünün kendi rol modellikleriyle oluşacağının ayrımına da varamayanlardır.
Sözlerinin dinlenmediğini söyleyen ebeveynler çocuklarının
sözlerini dinlemesini beklemek hakkına sahip değillerdir. Hak arama kültürünü çocuğa
kazandırmak sadece sen haklısın demekle değil, haklarını algılatacak davranış modelleriyle
oluşuturulur.
Sevgi Özkan
21 Ekim 2014 Salı
Kimin “Makul”ü?
Görüş ayrılığı diye yaşanan pek çok konuda sorun,
kavramların farklı kavranmasından doğuyor.
Kavramların farklı eğilim ve niyetleri kapamak için kendi kavramından uzaklaşması da ayrı bir sorun.
Özellikle örtülü savunucuların kendi mantığını doğru diye dayatması ise kavramları kavranamaz hale getiriyor.
Özellikle yasalarda kullanılan kavramların taşıdığı belirsizlik, adalet ve hukuk dışı işleyişlere yol açması yönünden son derece
sakıncalı.
Son günlerin güvenlikçi yasal düzenlemelerinde kullanılan “makul”
kelimesinin akla yatkınlıktan bile öteye sezgiye yatkın olarak anlamlandırılması
konuya iyi bir örnek..
Bir durumun gerçekliği açısından akla yatkın olmanın bile yanıltıcı olabileceğini gösteren ve
genellikle Aristo mantığı diye nitelendirilen
mantıksal yakıştırmalarda “makul şüpheli” nitelendirmesinin suçlanmak için yeterli bir ölçüt
gibi sunulması çok sakıncalı.
Kavramlar, kişinin bilgi, mantık ve düşüncesi kadar doğru
kavranacağından “makul şüpheli” değerlendirilmesinde takdir konusunun daha
baştan yanlış ve haksız uygulamalara yol açacağı belli.
Düzmece suçlarla somut delillerin bile yanıltıcı olabileceği
daha yakın zamanda toplum olarak yaşanan pek çok olayda görülmüşken polise, suçlu
olduğuna inandığını bu nedenle hürriyetinden alıkoyma yetkisinin verilmesi de
büyük hatalara ve polis gücüne dayalı baskı düzenine yol açacağı tartışılmaz.
Bu durumu mantık oyunlarıyla çarpıtıp isabetli gibi görmek
ve göstermek bireysel ve kurumsal sorumluluk açısından ağır bir toplumsal suç
sayılması gerekmez mi?
Sevgi Özkan
26 Eylül 2014 Cuma
ÇOCUĞUN BAŞININ DİN ADINA KAPATTIRILMASINA YOL AÇAN DÜZENLEMELER, ÇOCUĞA BİREYSEL TERCİH ÖZGÜRLÜĞÜ SAĞLAR MI?.
Devletimizin 1990 yılında imzalayarak uymayı vaadedtiği Çocuk Hakları
Sözleşmesi’nin 14- maddesi
“Her çocuğun, kendi
düşüncesini geliştirme ve istediği dini seçme hakkı vardır.
Bu konularda
çocukları büyüten yetişkinlerin de onlara yol gösterme hakkı ve sorumluluğu
vardır.” diyor.
Burada "istediği dini seçme hakkı" kilit kelime.
0-18 yaş arasında bütün insanlar çocuktur gerçeği
doğrultusunda çocuğun din’i algılaması çocuğun gelişimsel ve toplumsal evrelerine bağlı farklı
aşamalardan geçer. 9 Yaşında bir çocuk için böyle bir tercihi yapacak bilinçte olmadığı saptanmış bir gerçektir.
O nedenle bu konuda çocuğu büyüten yetişkinlerin onlara yol
göstermesi hakkı ve sorumluluğunun nasıl algılandığı iyice önem
kazanmaktadır. Çünkü burada büyüklerin mi, çocuğun mu dini tercihinin söz konusu olduğunu tamamen birbirine karıştıran bir yetişkin anlayışı egemen olmaktadır.
Dolayısıyla büyüklerin mensup olduğu din ve dinleri bilgi ve kültürel etkileşim doğrultusunda çocuğa öğretmesi ile şunu
seçeceksin, onun kurallarına uyacaksın zorlaması arasındaki farkın bilincinde olması önemli bir ayrımdır..Bu nedenle çocukların seçimi denen şey genellikle büyüklerin çocuk hakları bilinci ve özgürlük
hakkı algısına bağlı olarak şekillenir. Bu da gerçek anlamda çocukta "hak hukuk özgürlüğü"kavramını önleyici bir sonuç doğurmaktadır.
Çocuğa inanç için yol göstericilik adına objektif bilgilendirme ve doğal kültürel etkileşimden öte baskıcı yönlendirmeler yapılıyorsa, onun çocuk ve insan olarak özgürlük hakkı sağlanıyor değil, tam tersine ihlal ve istismar ediliyor demektir..
Çocuğun haklarının yaşama geçirilmesinde en önemli sorumluluk
da, devletin bu konuda yaptığı yönlendirmelere aittir.
Eğer devlet din adına belli bir din ve mezhebin kültürünü
zorunlu din dersi olarak algılatır ve de İmam yetiştirme amacıyla kurulan din
kültürü ağırlıklı İmam Hatip Okullarını zorunlu seçenek haline getirirse, imza
attığı Çocuk Hakları Sözleşmesini ihlal ve istismar etmiş olmaz mı?
Bu uygulamayı politik çıkar adına kendi lehine kullanmak ise sorumluluktan
öte suçluluk durumudur.
Pek çok yaz-boz ve gelişimsel yönden yanlış uygulamayla
çocuğun eğitim hakkı fazlasıyla ihlal edilirken dokuz yaşından başlayarak kız
çocuğa "başını örtme hakkı" (!) sağlamayı bireysel tercih gibi sunulması, en hafifinden
kara mizah denilecek ama çok ağır bir sorumsuzluk ve hak ihlali örneğidir.
Sevgi Özkan (Sosyolog)
23 Eylül 2014 Salı
HİÇBİR EBEVEYNİN DİN ADINA ÇOCUĞUN BAŞINI ÖRTME ve ÖRTTÜRME HAKKI OLAMAZ.
Burada birbirine karıştırılan nokta bir dini öğretme hakkının o dine zorla inandırma hakkı olmadığı.
Çocuklara din olgusunun öğretilmesi demek, henüz soyut ve somut algılama aşamalarını tamamlamadan o dini kabule zorlayıcı tutumlar olmadığının iyi kavranmadığı anlamına gelir.
Her çocuk kaçınılmaz olarak içine doğduğu aile ve toplum kültürünün alanında büyür. Anne baba, kendi inancı doğrultusunda benimsediği dini, çocuğa ayrıca zorlama yaptırımlarla kabul ettirme hakkına sahip değildir. Tıpkı kendi fikirlerini ve türlü bağımlılık tutumları konusunda zorlama hakkına sahip olmaması gibi.
Çocuk hakları açısından yanlış olan zaten içine doğduğu çevrenin doğal etkileşimi değil bu etkileşimin çocuğun inanma özgürlüğünü yok sayacak yaptırımlarla anne baba tarafından kabule zorlanmasıdır.
Bu nokta çocuğun birey olarak doğuştan sahip olduğu haklarının büyüklerce ihlali anlamına geliyor.
Baş örtme konusunu aynı dine mensup olanlarca bile farklı yorumlayan birey ve toplumların varlığı, inancın bireysel bir seçme özgürlüğü olduğunun kabul edilmesi gerçeğinin tartışılmazlığını ortaya koyuyor.
Yetişkinlerin birbirine inanç farklılıkları açısından baskı yapmasına yol açan tek doğru benim inandığım biçimdir yanılgısının da insan hakları ihlali olması gibi bu konuda henüz anlamadığı bir dönemde çocuğa dini aidiyet yaptırımları yüklenmesi hatalı bir davranıştır.
Bu konuda bireysel özgürlüğü temel alan Laik sistemlerin doğru değerlendirilmemesi ve de herkesin birbirinin inancına karışma hakkını özgürlük sanması da çocukluktan başlayan bireysel inanma hakkının dikkate alınmamasının sonucudur.
Sevgi Özkan
(Sosyolog)
21 Eylül 2014 Pazar
Puzzle Tamamlanmadan Görülenler(!)
Çeşitli bilgilerin bir araya
gelmesiyle oluşan görüntüler, tamamlanmasa da bütünün gerçeğini işaretliyor.
Amerikan Dışişleri Bakanının
IŞID’a karşı ortak girişimde “Türkiye’nin ne yapacağına karar vermesi gerekiyor”
sözünün ardından IŞİD’in elindeki rehineleri bırakmasıyla, Türkiye’nin resti
gördüğünü düşündürmesi mümkün.
Bakanın İŞID’e petrol
satılmasında açıkça Türkiye’nin katkısı olduğu nu söylemesinin, bu işin
sonuçlanması için gereken baskıyı oluşturduğunu düşünmek de yanlış değil.
Amerika’dan yazılı basın veya
demeçlerle gelen bilgiler, işin bir ucunda yer alan Türkiye ve İŞID’ın, aslında
bu konuda gerçekleştirilecek uluslararası toplantıdan önce rehine krizini böyle
sonlandırmaya mecbur kaldıklarını düşündürtüyor.
Zaten mazeret olarak
kullanılan gerekçenin ortadan kaldırılması yönündeki baskının, krizin içinde
yer alan tarafların olayı kendi alacaklarını aldılar izlenimini verecek biçimde
sonlandırdıklarını düşündürüyor.
Gizlilikle sürdürülen
görüşmelerin detayları kamuoyunca öğrenilmese de sonlandırılma biçimi bazı
noktaları açıklıyor. Sonunda ortak anlaşma ve hesaplarla ne kazandıkları belli
olmasa da aynı tarafta yalnız kalanların, durumu birbirlerine gol atmış gibi sonlandırmasını
bile kazanç saydıklarını gösteriyor.
Günümüzün iletişim gerçeği, uluslararası
ilişkilerin her oradan buradan ortaya dökülen bilgi parçalarıyla, içeriye ve
dışarıya başarı gibi sunulan politikaların aslında ihanetin belgeleri olarak okunduğu
da ayrı bir gerçek.
Özetle, devamlı tekrarlanan davranış
biçimlerinin birikmiş görüntüleri, yap boz parçaları gibi eklemlendikçe, detaylar
tamamlanmadan da bütün görülebiliyor.
Gerçekler karşısında
çuvallamamak isteyenlerin, tüm politik ataklarında göstermek istediklerinden
çok neyin görüldüğünü hesaba katmaları gerekiyor.
Sevgi Özkan
11 Eylül 2014 Perşembe
YÖNETİMLERİN FELAKET ÖNLEME SORUMLULUĞU
“Baskın basanındır” ifadesi günümüz
Türkiye’sinde artık iyice görüldüğü gibi “Basın da, basanındır.”olmaya başladı.
Zaten gazete okumaya meraklı olmayan bir toplumda artık basılı gazete okumanın da revaçta
olmamasının ve de ortak aklın şekillenmesini sağlayan ana akım medyaya yapılan baskınların eklenmesi, okurun güven ve gerçeği öğrenme
hakkının zedelenmesine yol açıyor.
Uzun yıllardır yönetiminden
sorumlu oldukları ülkeyi çoğunlukla yurt dışı gezilerle sürdürürken olan
bitenin gerçeğini de, uzaktan ve kendine aktarılan yorumlar üzerinden
değerlendirme yanlışı pek çok alanda onulmaz yaralar açıyor.
Görev bölümü kavramının “taşeronluk” olarak gerçekleştiği bir düzende, yönetimin selameti için gereken vicdani ve hukuki sorumluluğun da, amiyane bir ifade ile “İt, ite, it de kuyruğuna” işleyişiyle gerçekleştiği böyle bir tabirin varlığından anlaşıldığı gibi yerleşik bir davranış olarak kendini sürdürüyor.
Görev bölümü kavramının “taşeronluk” olarak gerçekleştiği bir düzende, yönetimin selameti için gereken vicdani ve hukuki sorumluluğun da, amiyane bir ifade ile “İt, ite, it de kuyruğuna” işleyişiyle gerçekleştiği böyle bir tabirin varlığından anlaşıldığı gibi yerleşik bir davranış olarak kendini sürdürüyor.
Aslında tek elden komutlarla sorumsuzluğun yükünün ve vebalinin paylaşımını sağlayan bu ortam, ortak vebal
ve cezayı de baştan paylaştırarak sorumluluğun vicdani ağırlığını hafifletiyor. Görevin ifasında payı olan herkesin kendisini masum görmesine de zemin hazırlıyor.
Her alanda oluşan birikimlerle dayanılamaz bir yılgınlığa dönüşen bu durumun, özellikle belli bir toplum kesiminin kendi karşılığını ve benzerini toplumda bulamayarak çareyi sanal iletişim alanında aramasına yol açıyor. Son olarak da bireysel özgürlüğü yok etme
girişiminin, üstü kapalı olarak devreye sokulan “torba” yasalarla gerçekleşeceğinin görülmesi yılgınlığı arttırıyor.
Kainatta fazla kurcalanan ve zorlanan
enerjilerin önlenemez biçimde patlayacağına dikkat çeken dahi fizikçi S. Hawkings’in
dünyanın var oluşu araştırmalarında aranan temel parçacık deneylerinde fazla
ileri gidilmesine karşı uyarı yapması haberi çok düşündürücü. Zira değerli bilim adamının son kitabında “aman ha, enerjinin
önlenemez bir dinamizasyonla dünyanın yok olmasını yaratacak bir sonuç oluşabilir” demesi pek çok yönden boşuna değil.
Baskılanan birikmiş toplumsal enerjilerin de bazen beklenmedik noktalarda patlayabileceği, geriye de, ne yöneten ne de yönetilenin kalacağı bir felakete dönüşebilmesi mümkün. Bu nedenle acilen dikkate alınması gereken bir SORUMLULUK yönetimi gerekiyor. Aman ha (!)
Baskılanan birikmiş toplumsal enerjilerin de bazen beklenmedik noktalarda patlayabileceği, geriye de, ne yöneten ne de yönetilenin kalacağı bir felakete dönüşebilmesi mümkün. Bu nedenle acilen dikkate alınması gereken bir SORUMLULUK yönetimi gerekiyor. Aman ha (!)
Sevgi Özkan
7 Eylül 2014 Pazar
Küresel Etkileşimin İşlevi.
Ülkemizde Brezilya dizileri ilk yayınlandığında arkası yarın programlarının sürükleyicisi olarak çok rağbet görmüştü.
Farklı ve uzak toplumlarda ortalama aklın kıskaca aldığı aile içi olay örgüleri ve yaşam kültüründe önemli etkileşimler yaratarak özellikle kadınlarda empati ve vizyon geliştirici bir işlevi olmuştu.
Bilgisayar ve internetin toplumsal yaşama girmesiyle her şey her yerden görülebilir hale gelince bu alan, yerli dizi piyasalarının da dış pazarlara açılmasına neden oldu.
Son yıllarda özellikle Müslüman ülkelerde izlenme rekorları kıran dizilerimizin artık okyanus ötesi güney Amerika ülkelerinden Şili'de 'Bin bir Gece' dizisinin günlük sohbetlere girecek bir izlenme rekoruna ulaşması, bu etkileşimlerin nasıl ortak duyarlılık ve değerlere dayalı bir dünya oluşturmaya başladığını gösteriyor.
Sosyal Antropolojide kültürel sızma olgusunun yeni biçimlerini bu etkileşimler üzerinden değerlendirmek gerekiyor.
Olumlu, olumsuz yanlarıyla küreselleşme ve dijital çağ, IŞİD gibi küresel teröre karşı ortak "insanlık" idealinde birleşme gerekliliği kadar "küresel demokrasi" ye de ne kadar ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor.
Dünya ve insan gerçeğini bu kadar deşifre olmadığı, sığlık ve gelişme potansiyelinin hiç bu kadar bir arada algılanmadığı günümüzde her gün biraz daha akıllı makinelere esir düşen insanın, koruması gereken en önemli şey, "İnsanlık" idealizmine dayalı ortak bir dünya kültürü yaratmak olacak.
Sevgi Özkan
Ülkemizde Brezilya dizileri ilk yayınlandığında arkası yarın programlarının sürükleyicisi olarak çok rağbet görmüştü.
Farklı ve uzak toplumlarda ortalama aklın kıskaca aldığı aile içi olay örgüleri ve yaşam kültüründe önemli etkileşimler yaratarak özellikle kadınlarda empati ve vizyon geliştirici bir işlevi olmuştu.
Bilgisayar ve internetin toplumsal yaşama girmesiyle her şey her yerden görülebilir hale gelince bu alan, yerli dizi piyasalarının da dış pazarlara açılmasına neden oldu.
Son yıllarda özellikle Müslüman ülkelerde izlenme rekorları kıran dizilerimizin artık okyanus ötesi güney Amerika ülkelerinden Şili'de 'Bin bir Gece' dizisinin günlük sohbetlere girecek bir izlenme rekoruna ulaşması, bu etkileşimlerin nasıl ortak duyarlılık ve değerlere dayalı bir dünya oluşturmaya başladığını gösteriyor.
Sosyal Antropolojide kültürel sızma olgusunun yeni biçimlerini bu etkileşimler üzerinden değerlendirmek gerekiyor.
Olumlu, olumsuz yanlarıyla küreselleşme ve dijital çağ, IŞİD gibi küresel teröre karşı ortak "insanlık" idealinde birleşme gerekliliği kadar "küresel demokrasi" ye de ne kadar ihtiyaç duyulduğunu gösteriyor.
Dünya ve insan gerçeğini bu kadar deşifre olmadığı, sığlık ve gelişme potansiyelinin hiç bu kadar bir arada algılanmadığı günümüzde her gün biraz daha akıllı makinelere esir düşen insanın, koruması gereken en önemli şey, "İnsanlık" idealizmine dayalı ortak bir dünya kültürü yaratmak olacak.
Sevgi Özkan
3 Eylül 2014 Çarşamba
TOPLUMUN ORTALAMA AKLI, KAZA(!) ÜRETİYOR,
“Merak etme”, “Bir şey olmaz”
ve “Allah korusun” türü teminat ve temennilerin
insanların bilgiye dayalı düşünme , dikkat ve sorumluluk gücünün yerini aldığı
bir toplumda akla gelmeyen olaylara kurban gitmenin kader gibi algılanması da normal
sayılıyor.
İnsana akıl ve sorumluluk yüklendiği
inancına rağmen yaygın bilgisizlik ve sorumsuzluktan doğan bu tablo, her alanda
karşımıza çıkmakta.
Radikal gazetesi, son iki üç
yılda yaşanan ve kaza kategorisinde kader olarak yorumlanan faciaların en
inanılmaz 19 tanesini hatırlatan bir liste yayınlamış. Buradaki örnekler, bizlere
evhamlı, depresif ve aşırı kuşkucu olmaktan çok, her alanda dikkat ve bilginin daha
çok devreye girmesini düşündürtmeli.
Yaygın bilgi eksikliği ve sorumsuzluklar
zinciriyle oluşan bu olayların yaşandığı bir toplumda bireyin kendi dışında bir
sorumsuz sorumlu arama alışkanlığı mazeret kültürüne dönüşerek vicdanen herkesin
aklanmasına yol açıyor. Bu nedenle her “kendi”nin çeşitli zaman ve yerlerde
sorumsuzluk ortamına yaptığı katkının dürüst bir analizi sorumlu yurttaş
kültürünü geliştirmede önem kazanıyor.
Kurallara uymama içgüdüsüyle hata
yapmayı marifet sayan kafaların oluşturduğu ortalama toplum aklı, sonuçta her
yeri potansiyel bir facia zeminine dönüştürüyor.
Özellikle trafikte çoğunlukla
kurallara uyulmamasının bireysel beceri sayıldığı bir düzende hak hukuk
kültürüne dayalı demokrasi de o kadar var olabiliyor.
Hiçbir olay tek başına kaza
veya kader değil, toplumların ortalama aklının gelişmişliğinin göstergesi olunca
bilgi, insana saygı ve toplumsal yaşamın kurallarına uymayı dert edinmek
gerekiyor.
Bireysel sorumluluk, “kimse
kurala uymuyorsa ben de uymam” zihniyetini kırmakla başlıyor.
Rol modeli etkili örnekler
olarak başta devleti idare edenlerin yasalar kadar kendileriyle uğraşması
gerçekleşmeden, “doğru” davranışların kötülerden daha etkili olacağı bir topluma
dönüşmek mümkün değil. Böyle bir toplumda da kimsenin maddi manevi güvenliği
söz konusu olamaz.
Sevgi Özkan
30 Ağustos 2014 Cumartesi
Küfür Atmak daha kibarmış meğer(!)
İktidarın yaşamlarını
doğrudan etkileyen olumsuz pek çok uygulama ve sonuçlarından endişe duymayanlar
muhalefete gönüllü danışmanlık yapıp akıl öğretmeyi vatan görevi sanıyorlar.
İktidara akıl vermeye çekinenler, muhalefete akıl vermeyi çok seviyorlar. Gerçekleri
anlamak için onlara önerdiklerini uygulattırmak etkili olur da, olan partiye olur.
Bunca engelleme ve baskı yüzünden
ne yapıp edildiğini bilmeden "muhalefete ne yapıyor?" diye muhalefet edenlerin, bu önerilerine uyulsaydı, ortada eleştirilecek bir muhalefet bile kalmazdı.
Tüzük atılmasını sorun edenlerin, neden tüzük atıldığını sorun etmeyenlerin üstünde
durmayı önemsemek yanlısı olsalardı o tüzük atılmazdı. Elden verilseydi akılda
kalmazdı. Ve "bu işler olurken muhalefet neredeydi, sesini bile çıkarmadı" koroları zeytinyağ
gibi gerçek doğrunun üstüne çıkarılırdı.
Her ağzını açışta sağa sola ağır
ve hakaretimsi laf atılmasını başarılı iktidar politikası sayanların, atılan kitapçığı küfür saymaları
ülkede ki değer ve fikir erozyonunu gösteriyor. Özetlersek, itiraz eden tarafa başka davranış şıkkı
bırakmayan bu davranışa şık olmamış demek de şık olmuyor maalesef.
26 Ağustos 2014 Salı
“Öldürme”nin sorun çözücü
olarak ALGILANMA tehlikesi.
Olan bitenlerin haberleştirilirken bilgilendirme ve
özendirmeye dayalı yanı, reklamsal nitelikte paradoksal bir
durumu yansıtıyor.
“Reklamın iyisi kötüsü olmaz”
deyişiyle dikkatlere sunulan olgu veya ürünün olumlanması, haber kategorisinde dikkat
alanına ardı ardına kaydedilen cinayet, intahar, bağımlılık mağduriyeti
haberleri için de geçerlidir. Uzak durulması gereken kötü örneklerin teşvik
edici olabilmesi gerçeği, duyuruluşundan başlayarak pek çok noktada özel bir
dikkat sergilenmesini gerektiriyor. Çünkü zaten, haber olmasını sağlayan olaylardaki
artış, bir süre sonra etkilenenlerin kaçınılmaz tercihlerine dönüşen
belirleyiciye dönüyor.
Son yıllarda ardı ardına işlenen
kadın cinayetlerindeki artışın en önemli yanı, “öldürme” eyleminin aynı sorunları yaşayanlarca sorun gördüğünü çözme yolu gibi algılanıyor. Bu algılanma biçimi son günlerde ölümcül etkili ve kolay elde
edilen zehirli bir maddenin artan kullanımı da önemli bir sosyal sorun olarak duyurulurken
kendi kendini reklam ederek cazibe alanı yaratma paradoksunun açmazını yansıtıyor
Bireysel seçimden ziyade sürü
etkileşimiyle çok küçük yaşları etkisine alan bu davranış, tekrarlandıkça kendi
kendini reklam eden bir geleneğe dönerek, söndürülmek istenirken alevlendirilen bir yangına dönüşüyor.
Sorunun duyurulması ile
çözümü arasındaki yol, oluşumunu açıklayıcı ve önleyici çarelerin öne
çıkarılması sağlanmayan ve de lanetlendikçe cazipleşip benimsenen bir tehlikeye dönüşüyor gibi.
Sevgi Özkan
17 Ağustos 2014 Pazar
Betonu delen çiçeklerin gücü!
Geçen yıl kaldığımız tatil
yerinde beni en şaşırtan oturmak için tahtalarla kaplanmış beton zeminden biten
minik çiçekler oldu.
Oturmalık düzeneğin beton
çatlağından minik otlar ve mavi kırmızı minik çiçeklerin fışkırması, baskının yarattığı
kendini var etme gücünün göstergesi gibiydi.
Toplumsal yaşamda baskılanan
ortak yaşam ruhu da her şeye rağmen bir şekilde oradan buradan baş gösteren
örneklerle yaşama geçiyor ve giderek baskıyı kıran dirence dönüşüyor. İnsanlara
var oluş biçimlerini yok edici düzenlemeler, zorladığı sınırların aşılmasına
yol açan bir güce dönüşerek daha gür
olarak yeşeriyor.
Düzenin birey hakkını korumak
adına geliştirilen düzenleme kurallarına uymakla onların varlıklarını yadsıyan
baskılara uymak çok farklı sonuçlar doğuran farklı direnişlerdir.
Bunların karıştırılması kargaşaya
yol açıyor. Toplumda bir arada yaşamayı kolaylaştırıcı başta trafik kuralları
gibi uymayı gerektiren alanlarda gösterilen meydan okumanın yersizliği ve düzenlemenin
anlamını algılamak için kuralla keyfiliğin arasındaki önemli farkın ayrımına
varmak gerek.
Bir toplumun demokrasi
karnesini en iyi gösteren önemli alan trafik demek yanlış değildir. Demokrasi
olmayan ülkelerde trafik kaosu ile Demokrasinin yaşatıldığı ülkelerdeki trafik
kaosu arasındaki fark çok önemlidir.
Trafik kurallarına uymayanlar, genellikle yaşamın hiçbir alanında özgürce var olmayı önemsemiyor olanlardır. Bu
nedenle
Demokrasinin yerleşmesi,
çoğunluğun kurallara uyma gerekliliği ile kendi keyfinin paşası olma ayrımını
idrak etmiş olmalarıyla yakından ilgili. Yine insanların var oluş biçimlerini
baskıyla yok etmenin marifet sayılması ardından bireylerin istediği gibi
düşünememe ve konuşamama durumunu da haklı gören bir anlayışı egemenleştireceğinden demokrasi olarak
adlandırılamaz.
Yine baskıcı iktidarların medyada yönetimin baskılanmasıyla zaptı
rapt altına alınacağını sanmasıyla, serbest fikir beyanlarının önlenmesi o ülkede demokrasi olmadığının en önemli göstergesidir.
Kimin ne düşüneceğine, ne
yapacağına karışan baskıcı düzenler, o kadar tedbir ve güce karşı sonunda hiç tahmin etmedikleri bir beton
çatlağından fırlayan minicik çiçeklerle yıkılır gider. Baskıcılar bunu geç
anlar ve de çoğu bedelini yaşamıyla ödemek zorunda kaldığı için iş işten geçmiş olur.
Sevgi Özkan
11 Ağustos 2014 Pazartesi
Çarpık Demokrasi Algısı
Bu kadar kural dışı girişim, ben yaptım oldu davranışlarıyla sürdürülenler ortadayken, seçim sonuçlarının yüzde biri açılmadan yapılan seçim analizlerine şaşırmamak mümkün değil.
Bu verilerden sonucu bile beklemeden istediği sonucu çıkarmakta mahir olan zihinsel performans bolluğu, ortalama aklımızın en önemli niteliği.
Dereyi görmeden paça sıvama deyişi neden çıkmış acaba. Zira dereyi görmeden paça sıvama o kadar yaygın olunca, aslında dereye de gerek kalmıyor zaten.
Herkes kendi suçlusunu buldu infaz etti bile. Zaten olmayan dereler çoktan geçip gidildi.
Sanki kesin sonuçlara gerek kalmamış gibi davrananlar, çoktan yeni sorunlar yaratıp yeni suçluları işaret etmeye başladılar.
Yaratılan çarpık değerlendirmeler, doğru olmayan şeyleri doğru gibi kabul ettirmekle kalmayıp gerçeklerden kopuk bir ahlak ve erdem algısını da egemen hale getiriyor.
Bu kadar kural dışı ve baskıcı davranışlarla rakiplerine haksızlık edilmesi gizlenmeyen bir seçimde uluslararası gözlemcilerin hak ihlali oluyor değerlendirmeleri de, çoğu zaman olduğu gibi pek kale alınmıyor veya ne karışıyorlar tavrıyla karşılanıyor.
Daha sonuç tam alınmadan zafer ilan edip başarılar tebrik edilirken neyin kutlandığı önemsiz hale gelmişti. Kusursuz cinayet işleyenin başarısının tebrik edilmesi gibi bunca yanlışa rağmen kazanılanı eşsiz başarı sanma aymazlığı, üzerinde durulması gereken bir konu.
Gerçekle alakası olmayan çıkarsamalar, başarı kavramını da ne yaparsan yap sonuca varırsan başarıdır anlayışına çevirince iş kutlamaya kalıyor.
Yapılan pek çok antidemokratik sayılan kural ihlalleriyle kazanılan yarışın sonucunda kazananın kutlanması demokratik bulunması işin en dayanılmaz yanı. Mevcut anayasanın Cumhurbaşkanı seçilenin partisiyle ilişkisini hemen kesmesi gerekir hükmünün yok sayılması ve şu anda cumhurbaşkanı seçildi diye tebrik edilen bir parti başkanı ve başbakanla yürütülen yönetime hala demokrasi denmesi de hiç yadırganmıyor gibi.
Eski partili Cumhurbaşkanı da partisine döneceğini söyleyince yeni kapışmalar başladı bile. Hakim olan Demokrasi anlayışının seviyesini ve çelişkisini iyice gözler önüne seren bu anlayış, kusursuz demokrasi cinayetlerini başarı olarak tebrik etmek de demokratlık oluyor.
Sevgi Özkan
Bu kadar kural dışı girişim, ben yaptım oldu davranışlarıyla sürdürülenler ortadayken, seçim sonuçlarının yüzde biri açılmadan yapılan seçim analizlerine şaşırmamak mümkün değil.
Bu verilerden sonucu bile beklemeden istediği sonucu çıkarmakta mahir olan zihinsel performans bolluğu, ortalama aklımızın en önemli niteliği.
Dereyi görmeden paça sıvama deyişi neden çıkmış acaba. Zira dereyi görmeden paça sıvama o kadar yaygın olunca, aslında dereye de gerek kalmıyor zaten.
Herkes kendi suçlusunu buldu infaz etti bile. Zaten olmayan dereler çoktan geçip gidildi.
Sanki kesin sonuçlara gerek kalmamış gibi davrananlar, çoktan yeni sorunlar yaratıp yeni suçluları işaret etmeye başladılar.
Yaratılan çarpık değerlendirmeler, doğru olmayan şeyleri doğru gibi kabul ettirmekle kalmayıp gerçeklerden kopuk bir ahlak ve erdem algısını da egemen hale getiriyor.
Bu kadar kural dışı ve baskıcı davranışlarla rakiplerine haksızlık edilmesi gizlenmeyen bir seçimde uluslararası gözlemcilerin hak ihlali oluyor değerlendirmeleri de, çoğu zaman olduğu gibi pek kale alınmıyor veya ne karışıyorlar tavrıyla karşılanıyor.
Daha sonuç tam alınmadan zafer ilan edip başarılar tebrik edilirken neyin kutlandığı önemsiz hale gelmişti. Kusursuz cinayet işleyenin başarısının tebrik edilmesi gibi bunca yanlışa rağmen kazanılanı eşsiz başarı sanma aymazlığı, üzerinde durulması gereken bir konu.
Gerçekle alakası olmayan çıkarsamalar, başarı kavramını da ne yaparsan yap sonuca varırsan başarıdır anlayışına çevirince iş kutlamaya kalıyor.
Yapılan pek çok antidemokratik sayılan kural ihlalleriyle kazanılan yarışın sonucunda kazananın kutlanması demokratik bulunması işin en dayanılmaz yanı. Mevcut anayasanın Cumhurbaşkanı seçilenin partisiyle ilişkisini hemen kesmesi gerekir hükmünün yok sayılması ve şu anda cumhurbaşkanı seçildi diye tebrik edilen bir parti başkanı ve başbakanla yürütülen yönetime hala demokrasi denmesi de hiç yadırganmıyor gibi.
Eski partili Cumhurbaşkanı da partisine döneceğini söyleyince yeni kapışmalar başladı bile. Hakim olan Demokrasi anlayışının seviyesini ve çelişkisini iyice gözler önüne seren bu anlayış, kusursuz demokrasi cinayetlerini başarı olarak tebrik etmek de demokratlık oluyor.
Sevgi Özkan
6 Ağustos 2014 Çarşamba
Ses Alerjisi(!)
Güneşe, denize, kokulara,
besinlere karşı özel hassasiyeti olan alerjen bünyelerin son hassasiyeti ses
alerjisi.
İstem dışı olarak her yerden her
an duymak zorunda kalınan o bağırtılı hitabın yarattığı bir yeni alerji tipi günden
güne yaygınlaşıyor
Hedeflenen değişse de hep
aynı ton ve yaklaşımla günün her saati, her yerden kulakları alarma geçiren bu
sese muhatap kalmamanın şimdilik en etkili çaresi zaping. Böyle olunca kumanda
aleti de alerjenlerin en etkili ilacı ve gereksinimine dönüşüyor.
Sonu baştan belli ifadelerin,
artık şaşırtmayan bir devamlılıkla var edilmesinin, yeni bir şey duymayacaklarını
bilseler de kulaklardaki geri tepici etkisi, kolay geçmiyor.
Hedef öznesi değişse de, lanetlenme biçimi hiç değişmeyen bu sürekli
yayına devamlı maruz kalma zorunluluğu, insan vücudunda sıkıntı hissi ve mide
bulantısı tepkimeleriyle bir alerjiye dönüşüyor. Ne mutlu ki henüz bu alerjiden
zaping veya kulak tıkamakla uzaklaşmak mümkün olabiliyor. Herkese geçmiş olsun.Sevgi Özkan
Devlet Terbiyesi.
Zira bir yerde olan bitenin ne
anlama geldiği işin içine bir aktarıcı yani çevirmen girince gerçek varlığından
epey farklılaşarak dışlaşıyor.
Özellikle devletler arası görüşmelerde
söylenenlerin karşı tarafa çevirisi simultane çevirmenin bilgi, tecrübe ve
basiretiyle yumuşatılabilirse de esas sorun, karşıdan gelecek ağır eleştirilerin
bu tarafa çevrilmesiyle oluşabilir.
Çevirmenlerin uluslararası ilişki
aktarımlarında ifadelerin gerçeğine sadık kalmak zorunluluğu olsa da, gerçek
sorumluluk sahibi çevirmenlerin ayrıca ülkelerin selametini kollayacak bir
bilinçle davranmaları önemlidir.
Kızdığına protokol ve
diplomasi sınırlarını kollamayan ifadeler kullanmakta sakınca görmeyen
politikacının karşıdan gelen ağır ifadelere kontrol dışı cevaplar vermesinin sürpriz
olmayacağı belliyse, yeminli çevirmenin ülke ve kendi selametini düşünerek söyleneni
anında usturuplu ifadelere dönüştürmesi başlı başına onur madalyası
gerektirecek bir başarıdır.
Devlet adamlarının ülkeyi
temsil görevi, her istediğini ağzına geldiği gibi söylemesini önleyici bir
görev bilincini de gerektirir.
Bu noktaların inceltilmiş
sonuçları, protokol olarak karşılıklı uyulması gereken kurallarını ifadelendirir.
Devletin belli makamlarına gelen kişiler bu kurallara uymama özgürlüğüne sahip
değillerdir.
Bu nedenle devlet terbiyesi
denilen şey, günlük davranışların dışında ve sonradan kazanılan farklı bir
edinimdir. Bu nedenle “ben istediğimi, istediğim kişiye, istediğim gibi söylerim”
türü kafa tutma anlayışının başarı gibi sunulmasına yol açan politikacıya devlet
adamı demek mümkün olmaz.
Üstlendiği temsil görevini, insanlar
ve uluslararası ilişkilerde asgari nezaket kurallarının sınırları içinde yerine
getiremeyen politikacının içte ve dışta yaygın benimsenmesi mümkün olamaz. O
olsa olsa, davranışları kendi seviyesine uygun kitlelerce benimsenir ki bir
toplum da onlardan ibaret değildir.
Sevgi Özkan
5 Ağustos 2014 Salı
Kusursuz Cinayet İşleyen Katili Tebrik Eder Gibi (!)
İktidar gücünü farklı ve
muhalif varlıklara baskıya döndüren ve her yasal engeli hiçe sayarak yasa
yerine geçen kararnamelerle istediğini
yapanların icraatını başarılı bulanlar aslında neyi onayladıklarını hiç düşünüyorlar
mı?
Zira sonunda durum analizi
olarak yapılan bu değerlendirmelerin ortalama akıl tarafından başarının şartı
olarak algılandığı bir gerçek. O zaman bu durum analizlerinin de başarı için her yol geçerlidir anlayışını
mı onayladığı, yoksa haksız ve hukuksuzluğun altını mı çizdiği çoğunlukla anlaşılmıyor.
Kavram oluşturma güçlüğü olan
bir yerde, toplumdaki “doğruluk” anlayışı, hedefe ulaşmak için yanlış olsun
olmasın her yolu denenebilir algısına dönüşüyor.
Hukuk, bireysel hak,
demokrasi, karşı görüşle birlikte yaşama hakkı gibi kavramların ne kadar kolayca
ters yüz edileceğinin örnekleri çoğalınca, toplumda “ortak doğru”da birleşmek yerine
doğruyu işine geldiği gibi yorumlayan bir değerlendirme kaosu yaşanıyor.
Bu açıdan bakınca her şeyi yıkıp yok etme pahasına
güç ve hükmetmenin başarı sayılmasıyla, kusursuz cinayeti işleyen katilin
tebrik edilmesi arasında fark var mı?
Sevgi Özkan
17 Temmuz 2014 Perşembe
Geçmeyen moda olma modası (!)
Her zaman moda olan moda,
kaçınılmaz bir benzeşim baskısı olarak, inanç ve düşünce dahil her alanı
biçimliyor.
Bireysel varoluşun kitlesel
olarak önemli bir aktör olmadığı tam gelişmemiş toplumlarda her şey, ortak süre
ve alanlarda benimsendiği için bu baskının dışına çıkmak mümkün olmuyor.
Eğer tek bir adamın sözünden
çıkmama modası geçerli olmuşsa, orada bu baskı süresi yönetimsel olarak tayin
edilir hale geliyor ki buna despotluk, az ötesine de diktatörlük deniyor.
Şu son yıllarda toplumsal bölünme
diye tanımlanan tehlike de bu despotluğu benimseyenler veya benimsemeyenler
olarak ikiye bölünüyor.
Biri diğerini red ederek varolan
bu bölümler gerçeğin “doğrusu”yerine kendilerinden
olmayanı yanlış görerek varlığını sürdürmeyi hedefleyen taraf için“doğru”nun da
bir anlamının kalmadığı meydana çıkıyor.
Moda bunlardan birine taraf olmak olunca karşıt grupların varlığı da
modaya kurban gidiyor
11 Temmuz 2014 Cuma
Organik insanı da, pazarda arayacağımız günler yakın.
Son on on beş yıldır gittikçe akıllanan makinelere eklemlenen insanın sanal dünya ile iletişimi, akıllı akılsız, zengin fakir, eğitimli cahil, her türlü farka karşın katılım açısından eşitlendiği bir alanda gerçekleşiyor.
Son on on beş yıldır gittikçe akıllanan makinelere eklemlenen insanın sanal dünya ile iletişimi, akıllı akılsız, zengin fakir, eğitimli cahil, her türlü farka karşın katılım açısından eşitlendiği bir alanda gerçekleşiyor.
Bu gidişle küresel
demokrasiye gidişi sağlayacak en önemli gelişme internet ve sosyal medya
iletişimiyle olacak gibi.
Artık insanlar bir şey
söyleme veya yazma konusunda herkesin herkesle iletişebildiği bir hak
eşitliğine sahip olmanın güvenini paylaşıyorlar.
Bu yeni iletişim, bir yandan insanı
yeniden inşa ederken bir yandan da her türlü iletişimin eşit şartlarda
gerçekleştiği yeni bir dünya oluşuyor.
Yeni dünyanın insanı, eskiye
göre düşünme kabiliyeti daha gelişmiş ve daha mı bilgili diye tartışılsa da eskiye
göre daha fazla uyarana ve bilgi bombardımanına maruz kaldığı için daha
unutkan, daha dikkatsiz ve biraz daha şaşkın.
Öte yandan, idealize yoluyla insanlığı
yücelten değerleri de çok dert etmeyen ortak bir basitlik ve vasatlık yaygınlaştığı için alabildiğine yüceltilen insanlık kavramı da gittikçe değer
kaybediyor.
Düne göre daha çok yaşadığı ana ve güne dönük
dertlerle iletişen insan, bu açıdan ileriye doğru umut vermeyen bir gelişim
tablosu sergiliyor.
Artık “düşünen insan”ın
yerine daha çok kendini düşünen ve aklına geleni iletişim alanına boca eden
değersizlikler ortamı, her alana hakim olmaya başlıyor.
Yeni nesillerin genel algı ve değerleri, eskilere göre bir bakıma çok daha ileride bir bakıma ise robot duygusallığında bir insan modeline dönüşüyor.
Her gün orijinaline sağlık ve gençlik kaygısıyla eklemlenen yeni akıllı parçalar, gerçekten yarısı yapay eklemli insan modelini ideal hale getirirken, aşık olabilen robot yapımına çok az zaman kaldığı haberleri, birbirinden umudu kesen insanların yeni insan arayışını gösteriyor. Ayrıca kıskanç eşlerin robotları vuracağı ve organik insanları pazarda arayacağımız günler de yakındır.
Sevgi Özkan
Yeni nesillerin genel algı ve değerleri, eskilere göre bir bakıma çok daha ileride bir bakıma ise robot duygusallığında bir insan modeline dönüşüyor.
Her gün orijinaline sağlık ve gençlik kaygısıyla eklemlenen yeni akıllı parçalar, gerçekten yarısı yapay eklemli insan modelini ideal hale getirirken, aşık olabilen robot yapımına çok az zaman kaldığı haberleri, birbirinden umudu kesen insanların yeni insan arayışını gösteriyor. Ayrıca kıskanç eşlerin robotları vuracağı ve organik insanları pazarda arayacağımız günler de yakındır.
Sevgi Özkan
6 Temmuz 2014 Pazar
"SORUN" ÇÖZMEYİ, “YOKETME” DİYE YORUMLAYAN
"ÖLDÜRME" KÜLTÜRÜ.
En çok kadınlara dönük
cinayetlerden yansıyan en önemli gerçek,
oluşan "sorun" dan, özneyi ortadan kaldırarak kurtulmak eğiliminin yaygınlaşması. Bu nedenle toplumumuzda, özellikle, kadın/erkek sorunlarında "öldürmek", neredeyse legal hale gelmiş gibi.
Her gün ortalama üç olayla gerçekleşen bu realitede, her yeni cinayet, bu metodun reklamına dönüşerek "öldürme" eylemini adeta normalleştirirken, inzibati tedbirlerden daha çok, bu eğilimi yaratan şartların sağlıklı analizlerle ele alınması önem kazanıyor.
Günümüzün akıllı aletlerle donanan iletişim ve bilgileşim ortamında,
önlenemez uyaranlarla bireye ulaşan ortak kültürel etkileşimler, en çok alt yapısı bu
değişime hazır olmayan zihinleri bunaltıp açmaza sürüklüyor. Pek çok örnekte görülen bu durum,
Artık yetersiz ve etkisizleşen norm ve değerlerden farklı kurgulanmış bir döngünün dışında kalan akılların, olan biteni doğru okuyamadığını gösteriyor.
Kendini yetersiz ve çaresiz hissedenlerin bir çeşit intihara dönen çığlıkları kimi zaman “öldürme” olgusunu sanki en geçerli çözüm olarak benimsetiyor demek de yanlış olmaz. En azından bunun tek neden olmasa da önemli bir etken olduğu görülmekte.
Artık yetersiz ve etkisizleşen norm ve değerlerden farklı kurgulanmış bir döngünün dışında kalan akılların, olan biteni doğru okuyamadığını gösteriyor.
Kendini yetersiz ve çaresiz hissedenlerin bir çeşit intihara dönen çığlıkları kimi zaman “öldürme” olgusunu sanki en geçerli çözüm olarak benimsetiyor demek de yanlış olmaz. En azından bunun tek neden olmasa da önemli bir etken olduğu görülmekte.
En çok kadın erkek
ilişkilerinde gerçekleşen bu cinayetlerde, çağın gidişatına görece daha
iyi ayak uyduran kadınlara, karşı gücünü tüm geleneksel değerler üzerinden
kavrayan erkeğin duyduğu acizlik önemli bir etken oluyor. Bu nedenle erkeğin son güç gösterisini de partnerini öldürerek
sergilediği görülüyor. Faillerin çoğunlukla kendini de öldürerek perdeyi kapaması ise, işin açmazını işaretliyor.
İnternet ve cep telefonunun
yaygın benimsenmesiyle oluşan yeni değerler dünyasında kuşkusuz tek etken olmasa da, bu değerlerin artması, bireyin gelişmesinin önemi ortaya çıkarıyor.
Bireysel hak ve özgürlükler
savaşımında fikirsel ve düşünsel diyaloglardan çok duygusal
tepkimelere dayalı toplumlarda, genel olarak kadını erkek gözüyle anlamlandırmada da,
şiddete dayalı güç gösterisi üzerinden şekillendiği söylenebilir.
Bu arada tüm dünyada ve toplumumuzda boşanmaların artması evlilik ilişkilerinde ki anlamlandırma ve beklentilerin değişiminde yeni arayışların göstergesi olmakta.
Bu arada tüm dünyada ve toplumumuzda boşanmaların artması evlilik ilişkilerinde ki anlamlandırma ve beklentilerin değişiminde yeni arayışların göstergesi olmakta.
Yine "olduğu gibi görünme" olarak ifade edilen değerlendirmenin aslında "kusurlarını düzeltmeye gerek yok" algılamasına dönmesinde bu tavrı bizzat örnekleyen etkin
toplumsal rol modellerinin artması, bu saldırganlık gösterisine zemin hazırlıyor demek de yanlış sayılmaz. Bu konuda
sadece kadın erkek ilişkisi değil, tüm insan ilişkilerinde aklın ve medeni hak
arama alternatiflerini yok sayan bir davranış biçiminin her alanda kabul görmeye
başlaması işin yönetimsel etkileşimini açıklıyor.
"Balık baştan kokar" diye formüle edilen geleneksel etkileşimin günümüz şartlarındaki etkisinin daha önemli olduğu pek çok örnek ortada.
Bu şartlara, en ufak bir düşün ve davranış farklılığını
taraftarlaşma eğilimine dönüştüren mevzilenme psikolojisi de eklenince, "sana
aykırı geleni yok edebilirsin" mantığı tüm topluma yayılabiliyor.
Bu modellerle büyüyen
nesillerin, nasıl bir iletişim modeline sahip bir toplumsal yapıya dönüşeceği
şimdiden düşündürücü.
Yine de her şeyin zıddıyla var olduğu dünyada insani gelişmişlik yönünde gelinen seviyenin üstüne ulaşılacağını öngörmek yanlış olmamalı.
Bu analizin çözümsel yararı, insanın akıllı bir varlık olarak duygusal tepkime yerine düşünsel tepkimelere yönelmesini sağlamanın gerekliliği oluyor. Örneklenen olumsuzluk bulaşıcı olunca kaçınılmaz örnek alınacak insan konumunda olanların niteliği en önemli toplumsal etkene dönüşüyor.
29 Haziran 2014 Pazar
Yeni dünyanın yeni anlamlarına doğru.
Digital gelişmişliğin yaşamlara kattığı akıllı aletlerin yarattığı, görsel ve hızlı değişkenlere dayalı dünya algısına, anlamsal metinlerle katkı sağlamak zorlaşıyor.
Stuff dergisinin, tv 360 da sunduğu "On/Off" programını izlerken doğal dünyadan sanal dünyaya ulaşırken, yeni nesillerin bu açıdan farklı bir anlamlar dünyasına doğdukları daha iyi anlaşılıyor. Görünen o ki, her gün yeni bir buluşla kendi kendini otomatize eden renkli ve hareketli bu sanal dünyaya, eski "anlamlar", eklemek gittikçe zorlaşacak. Görüntü, renk ve hıza dayalı bu sanal dünya, kendi anlamlarını üretirken bu kadar hızlı değişime, doğal dünyanın değerleriyle "anlam" eklemek de başlı başına sorun olacak gibi.
Sevgi Özkan
Digital gelişmişliğin yaşamlara kattığı akıllı aletlerin yarattığı, görsel ve hızlı değişkenlere dayalı dünya algısına, anlamsal metinlerle katkı sağlamak zorlaşıyor.
Stuff dergisinin, tv 360 da sunduğu "On/Off" programını izlerken doğal dünyadan sanal dünyaya ulaşırken, yeni nesillerin bu açıdan farklı bir anlamlar dünyasına doğdukları daha iyi anlaşılıyor. Görünen o ki, her gün yeni bir buluşla kendi kendini otomatize eden renkli ve hareketli bu sanal dünyaya, eski "anlamlar", eklemek gittikçe zorlaşacak. Görüntü, renk ve hıza dayalı bu sanal dünya, kendi anlamlarını üretirken bu kadar hızlı değişime, doğal dünyanın değerleriyle "anlam" eklemek de başlı başına sorun olacak gibi.
Sevgi Özkan
25 Haziran 2014 Çarşamba
Aydınım, aymazım,
düşüneceksen iyi düşün, yarın geç olacak.
Hala armudun sapı üzümün çöpü mızmızlığı ile oyalanma lüksü evdeki bulgurdan da edecek.
Her taktiksel şaşırtmacanın
politika sanıldığı bir yönetimde mevcudun yarattığı etki “bundan daha beteri
olmaz” olunca
ortak uyumla karşısına konana oy kullanmanın gerekliliğini ve acilliğini zamanında anlamalısın.
“Benim tercihim bu değildi”
romantikliği(!), duygusal saflıktan öteye bir anlam taşımadığı gibi, gerçekleri
okuyamayan bir bakışın ifadesi olarak da tehlikeli.
Malum seçime iyi ki az zaman
var. Zira,“muhalefet neye adaylarını açıklamıyor?” diyenlerin, aslında
açıklananı karalamaya vakit kalmadığı için telaş ettikleri şimdi gösterdikleri
tutumdan anlaşılıyor. Ne yapacaklarına bir türlü karar veremiyorlar. Bu da mı ölçü değil?
Sevgi Özkan
8 Haziran 2014 Pazar
“HAYIRLISI BÖYLEYMİŞ”!
Üniversitede, Doçenti öldüren
Profesör de yakalandığında “hayırlısı böyleymiş” demiş.
Bilimsel yatkınlığın yerini
inanca bıraktığını pekçok yerde görsek de, üniversite gibi bilim yapıldığı
kabul edilen bir yerde Profesör olmuş birinin duygularına yenik düşüp
meslektaşını öldürmesi ve yakalanınca da hayırlısı böyleymiş diye durum analizi
yaptığını ilk defa görüyoruz.
Olay iki yönden önemli,
Hanidir temenniden çok işi
Allaha havale ederek sonuç alma kolaycılığının her alanda geçerli olduğunu yansıtması
ve de bu davranışın bilimle uğraştıkları kabul edilenlerce de izahi bir yorum
olarak içselleştirilebilmesi.
“hayırlısı neyse o olsun” bilgi
yarışmalarında, evlilik programlarında, tüm ilişkilerde bir dolgu ve tedbir
olarak kullanılan bu söz, genel olarak toplumsal aklın da irrasyonel
yapılandığını gösteriyor.
Tabii ki bilinmezin ve
güvencesizliğin bol olduğu toplumlarda, olan bitenin hep istenen nitelikte
olması sağlanamayabilir. Bu pasif ve sorumluluğu kadere bağlayan bir dünya
algısının yaygınlığını gösterirken, aynı zamanda yap et kısmet, kader, kader
kurbanı ve “hayırlısı neyse o olsun” temennisine gerçek dayanak oluyor. “Hayırlısı
olsun” diye yanlış iktidarlar, yanlış ilişkiler, yanlış yönetimlerin hükmüne razı
olunurken, kurtuluşu mucize ve lotaryada arayan insanlar da, her halükarda
haklı olduklarını sanabiliyorlar. Bu da ortaya “hayırlı” bir durum çıkarmıyor.
Bu arada birini öldürmenin
neresi kime neden hayırlı olur acaba? Bunu ayrıca da öğrenmek istiyor insan.
Sevgi Özkan
4 Haziran 2014 Çarşamba
KRALİÇE’NİN KUĞULARINI YEMEK(!)
Memleketin insan
manzaralarına çoktan alıştık da memleket dışında yaşayanların bazısından
dışlaşan abukluk ve geriliğe alışamadık. Bir gazete sayfasında yan yana yer
verilen iki haber, toplumsal kimliğimizin nerelerde zedelendiğini örnekliyor.
Birincisi:“Esmeralda’yı
hastanelik etti” başlığıyla sunulmuş.
Alt başlık: “Almanya’da yaşayan Metin Kolkılıç,
sevgilisine metinden ayrıl diyen falcıyı bıçakladı. Ülkenin en ünlü falcısı
olan Zagorda J. Hastaneye kaldırıldı. Kolkılıç’ın Türkiye’ye kaçtığı düşünülüyor.”
Hem failin, hem de falcının
fotoğraflarıyla süslenmiş haberden Kolkılıç, hakkında Polis tarafından arama
emri çıktığını ve görenlerin belirtilen telefondan bildirmeleri istendiğini
öğreniyoruz.
İkincisi: “Kraliçe’nin Kuğusunu yedi” başlığı ve “İngiltere
bu Türk’ü konuşuyor” yan başlığıyla verilen haberden İngiltere”de yaşayan Hasan
Fidan’ın gölde yakaladığı bir kuğuyu kesip yediğini, 12.inci yüzyılda yürürlüğe
giren yasa gereği ülkedeki tüm kuğuların kraliçeye ait olduğunu bilmeyen 46
yaşındaki faile 100 sterlin para cezası kesildiğini öğreniyoruz. Daha ötesi,
Fidan “Kraliçe’yi çok seviyorum. Kuğuların ona ait olduğunu polisten öğrendim. Özür
dilerim” dedikten sonra “tadı çok güzelmiş” dediğini okuyoruz.
Zavallı kuğudan özür
dileyemeyeceği için Kraliçe’den özür dilemesi de çok düşünceli olduğunu
yansıtıyor diye avunmak mümkün mü bilemiyorum ama kendimizi yeterince
tanıtamadığımız eseflenmesine insanın içinden “daha ne olsun?” demek geliyor
sadece.
Sevgi Özkan
18 Mayıs 2014 Pazar
CUMHURBAŞKANI Adayı Ölçütlerim.
-Türkiye Cumhuriyetinin kuvvetler
ayrılığına dayanan laik ve demokratik bir Cumhuriyet olduğunu kabul edecek ve
ona göre davranacak bir bilgi ve ahlak düzeyine sahip olacak.
-İktidarın dışındaki denetleyici
devlet kurumlarını ve muhalefet partilerini yok saymayacak. Onlardan fikir
almayı ve de partisel aidiyeti ne olursa olsun partiler üstü tarafsız davranmayı
ilke edinecek.
-Devlet yönetiminde oyunu
kuralına göre oynamak gerektiğini idrak edecek, devlet sırrı parantezinde gerekçesiyle pek çok yasadışı iş yapmayı doğru bir davranış olarak benimsemeyecek.
-Çevresini ören yandaş
kalabalığının doğru ve gerçek olanı görmesini önleyeceğinin bilincinde olacak. Esas
güvensizliğin buradan geleceğini düşünebilecek.
-İşine gelsin gelmesin, ülkenin anayasasına, yasalara ve uluslararası taahhütlere
uymayı pazarlık konusu yapmadan kabul edecek.
-Yalan söylemeyecek, göz göre,
göre yalan söylemeyi marifet saymayacak.
-Kendi doğru kabul
ettiklerini değil gerçeğin doğrusunu dikkate alacak. Bir gün söylediğini başka
bir gün tam tersini söyleme pervasızlığını beceri sanmayacak.
-İnsanların dinleri, mezhepleri
ve yaşam tarzlarıyla uğraşmayacak. Tüm halka karşı sorumluluğunu unutmayacak.
-Milleti bölecek girişimlerde
bulunmayacak, böyle ifadeler kullanmayacak.
-Tarihi geçmişi istediği
yönde çarpıtmayacak. Eline verilen asılsız bilgileri doğru gibi kullanarak
kitleleri yönlendirmeyecek
-Bağırmadan, hakaret etmeden,
yumruk atmadan konuşacak kişisel gelişmişliğe sahip olacak.
-Özellikle geniş ve eğitimsiz
kitlelere rol modeli etkisi yapacak kabadayılık türü meydan okuma davranışlarını
marifet saymayacak saydırmayacak bir karaktere sahip olacak.
-Samimiyet ile
terbiyesizliğin ayrımına varan bir kişisel ve sosyal terbiyeye sahip olacak.
-Kendi görüş ve bilgisinin tek
doğru olduğunu sanarak farklı bilgi ve görüşleri vatan hainliği diye
damgalamayacak.
-Özellikle bilgi kapasitesi yönünden
taşıyacağı unvan ve makama yetecek düzeyde olup, akıl ve ruh sağlığı da
muhakkak yerinde olacak.
-Ticari becerilerini elinde
tuttuğu devlet olanaklarıyla devlet, millet çıkarı yerine kendi çıkarı için
kullanmayacak. Bunu düşündürtmemek için kimse beni yargılayamaz yanılgısına
saplanmadan şeffaf ve yasalara uygun davranmayı önemseyecek.
Bir yurttaş olarak Cumhurbaşkanı
seçerken dikkate alacağım bu ölçütlere uygun bir cumhurbaşkanı adayı arıyorum.
Sevgi Özkan
17 Mayıs 2014 Cumartesi
Karayı Aklamak İçin Kazayı Kader
Sandırma Pervasızlığı.
Olan bitenin bilgi değil
kader kısmet olarak değerlendirildiği toplumlarda tüm felaket ve kazalar göz göre, göre
gelir. “Kaza” özünde hesapta olmayanı içerse de olabilecekleri kavramamakla da
yakından ilgili. Bu nedenle esas hesaplanması mümkün olmayan beklenmedik kazalara
görünmez kaza deniyor. Ülkemizde ne yazık ki tüm kazalar, göz göre, göre
gerçekleştiği halde, büyük oranda beklenmedik ve önlenemez yani görünmez kaza kategorisinde,
kader, kısmet olarak değerlendirilme eğilimi geçerli.
Medeni toplum niteliğini
eksilten önemli bir etken de, bu yaklaşımla ilgili. Ayrıca eğitim ve öğretimde
bilim yerine inancı hedefleyen zihinlerin, özellikle yönetimsel açıdan sorumluluk
algısındaki yetersizlik de bunda önemli rol oynuyor.
İnanç olgusu kadar, bilgi, bilimsel
düşünme ve gerçeğin doğrusuna ağırlık veren bir eğitim sistemi geçerli olsaydı,
nice eğitilmişlerin olan bitende bilgi eksikliği yerine kader kısmetin rolünü
aramasına şahit olmazdık. Yine gelişmiş insan sermayemiz de, nitel ve nicel yönden
farklı bir seviyede olurdu.
Pervasızlık kültürünün egemen
olduğu toplumumuzda bilgisizlik, bilmediğini bilmemeyi, kimseyi
takmamayı marifet sayma aymazlığı gibi etkenlerle, bunların çok sayıda rol modeli üzerinde
yarattığı toplumsal etkileşim, gelişmiş insan varlığımızın da en önemli belirleyicisi
oluyor.
Yarışma programları üzerinden
ansiklopedik bilgiye dönük bir yönelim artışı görülse de, genel olarak bilgi alışverişinde
dedikodu formatının üstüne çıkmayan bir gerçeklik algısı oluşabilir, kendisi ortadayken
çeşitli siyasi gerekçelerle inkar ederek gerçeği ortadan kaldırabileceğini
sanma küçük akıllılığı gösterilmezdi.
Bütün bunlar ekonomik
ölçüleri baz almakla yetinerek bilgi toplumu yönünden gelişmişlik seviyesini
önemsemeyen beyinlerin gerçeği algılama ve biçimleme seviyesini de işaretliyor.
Sevgi Özkan
6 Mayıs 2014 Salı
Çocuk gelin ve imam nikahlı ilişkileri
muhafaza edebilenler, uygar ilişkilere allah muhafaza mı diyorlar.
Başına bela gelmeden yaşlı adamlara paketlenen çocuk gelinleri,
Bir arada olmak için imam nikahını yeterli sayanları yaratıp
muhafaza eden toplumumuz, kadın erkek birlikteliğinin en uygar şeklini reddedebiliyor insanca bir arada olma uygarlığını gösteren gençlerin ahlak bekçiliğine soyunmaya kalkabiliyor.
Karşı cinsi normal tanıma yollarını sağlayan
dostluk ve arkadaşlığı engelleyen ve birbirine en ufak yanaşma ve tanıma
olanağını tehlike sayıp önleyen bu tutumlar, çocuk ve insan olma hakkı hiçe
sayılıp eğitimini tamamlamadan anne yapılan çocukların, imam nikahları veya yaş
büyütmeli resmi nikahlarını normal sayabiliyor. Her gün en az iki kadının
kocalarınca pervasızca öldürüldüğü mutsuz, tatminsiz, eşleri düşman haline
getiren evli beraberliklerin evlilik kutsallığına nasıl darbe indirdiğin
ortadayken, gençlerin davranışlarını göz ve ev hapsine almakla ne muhafaza
ediliyor.
Sevgi
Özkan
2 Mayıs 2014 Cuma
TOPLUMSAL
ALGILAR NASIL YÖNLENDİRİLİYOR.
Siber suçlar diye bir
kavramın ayrımında olmak gerçekleri algılamak için çok önemli. Zira tüm sosyal
bilimlerin ölçümlerini etkileyen düzmece kamuoyu inşası girişimleri toplumların
geleceğini etkiliyor.
Burada toplumun ortalama akıl
yaşı ve algılama alt yapısının niteliği ,yine toplumsal biçimlemelerin
doğal yönlendiricileri olan aydınların düşünsel niteliği çok önemli.
Mesela ülkemizde bir
düzenleme olduğu artık resmi ifadelerle itiraf edilir hale gelen Balyoz ve Ergenekon
davalarında başından beri görülen ve küçük bir gerçeği atladıkları için büyük
bir yanılgıyı paylaşanların algılamadıkları şey, yapıldığı söylenilenle
yapılmakta olanın aynı olmaması ihtimaline dayanıyordu. Tıpkı hilekar satıcının
vitrine koyduğu beğenilen malın içeridekiyle alakası olmaması gibi. Bunu fark
etmeden satın alanların yanında fark edenlere de çeşitli gerekçelerle aynı mal
olduğuna inandırma sahtekarlığı gibi. Genellikle başarılı satıcı hanesine
yazılan bu ticari aldatmacada yararlanılan algı çarpıklığının işin özünü
unutturduğu gibi toplumun ortalama aklına da aynı metod uygulandığı belliydi.
Bu yanılgının genel kabulünde
gösterileni gerçek kabul edip yapılanlara kafalarındaki kitabi şablonlar
üzerinden değer biçip vize veren bazı aydınlar ki artık birer birer nedamet
getirseler de aslında büyük sorumluluk taşımaktaydılar. Çoğu kez ortalama
algının seviyesine göre düzenlenen senaryoları gerçeklerden kopuk bilimsel
değerlendirmelerle ve de demokrasi adına savunup durdular. Oysa olay geçmişte
yapılan ve büyük acılar yaşanan toplu değişim baskılarının faili olarak
görülenlere o suçların yarattığı yıkımlara dayalı intikam duygusu üzerinden
gerçekleştirilen baskıları mazur gösterme gibi gayet basit bir kurguyla
gerçekleşiyordu. Bu konuda mantığa aykırı işlemlerde ortaya çıkanları usul
hatası parantezinde hafifseyenler, işin usul hatası değil cüretkar bir kalkışma
olduğunu yavaş yavaş algılamaya başlasalar da, genel kanının yerleştirilmesine
nasıl yardımcı olduklarını bir türlü aymadılar.
Bu aymazlık, sonunda ortak
aklın ve vicdanın dışa vurduğu Cumhuriyet mitingleri, kutlanması engellenen
milli bayram ve cenaze katılımları, Gezi kalkışması gibi geniş katılımlı
toplumsal karşı duruşlarla anlaşılmaya başlanınca işin rengi değişti. Aldatıcı
yorumların dünyası yerini gerçeklerin dünyasına bırakırken demokratik hakları
engellemek için habire görüneni tersine yorumlayarak beyin yıkama işlevi gören
iletişim alanlarına rağmen neyin ne olduğu ortaya çıkmaya başladı. Yüzdürdüklerini
sanırken batmaya başladığını gördükleri gemiyi ilk terk edenler de, bu
yapılanların doğruluğunu inatla savunanların nasıl yanlış olduğunu kavrayanlar
oldu. Yönetim alanında da gerçeğin doğrusu algılandıkça birikmeye başlayan
suçluluk hükmü üstlerine kalmasın diye birbirini karalama çabası hayati bir
hesaplaşmaya döndü. Herkes kendi suçluluk payını yanındakinin üstüne yıkarak
meydan değiştirmeye başladı. Bu arada medya üzerinden yürütülen ses kısma
girişimleri ve bunu yine medya üzerinden demokrasi diye savunan düzenlenmiş
medya mensupları geriye kalan üzerinden yer kapma yarışını ne olur ne olmaza
yatırımlarıyla sürdürmeye devam ediyorlar. Gelinen yer de yine çok basit bir
noktada algı yanılması olarak yönetenlerin kendi çıkarlarından öteye
demokrasiyi sürdürecek bir niyet ve birikime sahip oldukları sanılgısı.
Not: “Sanılgı” sözü de benim
anmak ile yanılmanın birleşimini ifadesi için oluşturduğum bir söz olarak bu
durumu çok iyi anlatıyor.
Sevgi Özkan
28 Nisan 2014 Pazartesi
KÖTÜ KOPYA ASLINI TEMSİL
EDEMEZ Kİ!
“Aslı”nın “taklit”inden doğan
yorum farkı karşı görüş olabilir mi?
İki ayrı yaşam tarzı
ortaklığı yaşansa da birbirinin karşıtı olmak için bu gruplara ihtiyaç yok.
Zira aynı gruptan olanlar da ki özünde ortak benimsemelere sahip olsalar da
birbirleriyle kavga ediyorlar. Bu çoğu kez fikirsel ayrılık değil, aynı fikri farklı
bilgilenmeye dayalı anlama ve anlamlandırma farkıyla gerçek doğru budur diye savunmaktan ileri geliyor. Bunda karşısındakinin ne dediğini
dinlememek anlamamak tavrının altında kavramsal mutabakat olmaması önemli rol oynuyor.
Çatışmaların çoğu, kavramların
farklı ifade edilmesinden doğuyor. Çatışmayı yaratan fikir ayrılığı değil aynı
fikrin farklı ifade edilmesinden doğması. Bunun en önemli belirtisi genellikle aynı
şeyi söyleyenlerin birbirleriyle kavga etmesi. Bu durum, farklı şeyler
söyleyenlerin aynı şeyleri söylemesi kadar doğruları tek taraflı
argümanlar üzerinden benimseme çabasıyla ilgili.
En önemli nokta ister aynı
fikirde, ister karşı fikirde olsun kimse kimsenin ne dediğini anlamıyor. Karşılıklı konuşurken
birbirlerini dinleyip anlayamayanlar gizli kayıtlar üzerinden birbirlerini dinleyip
anlamaya çalışmaları işin en trajikomik yanı.
Zıt fikirlerden doğduğu
sanılan çatışmaların çoğunda bir fikrin karşısına onun tersini söyleyerek çıkmayı
diyalog sanan bir tartışma kültürüne sahibiz.
Temel değerlerin taklidini temel
alarak benimseyenlerin aslını yok etme girişimini fikir karşıtlığı sandıran da
aslına karşı, taklidinin esas alınmasından oluşan zihinsel çarpıklık. Her iki taraf
yatay büyüme içinde birbirine karşıtlık üreterek var olunca, her ikisi yerine birini izlemek yoluyla diğerinin ne
olduğunu anlamak yetiyor.
Bu taraftarlık öbeklerinde
baskın olan, aslına karşı taklitçilik olunca aslın hükmü yerine taklidin yorumu da egemen oldurulabiliyor.
Kavramsal onay eksikliği, aynı kavramı farklı yorumlarla okumanın yanlışlığı kadar ortak değerlerin
yeniden üretimini önleyip taklidin aslın yerine inşa edilmesini ilerleme sanma
yanlışından birlikte mağdur olunuyor.Sevgi Özkan
23 Nisan 2014 Çarşamba
ÇOCUK TOPLUMUN CUMHURİYET ALGISI
GELİŞİYOR MU?
Bu yıl 23 Nisan resmi ve
toplumsal yönden büyüklerin daha bir dikkat alanına girmiş gibi.
Atatürk’ü anlama ile
sahiplenme yarışı birbirine karışmış durumda.
Sandık sonuçlarının sayısal
hesaplama cambazlığı yerine bu eğilimin ölçü alınması daha gerçekçi olur.
Yanlış yapıldığı anlaşıldıkça
gelecek felaketi önlemek için Cumhuriyeti kuruluşuna dönüp yeniden hizalanmak
isteği tak ortak noktaya dönmüş de diyebiliriz ki bu cumhuriyetin inşaasında ne
kadar sağlam bir temel atıldığının da ispatıdır.
Cehaletin tüm fikirsel
varyasyonları denense de dönüp dolaşıp bu temel üzerinde buluşmanın ihtiyaç
haline gelmesi önemli. Kimileri için gizli hedefe ulaştıracak politik bir
yatırım veya yapılan hataları örtbas etme maskesi olarak kullanılıyor olsa da, artık
bu kadar çarpıtma ve karalamaya, ilerilik diye yapılan onca geriliğe rağmen
çağın ruhunun bu temel üzerinden sürdürüleceğini görenler artıyor. Tüm otoriter
söylem ve niyetlere ve de günlük tartışmalara hapsedilen dikkatlerin Cumhuriyeti
yıkıcı müdahaleleri üstlenen ehliyetsiz mütahitlerin elinden alacak bir bilincin
yaygınlaştığı ve kolay kolay alt edilemeyeceği görülüyor. Duygusal tepkilerden
öteye geçemeyen bir çocuk toplum olmaktan çıktığımızın işareti çocukların
bizden önde gitmeye başlaması gösteriyor.
Sevgi Özkan
21 Nisan 2014 Pazartesi
ÇOCUKLARIN ÖNLENEMEZ ETKİLEŞİMLERİ,
Çocuklar içine doğdukları aile ve toplumun doğal etkileşim
alanında büyürler.
Aile ve semt gibi doğal çevrelerinde gözlemledikleri
davranış biçimlerin ve değerlerin doğru yanlış örnekleriyle kodlanarak
biçimlenirler.
Bu etkenler ve bulundukları yerlerden önlenemez biçimde maruz
kaldıkları olaylar ve kitle iletişim araçlarının etkileşimiyle dünyayı tanımaya ve anlamlandırmaya
başlarlar.
Bunlar içinde görsel ve işitsel yönden
en etkin olanı medya alanları.
Televizyondan yansıyan ve devamlılık arzeden haber görüntülerinin
başında, yapıp ettikleri izleyicilerin dikkat alanına zorla sokulan yönetim başının
biz ve bizden olmayanlar ayrımcılığıyla düşmanlık vurgulayan konuşmaları, bağırıp
çağırmaları, efelenmeleri geliyor. Herkesi
hizaya sokan korkutucu bir figür olarak ailelerde genellikle çekinilen aile
babası figürünün yerini alan ve etrafında
koşturan kalabalıklarca her yapıp ettiğini marifet haline getirilen bir rol
modeli olarak kavratılan bu figürü gözlemleyerek büyüyen nesillerin ileride
nasıl bireylere dönüşeceği şimdiden belli.
Öte yandan çeşitli sosyolojik etkenlerle dikkat ve sorumluluk
bilinci gereğince gelişmemiş, ortalama aklı ilkokul dördüncü çocuğu seviyesinde
olan bir toplumda her gün bir veya birkaç çocuğun görünür görünmez kazalarda yitirilmesi
önlenemiyor.
Özünde eğitim amaçlı olması gerekirken, siyasal amaçlı değişimlerle
sık sık değiştirilen eğitim sisteminin kaçınılmaz kurbanı olurken bir yandan
da “büyükler”in ilişkilerinden yansıyan kavga, dayak, öldürme türü iletişim
biçimlerinin tanığı olarak büyüyen, gözleri
önünde anne babaları öldürülen, cinsel istismara uğraması ve bunun travması önlenemeyen
ve soruşturmaları örtbas edilerek adli soruşturması yeterince yürütülemeyen çocukların yine çok
küçük yaştan akıllı aletler çağının etkileşimlerinin esiri olmaları geleceğin nasıl bir
yarına dönüşeceği çok düşündürücü.
Davranış ve sorumluluk alanlarında bulunan tüm çocuklardan
tüm büyüklerin sorumlu olduğu gerçeği kadar çocukların yaşama, beslenme, barınma
ve eğitim gibi temel haklarının sağlanmasında birinci dereceden sorumlu olan devlet
yürütücülerinin bu durumun bilincinde olmaları gerekiyor.
Sevgi Özkan
5 Nisan 2014 Cumartesi
KİM NEYİ KAZANMIŞ?
Bir yanda gerçeği anlama verilerinin
kendilerine ulaşması çeşitli güçlerce önlenerek doğrunun doğru algılanması
önlenmiş aymaz durumundaki insanların değerlendirmeleri, diğer yanda tüm baskılara karşın
olayların ve yönetim davranışlarının takip ederek olan
bitenin farkında olanların değerlendirmeleri söz konusu olunca birinin neyi
kazandığı öbürünün neyi kaybettiğinin sadece sonuç rakamlarına bakarak doğru
okunması da önlenmiş oluyor.
Kazandı sanılan kesimin aslında
bir şey kazanmadığı sadece gerçeği doğru algılamasının ertelendiği bir yönetim
tutumunda, hem olan biteni yakından
izleyen bir bilinçli kesim, hem de onun baskılanan hakları varken bu yarışmanın
eşit olduğunu söylemek mümkün olmayınca kazanan tarafın başarısından söz etmek
de anlamsızlaşıyor.
Devletin en yaşamsal görüşmelerini
dinleyen bir güçle baş edemeyen ve her başarısızlığı kendi yönetim zafiyeti
yerine görünmez ellerin operasyonu olarak mazur gösterme refleksi, aslında
başarılı yönetemeyişin itirafı anlamına da gelir. Medya yayınlarında orantısız
görünme şartı ve Sosyal medya haberleşmelerine vurulan darbeler gibi demokratik
olmayan kısıtlamalarla gidilen seçim sonuçlarının demokratik başarı sayılması için
baskı ve bu tek taraflı müdahalelerden uzak bir seçim yapılması gerekir. Aksi halde
bu rakamların en doğru değerlendirilmesi, demokratik olmayan bu durumun
onaylanması anlamına gelir.
Olan bitenin doğru algılanması
önlendiği veya bunu bir ölçü saymadığı için oyunu mevcudun onayı yönünde kullanan“Aymaz”ların verdiği
oylar da, geniş parantezde böyle bir değerlendirmeye girer. Seçim sonuçları bir
haftadır süren itirazları tatmin etmeyen tutumlar nedeniyle resmi olarak sonlanmıyorsa
şimdi görünen haliyle kimin neyi kazandığı ve kazananın başarılı olduğunu
söylemek en iyimser yorumla aslında vicdani onay almıyor ve büyük bir kesimin
içine sinmiyor da demektir.
Sevgi Özkan
31 Mart 2014 Pazartesi
Resmi sonuç açıklanmadan açıklananlar
resmi mi oluyor?
Bu kadar tartışmalı bir
seçimin sonuçları açıklanmadan atı alıp Üsküdar’a geçenlerin geri dönmek
zorunda kalıp kalmayacakları,
yasal ve resmi olarak daha ne
kadar ileriye gidip gidemeyecekleri gittikçe daha önem kazanıyor.
Gerçeğin doğrusuna ulaşım
olanakları bu kadar baskılanıp, seçim şartları bu kadar engellerle donatılınca
seçim sonuçlarını başarı veya başarısızlık saymak yanlış olur.
Tüm devlet gücünü kendi
iktidarı için kullanan tek bir adama hapsedilen yönetimde, seçim sonuçlarını
demokratik ölçülerle kazanılmış veya kaybedilmiş sanmak aymazlıktır.
Bağımsız olması gereken
Yüksek Seçim Kurulu henüz resmi sonuçları açıklamadan İç İşleri Bakanı’nın bu
kuruma gitmesi haberi düzenlemelerin ispatı olmuyor mu?
Artık bu tavırlara şaşırılmaması
da, bugüne kadar demokratik haklara yapılan müdahalelerin normalize
sayılmasında ileri geliyor.
Zira seçime gidiş süresince
ve daha önce iktidarın tüm gücünü kendi lehine bir baskı olarak kullandığı
çeşitli örneklerle ispatlandığından seçimin de nasıl tuzaklara hazır olduğu görebilecek
durumda olanlarca zaten görülüyordu.
Bağırıp çağıran, hakaret
eden, doğruları saklayan veya çarpıtan bir yönetim tutumunu iktidarın kazanması gibi görmek veya onaylamaktan yana yorumlamak toplumsal çöküntünün onaylanması anlamına da gelecektir.
Olan bitenle ilgilenmemeyi ve
kavramamayı seçenlerin bunları görmesi zaten mümkün olmadığından siyasi ve
demokratik adaba uymayan tavırların ahlaken de onaylanması anlamına gelen bu
sonuç henüz ürkütücü sayılmamalı. Zira bu seçimde büyük bir kesimde dışlaşan
yurttaşlık bilincinin sandık sayımlarının şaibeli sonucunu önlemeye yetmese de toplumsal
ahlakımızın henüz sanıldığı kadar çökmediğini gösteriyor olması tartışılamaz bir doğrudur.
Sevgi Özkan
18 Mart 2014 Salı
ÖLÇÜTLERİ OLMAYAN TOPLUM
Toplum ve birey için aynı derecede “iyi” ve “doğru” olan demokratik ölçütlere sahip değiliz. Vicdani tepkileri yok sayan örgütlü baskı ağının politik ahlakı denetleyerek genişlemesini önleyecek benimsenmiş değerlendirme ölçütlerimiz olmadığı yok. Demokratik normları altüst eden karmaşık keyfi düzenlemeler ve liderler üzerinden yürütülen kim haklı çekişmesinde gücü elinde tutanın haklı sayılması bunun ispatı. Demokrasilerin kötü olanlara da yönetim olanağı sağlamasını önleyebilmek için hak, hukuk ve vicdan ölçütlerine sahip bireylere ihtiyaç var. Bu ölçütlerle değerlendirilen politikalar ve politikacılar, aslında yanlış yapmalarını önleyen kendi dışında kararlı bireylerin eleştrilerine ihtiyaç olduğunu herkesten iyi biliyor olmalılar. Aslında yanlış yapılmasını önleyecek güçlerin devre dışı bırakılmasının önlenmesine yönetenlerin yönetilenlerden daha çok ihtiyacı var.
Sevgi Özkan
15 Mart 2014 Cumartesi
İLERİ PERVASIZLIK YÖNETİMİ
Cumhuriyetin bu kadar pervasızca yıpratıldığı tüm kurumların keyfi idarelerle işleyiş düzeninin deforme edildiği olmamıştı. Yeni Türkiye derken eskisini işlemez hale getirenler kendi yaptıklarının içinden kendileri de çıkamıyorlar.
İktidarın baştan çıkarıcı cazibesinin kural tanımaz anlayışlarla yapılanları kitabına uydurmaktan daha çok, yepyeni kitap oluşturan kontrolsüz yönetimi, güçler dengesini tamamen bozdu.
Var olan yasalara zaten uymayanlar, benmerkezci keyfi icraatlarına uyan ve bir torbaya konan düzenlemelerine yasal kılıf uydurmayı adet edindiler.
Uzaktan emirli otomatik oylamalarla tüm bağlantılar bozulunca hiç bir konuda davacı olmanın etkisi ve beklentisi kalmadı.
Toplumun bugününü ve geleceğini biçimleyen bunca yıllık demokrasi deneyimine hiçe sayan düzenlemelere, ileri demokrasi adı takılarak dokunulmazlık kazandırıldı.
"Yüzde kırk dokuz, yüzde elli demektir ,o nedenle ben istediğimi yaparım" antidemokratik anlayışını kaba kuvvet mantığıyla uygulayıp, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran yönetim, "sıkıysa karşı çık" tehditleriyle sürdürülmeye başlandı.
Kendine kayıt şartsız sorgusuz sualsiz uyanların dışında görüş bildiren, eleştiren, beğenmeyen veya susarak protesto edenleri "milletim" şemsiyesinin dışında bırakan bir güç oluşturuldu. Toplumu çeşitli tanımlamalarla bölerek birbirine düşürme girişimi hayret ve esefle izlenirken, gidişin felaketini gören her kesimden insanlar birbirine aman sakin olalım telkinleri yaparak sorumlu davranmaya çalışırken, bunu yapan yönetim karşısına aldıklarını kendi yaptıklarına ses çıkarılmamasını sorumluluk olarak telkin etmeye başladı.
Bu kadar eksilerin bir araya gelmesiyle, insanların her geçen gün artan endişelerini gören yöneticiler, panik halinde her şeye saldırmaya başladı.
Artık seçimlere de güven duyulmayan bu düzen insanlarımızı stres, umutsuz ve güvensizliğe sürüklüyor.
Önce sıkı dost olup sonra kavga etmekle tekrarlanan bu pervasız davranış, bir milletin kaderiyle oynamaya başlayınca "bir kötünün yedi mahalleye zararı dokunur" sözü geliyor akla.
Eninde sonunda iyinin anlamını yeniden inşa edeceğinden kötüler er geç yok olur da, bu kaç nesle mal olur işin can sıkıcı yanı bu.
Sevgi Özkan
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)