21 Haziran 2011 Salı

BİREY'İN YENİ İNŞAASI,

Internet çağının biçimlemeye başladığı "Birey" olma algısı üzerine düşünmek gerek.
Günümüzün her gün yenilenen çok boyutlu sanal varoluş olanakları, birey üzerinden yeni değerler oluşmasına yol açıyor
Sanal özgürlüğün, bireyin maddi manevi inşaasını yeni değerlerle tekrar oluşturması, geleceğin birey ve toplumunun en çarpıcı ip uçlarını da içinde barındırıyor.
Gömülmüş ve gizlenmiş bireyliklerle fazlasıyla deşifre edilen bireylikler arasında yepyeni ortak değerler oluşup, benimseniyor.
Ülkelerin geçmişten gelen ve kuşakları kaçınılmaz olarak etki alanına alan pekçok davranış yaptırımları, sanal da olsa kırılıp, özgürlük hissi tadılıyor.
Gerçeğin dışını prova etme olanağı sağlayan sanal gerçek, insanın aslında ne olduğunu da tartışılır hale getiriyor.
Böyle bakınca gelişmişlik de gelişmemişlik de bir arada görülüp, duyumsanır hale gelebiliyor.
İnsanlar çağına, kimliğine ve mekanına tıkılıp kalmama özgürlüğünün zaman dışı provasını yapabiliyor.
Bu da "anın gerçeği"ni büsbütün sorgulanır hale getiriyor.
Yeni insana doğru gidişin dışında kalıp kalmamak, seçilebilir olmaktan çıkıyor,

Sevgi Özkan

20 Haziran 2011 Pazartesi

DOĞRULAR, SADECE İYİ NİYETLE OLUŞMAZ.

Ortalama aklın oluşturduğu ortak mantık, doğru kabul edilenler üzerinden sorular ve çözümler üretmeye kalkınca doğruya ne kadar ulaşıldığının tartışılması gerekir.

Tıpkı, demokrasi adına yapıldığı veya yapılacağı söylenen pek çok girişimin gerçek ölçülerin dışında anlamlarla sunulmasıyla, yapılanlar ve yapılacakların demokrasiyi ne kadar yaşatacağının da düşünülmesi gerektiği gibi.

Siyaset Bilimci Prof. Ersin Kalaycıoğlu ile Mine Şenocaklı'nın Vatan Gazetesinde yaptığı söyleşiden alıntılanan aşağıdaki ifadeler, doğru ile yanlış arasındaki farkın göz ardı edilmesinden çıkarılan sonuçları ortaya koyuyor.

Demokrasi ile koalisyon ve istikrar ile faşizm arasındaki doğru bağlantıyı inceleyenlerin analizleri dikkate alınmadığı için, demokrasi adına koalisyonları reddedenlerin  demek istediklerindeki gerçek dışılık da, genel olarak anlaşılmıyor.

Söyleşide Prof. Kalaycıoğlu’nun üstünde durduğu noktalar, bu ve benzeri konulardaki kafa karışıklıklarının giderilmesi ve gerçeklere uygun değerlendirme yapılması için çok önemli

İyi niyetli olma, doğruların gerçekleşmesi için yeterli olmayacağına göre bilmeyenlerin bilenlerin söylediklerine kulak vermeleri gerekir.

 

Sevgi Özkan

 

“BAŞBAKAN’IN KOALİSYON DÜŞMANLIĞI DÜŞÜNDÜRÜCÜ

Halkın çok hassas olduğu bir konuda, “Galataport ve Haydarpaşa bitecek” diyor...

Üstelik bu yerel yönetimin konusu... Ankara mı takip edecek bu konuları artık? İstanbul’daki Haydarpaşa’nın nasıl olacağı Ankara’dan mı tayin edilecek? Onu yapacaksanız, o zaman kamu yönetimlerine yetki devredeceğiz açıklamasının da bir anlamı yok. Hem yerel yönetimler reformu yapacaksınız hem kamu reformuyla yerel yönetimlere daha fazla yetki vereceğinizi söyleyeceksiniz hem de aynı cümlenin devamı olarak İstanbul’a şunu, Ankara’ya bunu, İzmir’e bunu yapacağız diyeceksiniz. Olmaz, bu konular yerel yönetimlerin işi, Ankara’nın işi değil... Sonuç itibariyle İstanbul’un üçüncü bir havaalanına ihtiyacı olup olmadığına Artvin’deki adam mı karar verecek? O mu oy verecek? Üstelik İstanbul’a kurulacak üçüncü havaalanı ormanın içine yapılacak. Orman yok olacak. Ben ormana mı gitmek istiyorum, havaalanına mı? İkincisi; bizim üniversitemizden görünüyor Sabiha Gökçen Havaalanı. Uçak inmiyor oraya, doğru düzgün çalışmıyor. O havaalanı çalışmazken üçüncü havaalanına niye ihtiyaç var? Bize birisi bunu anlatacak! Bizim bunları İstanbul olarak tartışmamız lazım. Yoksa bunları Ankara’yla tartışmamız İstanbul’un yönetiminde merkezciliğin, devletin ağırlığının artması anlamına geliyor. Aynı şekilde Ankara’nın ve İzmir’in yönetimlerinde de... Öyleyse büyükşehirlerin seçilmiş belediye başkanları niye var?

Başbakan’ın “Koalisyonlarda kazanımlar heba edilir, Siyasi Partiler ve Seçim Yasası buna göre yenilenecek” açıklamasının da problemli olduğunu söylediniz...

Evet. İkinci problemimiz de koalisyon düşmanlığı. Bunu çok sık sorguluyorum, çünkü bu Türkiye’de anlaşılmış bir şey değildir. Koalisyon hükümeti sadece demokrasilerde vardır. Koalisyon istemiyorsanız, demokrasi isteyip istemediğiniz şüphelidir. Burada tartışma yoktur. Türkiye’nin geçmiş koalisyon performansları yanlış değerlendiriliyor. Ya samimi olarak yanlış değerlendiriliyor ya da öyle değerlendirmek tercih ediliyor. 1973’te kurulan MSP-CHP koalisyon hükümeti müthiş bir petrol darbesi yaşamıştır. Onlar üretmedi darbeyi. OPET bir anda petrol fiyatlarını dörde katladı. Türkiye’nin dış ticaret açığı fırladı, gitti. Oysa 1973’de Türkiye’nin ödemeler bilançosu fazlası vardı. Elimizde birikmiş döviz vardı. Onu sildi süpürdü 25-30 günde. Şimdi o gün koalisyon hükümeti olmasaydı da Adalet Partisi tek başına iktidar olsaydı ya da CHP ya da MSP tek başına olsa ne yapabilecekti? Başka bir yola mı girecekti? Hemen arkasından Kıbrıs Savaşı patladı. Bu savaşı biz mi ilan ettik? Hükümet kucağında buldu. Sonuçta koalisyon hükümeti başarıyla da altından kalkmıştır bu savaşın. Sonuçları itibariyle değil ama savaş olarak... Ve şunu unutmamak gerekir, bugün övünülen ekonomik performansın kurucusu, mimarı, fikir babası da Kemal Derviş’tir, AKP değil! Onlar Derviş’in politikalarını iyi uygulamışlardır bunun için müteşekkir olmalıyız. Ancak kurucusu, Türkiye’yi 2001’de yediği büyük mali darbeden çıkaran DSP-ANAP-MHP koalisyon hükümetidir. Dolayısıyla koalisyonlar bu işi beceremiyorlar argümanı yanlış bir argümandır. Mantık olarak yanlış vardır burada. Bu, nedensellik bağlantısını karıştırmaktır. Bunu yapan öğrenciyi biz sınıfta bırakıyoruz açık söyleyeyim. Tamam, koalisyon olmasın ama Başbakan insanları korkutuyor. “Koalisyon olursa iktisadi felaket gelir” diyor. Böyle bir teori yok. Böyle bir genel bulgumuz da yok. Yıllardır Türk siyasal hayatı üzerine çalışıyoruz, biliyoruz...

 

AKP, DEMOKRATİKLEŞMEYİ SİVİL ASKER İLİŞKİSİNE İNDİRGEDİ

Ama halkın genel inanışı koalisyonlar hep kötüdür şeklinde...

Çünkü halk genellikle bu konuda ilişkinin içeriğini inceleme noktasında değil, o yetenekte değil. Halkın filozof olmasını da beklemiyoruz zaten. Ama halka “Koalisyonlar Türkiye’de yürümüyor” mesajını verdiğiniz zaman bu demokrasi yürümüyor demekle çok yakın bir şeydir. Oysa bakın, bugün koalisyon olmasın diye kurulmuş bir yöntem olan çoğunlukçu demokrasi yönteminin beşiği olan İngiltere koalisyonla yönetiliyor. İcap ederse yönetilirsiniz. Dolayısıyla koalisyonu bir araç olarak kullanmamak gerekir. Ama bence Başbakan’ın bunu kullanmasının nedeni, tek başına ağırlıklı çoğunlukla AKP’nin iktidara gelmesi ve istediği gibi bir anayasa yapmasıdır. Bu anayasa da demokratik içerikte olmayacaktır. Benim derdim bu.”

15 Haziran 2011 Çarşamba

"FUZULİ VEKALET" DİYENLER HAKLI MI ÇIKTI?

Ali Rıza Kardüz, diğer adıyla Güngör Uras’ın Ayşe teyze örneklemeli anlatımları toplumsal konuları pek çok kişinin algılamasını sağlayıcı nitelikte sevimli yazılardır.
14 Haziran Milliyet Gazetesinde Ayşe Teyze'nin AKP ye oy verdiğini işaretleyen ilginç yazısı çok önemli bir noktaya değinmiş.
Seçim öncesi gezdiği yerlerde kendi ekonomik ve sosyal problemlerini mutlaka yazmasını isteyen okurların şikayetlerini hep aktardığını ama bu istekleri ile eylemleri bir olmamalı ki bu seçim sonucu böyle çıktı diyor.
Bu konuda yetmişli yıllardan bir anekdot aktararak bu çelişkili davranışın bir başka yanını dile getiriyor.
1971 de işçi ve ezilenlerin hakları için mücadeleleri nedeniyle kapatıldıkları hapishanede Uğur Mumcu ile Uğur Alacakaptan arasında geçiyor bu konuşma.
Ellerine geçen bir gazetede, o zamanın İşci Sendikası mensuplarının Galata Kulesinde yaptıkları bir toplantıda dansöz de oynattıklarını gösteren fotoğrafını görüyorlar.
Uğur Mumcu, biz işçi sınıfı savaşımı için onlara vekaleten hapiste tutulurken işçi temsilcileri, Galata Kulesinde dansöz oynatıyorlar. Bu işte bir yanlışlıkolmalı diyor.
Uğur Alacakaptan da hukukcu bilgeliği ile ona bizim yaptığımıza "fuzuli vekalet" denir diye cevap veriyor.
Ali Riza Kardüz de, bize de şikayet bildiren yurttaşların vekaletini dile getirerek yazıyoruz ve iktidar bize kızıyor, oysa yurttaşların yarısı şikayet ettikleri yönetim ve partiye oy veriyor diyerek gazeteci olarak bu tutumu da fuzuli bir vekalet olarak tanımlıyor.
Gerçekten de Nasrettin Hocanın Timurlenk'e fil şikayetine giderken arkasında kimse kalmamasını anlatan fıkradaki gibi, şikayet edenlerin tam sırası geldiğinde ortadan kaybolmaları veya caymalarına dayalı bir toplumsal davranş kodlanmasından söz etmek gerekiyor..
Ayrıca demokratik hakkını kullanmak adına fikir belirtenlere, kimi sokak eylemlerinde görüldüğü türden taşkınlık önleme gerekçesi ile gaz sıkılabilmesi, karşı duruş davranışının güç kullanılarak halledilebilecek bir olgu olarak değerlendirilmesi de, aynı vazgeçme ve vazgeçirme davranış mantığına dayanıyor.
Zaten devletimizin uluslar arası davranış karşılaştırmalarında örneklenen davranış karakteristiğinin genel  olarak “ne yapacağı belli olmaz” biçiminde nitelendirilmesi de, söylemle eylemin tutmaması  türünden dışlaşan davranış gerçeğimizi başka bir yönden yansıtıyor.
Aslında bu nitelik, aynı zamanada ortak eylem için ortak akıl üretemeyen davranış kodlarımızı da kapsayan bir nitelik olarak okunabilir.
Sonuç olarak sosyolojik analizleri çeşitli boyutlarda dışlaşsa da bu durum bazı sonuçları tayin edici olarak dikkate alınması gereken bir nokta.
Bazı oluşumları çok önemli olan bu veriyi hesaba katarak düşünmemiz gerekiyor.
Sevgi Özkan




13 Haziran 2011 Pazartesi

MEYDANLAR AKP'YE Mİ KALDI ?

Sandığın ustası, politika ustası gibi taltiflerle taçlandırılan İktidarın seçim zaferi,
öyle yorumlarla anlamlandırılıyor ki meydanlar AKPye kaldı demek mümkün.
Taraftar sayısı artsa da, sandalye sayısı azalan bir partinin değerlendirilmesindeki bu çoşku geçince, ülkenin iç ve dış gündenmindeki mutlaka halledilmesi gereken sorunlar unutulmuş gibi.
Bunların bir kısmı baskılanabilir, bir kısmı ise asla baskılanamayacak kendini dayatan sorunlar olarak bu iktidarı uğraştıracağa benziyor.
Yani, zafer neşesinin altında endişeli bir ruh hali yatıyor olmalı.
"İkdidarsa, buyrun iktidar. Şimdi ne yapılacak?" sorgulaması muhaliflerden önce onların kendilerine sordukları bir soru olmalı.
Suriye ile ilişkiler, gelişmeler, Kürt realitesi ile acil hesaplaşma durumu, zafer neşesinin gerçeklerle gölgelenen yanını ortaya çıkarıyor.
Toplu sınavlarda ortaya çıkan başarısızlık, nüfus kayıtlarındaki tüm açıklamalara karşın düşündürücü artış, sonuçların yasak bitiminden itibaren saptanma başarısını, şaşırıtıcı bir maharete dönüştürmesi, oyun bozanlık algısı yaratmamak için sıcağı sıcağına konuşulmayan tuhaflıklar.
Bu ülkenin oy verme yetkisindeki seçmenlerin yüzde ellisinin gidişatı onayladığı görülüyorsa geri kalan yüzde ellisini de sorunlara ve acayipliklere cevap beklediği unutulmamalı
Seçmen şunu dedi bunu dedi diye, mevcut açıkları oy miktarıyla kapatmaya kalkanlar, geri kalan yüzde ellinin ne dediği üzerine de mutlaka düşünmeliler. Meydanlar her zaman akla takılır.

Sevgi Özkan

7 Haziran 2011 Salı

SUÇ ATMA ÖZGÜRLÜĞÜ

Geçmişe dönük faili belli olmayan iddialar ortaya atılarak dikkatlere tuzak kurulması
siyaset oyunlarına uygun olsa da siyaset yapma etiğine uygun mu?
Çamur atma ve vur-kaç siyasetiyle kafaların karıştırılması kime yarar?

İddiaya göre diye başlayan böyle suçlamaları herkes yadsıyor ama sen doktordan iyi mi bileceksin fıkrasında olduğu gibi insanların canlılığı değil doktorun sözünün esas alınması isteniyor.
Savaşta yaralı  ve ölüleri ayırt etmeye vakit bulamayan doktor, sedyecilere yerde yatanı dürtün kıpırdıyorsa dokunmayın kıpırdamıyorsa ölmüşdür denize atın demiş.
Sedyeciler kıpırdamayan hastayı tam denize atacakken hastanın ne oluyor diye sorması üzerine seni denize atacağız demişler.
Hasta neden ben yaşıyorum deyince, "Doktor öyle söyledi sen  ondan daha iyi mi bileceksin" diye
cevaplamışlar.

Şimdi iddia yöneltilenler tümü birden böyle bir sey yok deseler de, iddia serviscileri suç atma özgürlüğünden yararlanarak hala konuyu gündemde tutarak dikkatleri dağıtmaya çalışıyorlar.
İşte bu durum nasıl güdümlü kargaşa ortamında bıçak sırtı sakinliklerde yaşadığımızı hepimize tekrar tekrar hatırlatıyor

Ülkemiz, asılsız kargaşa iddiaları ve dedikodularla yönetilmeye çalışılıyor.
Bunun farkına varmak, bu iddiaların kimlerce benimsenmeye hazır olduğunu görmek doğru karar vermede anahtar olacaktır.

Sevgi Özkan

5 Haziran 2011 Pazar

Aynı Azarı İşitmişiz Biz!

Seçime az kala siyasi partilerin reklam yarışı şimdilik başa baş gidiyor.
Kimisinin müziği ve sözleri, kimisinin sosyal kompozisyonu, insanları bir yerden kavrıyor.
"Aynı kaptan içmişiz biz" söylemine, aynı azarı işittikleri eklenmese de, her gün artan ve önlenemeyen negatif izlenimlerin, umutlanılması gereken beraberlik söylemlerine dönüşmesinin duygusal zemini cilalanıyor.
İnsanların çok çabuk ağladıkları bir toplumda, bu tür duygusal sunumlar fikir değiştirici olur mu?
Merak ve incelenmeye açık bir konu.
Tüm ayrıştırıcı davranış ve sözlerden sonra, birleştirici nağmelerin gücüne dayanmak,
reklamın gücünü gösterirse de, "gerçeği gösterir ve biçimler mi?" tartışılır.
İnsanların güvenilir olması, sözleri ile davranışların uyumundan doğar.
İnsan olarak bir liderin söz ve davranışlarındaki zıtlık, insani ilişkileri yaz-boz tahtasına döndürürken, bu zikzakların kanıksanır hale gelmesi, insanların geleceklerini belirleyecek politikacıları, akıllarıyla değil, kalpleriyle dinleme eğiliminden oluşuyor.
Fikir üretimine dayalı rasyonelliğin yerini, duygusal tepkilere dayalı davranışlar alırsa, daha önceki aşamalar bu yönde bir ölçü kazandırsa da yapacak fazla bir şey kalmıyor.
Bir reklam nağmesini tüm yanlışlıklara tercih etme duygusallığı, epey pahalı bir bedelle ödenebilir.
Yaşanan aksaklık ve baskıların demokrasi gibi, özgürlük ve hak arayaşının da anarşi gibi, değerlendirilmesi, gerçeği çarpıtıyor. Aynı kelimenin zıt yorumlanmasından doğan kavramsal farklılaşma ve buna bağlı uygulama da, toplumsal ayrışmanın temelini oluşturuyor.
Akılsal onaylama için, kavramsal onaylamaya ihtiyacımız var.
O da, çoğunluğun kabul ettiği biçimde değil, gerçeğin doğru algılanmasıyla mümkün olabilir.

Sevgi Özkan