23 Aralık 2013 Pazartesi


Kendi hüznüyle kavrulan çocuk.

 

Televizyonda sergilenen yetenek yarışmasında boy gösteren küçük çocuklardan sonuncusu, sahneye çıktığında  yeni girdiği on iki yaşına karşın elbisesinden, sözlerinden ve rol modeli seçtiği belli olan taşralı arabeskçi tavırlarıyla acıklı bir duruş yansıtıyordu.

Üç kişilik yarışma jürisinin kendine yönelen takdirlerden doğan heyecan ve gururla, kendi sesiyle oluşturduğu acılı atmosfere yenik düşen ve ağlamaktan şarkıyı da kendi sözlerini de tamamlayamayan gerçek bir küçük çocuğa dönüştü.

Kendi sesiyle oluşturduğu hüzün atmosferinden en önce kendisi etkilenip  ağlayan bu çocuk, aslında yetenek keşfi diye buralara çıkarılan çocukların ağlanacak halini özetliyordu.

Arkasına  takılan aile fertleri, kendisini  seyrettiklerini bildiği okul arkadaşları, öğretmenleri ve de sahnede eşlik eden menejeri kapsayan kalabalık bir destekle ünlüler alemine dalmaya aday bu küçük, belki de çocukça yaşamasını önleyen tüm engellere ağlıyordu.

Çocuğa iyilik yapıyorum diye sattığı mendili almaya kalkanlarla aynı ölçütsüzlüğü ve aymazlığı taşıyan seyirci çoğunluğu da, gecenin en yüksek puanını vererek gerekeni yaptığını düşünüyor olmalıydılar.

İlk etaba göre daha başarısız bir performans sergilemesine karşın onu gecenin birincisi yapan bu ölçütsüz oylamayla, aslında çocuğu çocukluğundan koparma ilanı gibi gerçekten ağlanacak bir durumu gösteriyordu.

Yeteneklerinin keşfi diye ortaya çıkarılan ve anlamlandıramadıkları ilgilerle baş tacı edildikten sonra çoğunlukla yeteneğini geliştirici destekler almadan yine anlamlandıramadıkları ilgisizliklere itilen bu çocukların durumu, gerçekten ağlanacak nitelikte. Çünkü çocuğu değil, çocuk varlığına yönelik sevgi ve sempatiden parsa toplamayı amaçlayan, insan ve çocuk hakları kavramının önemini kavramayan toplumların ortak aymazlığıyla oluşan bu tutumlar, telafisi mümkün olmayan çocuk hakkı ihlaline ve istismarını yansıtıyor.
Sevgi Özkan

18 Aralık 2013 Çarşamba


“Gök Gürledi Evladım.”

 

Eşler arası ayrılığa varan çözümsüzlüklerin, karşı tarafı ortadan kaldırmak gibi benimsenmesinde eskiye göre arttığı görülen kadın öldürmenin etkileşim alanları genişliyor.

yaşamlarındaki sorunları konuşmak yerine kavga ve küfürle giderme tavrını, eş konumunda da sürdüren kimi erkeklerde aile sorunları kavga ve öldürmeyle sonlandırma eğilimi gittikçe artarak neredeyse bir göreneğe dönüşüyor.

Toplumun kaçınılmaz rol modellerine dönüşen yönetimdekilerin, insani iletişim biçimlerine dokunulmazlık kazandırdığı davranış örnekleri, konuşma ve tartışmadan çok küfürleşme ve dövüşme hatta silah bile çekme biçiminde gerçekleşince, aile ilişkilerinde de baş vurulan otomatik bir çözüm modeline dönüşebiliyor. Son zamanlarda politik çatışmaları tetikleyen şiddet yatkını iletişim politikaları toplumun gündemini yönetmekten öteye insan ilişkilerini de etkileyen önemli bir etmen oluyor.

Karısıyla sorununu kurşunla sonlandıran aile reisi, yan odada uyuyan üç çocuğundan silah sesine uyanan ve bir gürültü duyan büyük oğlunu gök gürledi diyerek odasına gönderen bir eş ve baba figürü, sorun çözme algısında gelinen noktayı çok güzel özetlerken, aynı zamanda anasız bıraktığı ve yaşamlarını kararttığı çocuklarının şoke olmasını önleyen bu pedagojik hassasiyet(!) pek çok düşündürücü noktayı ortaya çıkaran bir ifade.

Karısını öldürme zorunda gören bu aklın, çocuklarını kollamayı da ihmal etmeme çelişkisi aslında sorunun suç teşkil eden yanında kendini haklı bulduğu için davranışlarına kılıf oluşturmanın zihinsel paradoksunu da iyi yansıtıyor.

Sevgi Özkan

14 Aralık 2013 Cumartesi


Herkes Doğuştan Psikolog, Doğuştan Sosyolog Olunca(!)….

 

Günlük konuşmalar, sık kullanılan psikolojik, sosyolojik nitelemesine dayalı analizleri de yansıtır.

Herkesin kendini doğuştan psikolog veya sosyolog yerine koyduğu bir toplumda, sosyal bilimlerin öneminin yeni yeni anlaşılması, ve ülke yönetimine genellikle mühendislerin talip olması kaçınılmaz gibi olmuştur.

Burada dışlaşan en önemli yargı, psikoloji nitelemesi yapan ne kadar psikologsa, sosyoloji nitelemesi yapan da o kadar sosyolog yerine konulduğundan, ayrıca psikoloji veya sosyolojiye çok da ihtiyaç olmadığı sanılgısıdır.  

Eskiye göre şimdilerde, toplum gözünde değer kazanan Psikoloji de, yine eskiye göre dikkatleri yeni yeni üstüne çekmeye başlayan sosyoloji de, bu nedenle verilmesi gereken öneme sahip olamamışlardır

Bireysel ve toplumsal sorunların çözümü, komşu / arkadaş çevresine dayalı paylaşımlar ve  kahvehane sohbetleri üzerinden niteliksel olmaktan çok niceliksel okumalara dayalı değerlendirmelerle çözülmeye kalkıldığından, insani sermayenin gelişimi de, bu doğrultuda biçimlenmiştir.

Günümüzde bilişsel gelişmelerle hızla değişen bilimsel verilerin sunduğu artı ve eksilerin iyi değerlendirilmesi, yaşamsal bir önem kazanırken, yeniden yapılanan sosyal ve fen bilimsel verilerin de, dikkate alınmasına ihtiyaç duyulması gerekiyor.
 
Yoksa toplumsal sorunlarda sosyolojik duruma dikkat çekenlere biz de sosyoloji biliyoruz diye kızan ve de denizler arası kanal açmanın bilimsel sakıncalarını saptayan verileri ise yok sayabilen politik zihniyet yönetimi, toplumda ne sosyal bilim bilinci bırakacak ne de fen bilinci. Hepsi doğuştan bilenlere havale edilecek.
 
 
Sevgi Özkan

 

5 Aralık 2013 Perşembe


OECD deki Öğrenci Karnemiz

 

OECD ülkelerinde 15 yaş karşılaştırmalı öğrenci değerlendirme Programı PİSA raporunda 2012 yılı sonuçları açıklandı.1999 yılında

Zorunlu eğitimin sekiz yıla çıkarılmasıyla başlayan yükselmenin artması sürse de 65 ülke arasında hala 42, 43 ve 44.sıralarda yer alması ve bir önceki dönem değerlendirmelerine göre özellikle matematikte yerinde saydığı görülüyor.

Geride kalışımız, eğitimin içeriğinden mi uygulama biçimlerinden mi?

Geriden ilerlerken, ilerleme de geri kalmaya başlamak başarı sayılabilir mi?

Kendi içinde ki ağır ilerleyiş ve ilerlemeyiş kadar genel tablodaki yer, özellikle eğitimin içeriğiyle uğraşmanın gerektiğini gösteriyor. Oysa sorumlular, kendi siyasi hedefleri doğrultusunda biçimsel değişimlerle uğraşma kaygısından eğitimin özünü önemseyip gerekenleri önemsemiyorlar. Bakanlar değişiyor, kurumlara el atılıyor, bazıları kaldırılıyor ama temel paradigma değişmediğinden arayı kapatmak mümkün olmuyor.

Belli ki geriden ilerlemek kendi içinde başarı gibi görülse de ileriye ulaşmayı sağlamıyor. Gerçekten yerinde sayılıyor.

Sevgi Özkan

 

3 Aralık 2013 Salı


Meğer Kavganın Tarafları Çoktandır Birbiriyle Uğraşıyorlarmış

Yaşadıklarımız neymiş anlamak için epey veri birikti.
Dışarıda kalanlar için yaşanırken sezilse de tam anlaşılmayan pek çok olay, karşıda yekpare bir taraf gibi duranların birbirlerine düşmesiyle aydınlanmaya başladı.
Kavga yetki paylaşımı mı, yapılan hataları birbirire fatura etme mi, tam anlaşılmasa da bir türlü durulmuyor.

Tepedekilerden başka alttakilerce de, epey sert yürütülen bu hesaplaşmada, bu grupların dışında kalanlarca yaşanırken asla demokratik ölçütlerle değerlendiremeyecek pek çok tutumun aslında birbirlerini kollamak için gerçekleştirildiği de öğreniliyor.

Birbirlerine yazdıkları metinlerle her iki yan da, kendi haklılıklarının ispatı için öyle
şeyleri hatırlatmaya kalkıyorlar ki!...

Arada kalanlar, iki tarafı da tekrar eski hale getirme isteğiyle geçmişteki dayanışmaları örnekleyince, bu birleşimin dışında kalanlarca yaşanırken şaşkınlık yaratan pek çok olgunun nedeni de iyice anlaşılmış oluyor.

En çarpıcı örnek iktidarın kalemşör çiftlerinden birinin gazeteler üzerinden paylaştığı mektubu. Arabuluculuk için kolları sıvayan bu kalemşör mektubun içinde kimin neye göz yumduğunu üstü kapalı hatırlatırken anti demokratik sayılacak pek çok tutumun nedenini de iyice açık ediveriyor. Ediveriyor çünkü neyi ifşa ettiğinin pek de farkında değil.

Yönetimce öznesi belirsiz meydan okumaların muhatabının legal muhalefetten çok başka odaklar olduğunu düşünenler, zaten yanılmadıklarını anlamış olarak acı acı tebessüm ediyorlar. Olan bitenin sadece büyük bir komplo olduğunu düşünme alışkanlığı gerçeği her zaman ki gibi saptırıyorsa da örtemiyor.

Sevgi Özkan