29 Mart 2015 Pazar

OKUMAK PAYLAŞMAKTIR.

Zygmunt Bauman & avid Lyon'un çağdaş toplum üzerine analiz paylaşımlarından oluşan AKIŞKAN GÖZETİM' i yeni bitirdim. 
Ayrıntı yayınlarından güzel bir çeviriyle okura sunulmuş bu kitapta, sürekli değişen akışkan günümüz toplumlarında gözetim sistemlerinin etraflıca ve tüm paradoksal yanlarıyla tartışılıyor. 
Günümüz yaşamında hiç alakasız gibi gördüğümüz pek çok şeyin birbiriyle bağlantısını kavratıp şaşırtarak zamanın ruhunu daha iyi anlamaya yol açan bilgilenmelerle zenginleştirici bir tartışma zevkle izleniyor.
Okurken altını çizip not aldığım cümlelerden bazılarını paylaşmak istedim.
Çeşitli bölümlerden alıntıladığım aşağıdaki örnekler, kitabın bütünü hakkında tam fikir vermese de düşünme basamaklarının çeşitliliği açısından bir fikir verebilir.
Günümüzün yarın endişeli atmosferinde sabah erken okumalarda beni çoşturan tüm kitaplar gibi bunda da çok beğendiğim yerleri sevgili eşime musallat olup onunla paylaşarak bitirmenin mutluluğunu yaşıyorum.

Aşağıdaki cümleler okumak isteyenlere tam fikir vermese de paylaşmak istedim. 

"Yaşadığımız sürece asla tatmin edilemeyecek olan, doymak bilmez rahatlama arzusundan ötürü huzur bulamıyor olmamız paradoksaldır."
"Beklenmedik durumlarla ilgili kaygıların sona ermesi hayaline en çok yaklaşılan yer mezarlıktır."

"Güvenliğin hizmetindeki gözetimin ve buna bağlı teknolojilerin huzuru sağlayacağı inancı yanlıştır ve diğer seçeneklerin önünü tıkar."

"Internet bizim insanlığımızı çalmıyor,onu yansıtıyor"
Bu durumda (internetin sundukları)bu sunulanları ve hayatımızdaki etkilerini iyi veya kötü, yararlı veya zararlı kılan şey yine bizim, yani aktif facebook kullanıcıları olan bizim onları kullanma biçimlerimizdir. 
Bu tamamiyle bizim neyin peşinde olduğumuza bağlıdır. Teknolojik aygıtların tek yaptığı arzularımızı daha çok ve daha az gerçekçi, ve arayışımızı daha hızlı ve daha yavaş, daha etkili veya daha etkisiz hale getirmektir"

Sevgi Özkan

25 Mart 2015 Çarşamba

JAPON MÜHENDİSİN ERDEMİ ve BİZ.

Yaramazlıkları önlemek için dövmeden bir önceki terlik göstererek yapılan uyarı ile terbiye edilen çocuklar toplumunda, yeni ortaya çıkan yolsuzluk iddialarının aklanması için susturulması çeşitlemesiyle sorun aklandı ve çözüldü sanılıyor.
Terlik göstermekle uslu durmaya zorlanan çocuklar, o terliği tekrar tekrar görecek biçimde yaramazlıklarını
sürdürdükleri gibi ulu orta ağız dalaşına giren iki partilinin kavgaları da, önlenmiş gibi kabul edenler çıkabiliyor.
Peki  şimdi bir tanesinin öteki hakkında ileri sürdüğü yolsuzluk suçlamaları ne oldu? Aklandılar mı?
"Kol kırılır yen içinde" gibi "laf tıkılır ağız içine"gibi bir ifade mi benimsenmeye başlıyor acaba?
Yolsuzluk ve benzeri davranışlar bu sefer de bağımsız  mahkemeler yoluyla aklaşılması gereken ve tüm toplumu ilgilendiren suçlamalar yok mu sayılacak yoksa aklanmış mı kabul edilecek? . .
Ortaya çıkarılmasıyla tüm toplumu ayağa kaldıran suçlamaların ihbar kabul edilmesi için beklemek, unutulmaya bırakılmaktan medet ummakla mı kalınacak ve bu da yeterli olacak mı sanılıyor acaba?
Ben yaptım oldu zihniyetiyle ortaya çıkan ihbar veya deliller asla bağımsız yargılanmaya bırakılmadan yok gibi kabul edilmesi sağlanacak ve bu tavır da bir erdem gibi sunulacak, ondan sonra oy yüzdeleriyle oynanma ihtiyacı artacak.
Bunları olagelen ve normalmiş gibi savunanların da varlık sürdürmeye kalktıkları günlerin de bir sonu olacaktır elbet.
İş kültüründe  erdem örneği olarak Japon Mühendisin intiharı tüm örtülemez gerçekliğiyle ortada dururken, yapılan edilen bu atraksiyonlar erdem algısının ayarlarıyla nasıl oynandığını gösteriyor.
Japon mühendise üzülürken sahip olduğu sorumluluk erdemine gıpta etmemek mümkün mü?
Kendisini saygı ve kederle uğurluyoruz
Sevgi Özkan.

8 Mart 2015 Pazar

MİTOMANİK YANDAŞLIK !

Yalan söyleme ve kendi yalanına inanma çerçevesinde açıklanan Mitomani sözcüğü hastalıklı bir durumu işaret ederken bir yandan da yalan söyleme alışkanlığının, bir yalanın ortaya çıkmaması için başka yalanları zorunlu kılmasıyla oluşan bir davranışı tanımlar..
Yandaşlık da duygusal ve fikirsel yönden başlı başına bir tarafgirlik olup, siyasi alanda ortak savaşımların hazır kuvveti diye de adlandırılabilir.
Aynı yalanın yandaşlarca paylaşılmasına da mitomanik yandaşlık diyebiliriz.
Yandaşlığın duygusal stratejisi mi, aynı yalanı paylaşma erdemi(!)mi, yoksa yandaşlığın zorunlu çaresizliği mi yoksa hepsi mi demek doğru olduğu tartışılabilirse de yandaş olma durumu, kendi isteğiyle körleşme diye tanımlandığında grupsal aidiyeti bozucu davranışlar, birliği bozucu girişimler olarak algılandığı kesin.
Sessiz onaylaşma diye de bakılabilen yandaşın bireysel ayması, geride kalan toplu aymazlığa çıban gibi batınca toplu savunularla güçlülük oluşturulmaya kalkılıyor..
Bu durum son günlerde safları iyice belirlenen zihinsel çatışmanın sembolü Kabataş Düzenlemesi'yle ilgi gelişmeler le örneklenebilir.
Örtülmeye kalkılsa da bir türlü örtülemeyen yalanların beklenmedik zamanda ortaya çıkması, üstüne gerçeklik inşaa edilmeye kalkılan bu zihinsel düzenlemenin savunucularında kapanması zor gedikler oluşturuyor.
Koşulsuz tabi olunan baş aklın,.aslında gerçek olmayan bir olayın doğruluğunda ısrarının, yandaşları düşürdüğü durum, son derece ibretlik.
Yandaşlık ayarını bozan bu gibi durumlarda, bireysel akortların gözden geçirme zorunluluğu ortak kalem oynatmaların çaresizliği ve de karşı tarafın yandaşlık aidiyetine dönük eleştirilerinin sağlamlığı ortaya çıkıyor.
Bu durum da, ' bir kötülüğün yapılması, bir daha yapılmaması için verilen bin tavsiyeden iyidir' anlamındaki "Bir musibet bin nasihatten evladır" deyişinin isabetini onaylatıyor.
Sevgi Özkan

7 Mart 2015 Cumartesi

"Eş öldürme"

Son yıllarda belirgin biçimde artan kadına yönelik saldırı ve cinayetler sadece sayısal değil pervasızlık kültürü açısından da kabul edilemez boyutlara ulaşmış durumda.
Neden böyle davrandığı sorulduğunda "öldürmediğime dua etsin, görüyoruz herkes öldürüp, yakıyor" gibi failin nerelerden kuvvet bulduğunu ve kendi kalitesi(!)ni gösteren veya neden öldürdüğü sorulduğunda "sana ne" gibi istediğini yapma hakkının altını çizen meydan okuma pervasızlığı daha da ürkütücü.
Eş sorunlarının çözümünde yaralama ve öldürmenin, sorun çözme biçimi olarak sorun sahiplerince nasıl kanıksandığını gösteriyor.
Cezalandırma aşamasında hakim karşısına takım elbise ve saygılı bir beyefendi gibi çıkarak cezasını hafifletebilme avantajının varlığı, bu eylemlerin, yargılayanlar açısından da, giderek nasıl bir kabul ve dokunulmazlık kazandığını yansıtıyor.
Böylece bu davranış faillerin her alanda kendilerini son derece haklı ve alacaklı görmesine de yol açabiliyor. 
Giderek, gerçek bilgi, bilim ve "düşünme" eğitimi ihmal edilen ve canının istediğini yapmayı kendi hakkı sananları çeşitleyip çoğaltan, bir toplumsal işleyiş oluşuyor.
"Her şeyin başı eğitim"algısının yaygın kabulüne rağmen özellikle eğitimde bilimsel ve bilgisel değil sadece dinsel amaçlı düzenlemeleri reform sayan zihniyetin egemenliği bu oluşumda önemli diğer bir etken. 
Genel yönetimin, pek çok alanda gerekli hukuki ve sosyal boyutları dikkate almadan her istediğini uygulamaya kalkmasının etkili bir rol modeli olması da bu davranışları yaygın ve geçerli kılabiliyor.
En masum deyişle "PERVASIZLIK" kültürü diye özetlenecek bu durum, bugünkü hasarı kadar gelecekte nasıl nesiller oluşturacağı yönünden daha da önemli bir soruna dönüşüyor.
Seçimlerde oy verirken yapılacak en önemli değerlendirmelerden biri, bu tehlikenin nasıl önleneceğini dikkate alanların seçilmesi olmalı. Konunun dikkatle değerlendirilmesi, başlı başına bir vatandaşlık sorumluluğudur. 
Sevgi Özkan 

4 Mart 2015 Çarşamba


Hızlı Değişkenlik Gerçeği.
Günümüzün temel niteliği, çok yönlü etkileşimlerin hızla birbirini dinamize etmesinden oluşan bir "gerçeklik"de yaşamak.
Akışkan değişimlerin hız ve şiddet üzerinden hem seyredeni hem de seyredileni olarak yaşamak. 
Bu değişken gerçeklik yaşam algılarımızı da devamlı yeniden biçimliyor. 
Varlık nedeni ve varoluş amacını düşünmeye vakit bırakmayan hızla etkileşimlerle, tutunacak sağlam dal bulamadan savrulup duruyor insanlar. 
Esas kriz burada.
Sevgi Özkan

1 Mart 2015 Pazar

ŞİDDET ALIN YAZISI MI?
Son yıllarda en önemli sorun, günden güne artan ve o oranda normal hale gelen ŞİDDET refleksi.
Şiddet şiddeti doğurduğu için toplumdaki etkisi katlanarak toplumsal travma haline geliyor. 
Şiddetin normalize olduğu, toplumsal reaksiyonların çok yönlü etkenlere dayandığı gerçeği, onun yarattığı hasarları daha iyi analiz etmeyi gerektiriyor.
Çağın ortak dili de olan şiddetin gitgide kaçınılmaz bir iletişim biçimi haline gelmesinin nedenleri toplumlara göre farklılaşsa da iyi algılanmalı. 
Ülkemizde de pek çok etkenin yanında en çok yönetimin başında devamlı bağırıp çağıran, ona buna çatan etkili rol modellerinin olması önemli. Buna insanların kendilerini denetlememe olgusu, eklenerek duygusal tepki mirasıyla birleşip özel bir saldırganlık biçimini meşrulaştırıyor. 
Geçen gün bir tv ekranında değerlendirme yapan Psikolog Emre Konuk, pek çok etken yanında eskiye göre şimdi artan şiddet eğilimini, insanların öfkelerini kontrol etme gereğini artık eskisi gibi duymamaları olarak açıkladı. 
Gerçekten de bu tutumda en önemli etkenin toplumsal rol modellerinin böyle davranmayı meşrulaştıran tutumlar olduğu tartışılmaz.
İnsanlar arasında olumlu olumsuz tepkilerin aşırı duygusal ifadelerle ortaya konduğu duygusal tepkilerin egemen olduğu toplumlarda, tüm bireyleri etki alanına sokan bu olgu,"erkek dediğin böyle yapar" kavramı kapsamında algılanan höt-zöt kültürünün giderek içselleştirilmesine yol açıyor. 
Kadınıyla erkeğiyle, bağırmadan konuşmayan, dövüşmeden tartışmayan, bir iletişimin yaygın olarak benimsendiği için şiddet de normal olarak algılanmaya başlıyor. 
Aynı şeyi söylerken bile birbirlerini duymayıp kavga edenlerin  çoğaldığı bir toplumda, şiddetsiz iletişim ve nezaketin neredeyse suç veya enayilik gibi algılanmaya başlamasının anlaşmayı da asla mümkün kılmıyor. Her şeyden önce bu gerçeğin bilincine varmak gerekiyor.
Bu gerçeğin farkına vardıktan sonra da şiddetsiz iletişimi sağlayacak şartları yaratmaya çalışmalı. Sabah akşam insanları geren yüksek sesli hırçın demeçleri sessize almak ve konuşma bitince geri dönmek belki de yapılacak en kestirme korunma olacaktır. Olan biteni izlemek gereğini bağırıp çağırmaları duymadan, söylenenlerin aslında ne anlama geldiğini yazılı metinden takip etmek, bu söylemlerin yarattığı yıpranmayı önlemek açısından değerli. Ayrıca söylenenlerin gerçekten değerli olup olmadığını iyice kavramak açısından da yararlı olabilir.
Özellikle gençlerin ve çocukların bu davranışların etkisinden korunması, yeni nesillerin insani gelişmişlik kalitesi açısından acilen gerekli. 
Şiddet, alın yazısı değil olsa olsa benimsenmiş bir refleks oluyor.