25 Mayıs 2013 Cumartesi


Söz Taşıyıcı Muhabirler!

 

Bir siyasetçinin veya ünlünün öbürü hakkında açıkça söylediği eleştirel sözleri, söylenene tekrar hatırlatarak ne diyeceğini sormak, gazeteciliğin gereği midir yoksa amaç, tarafları birbirine düşürerek malzeme çıkarmak mıdır?

Virüs taşıyıcı portörün yaptığı hasarla söz taşıyıcının toplum bünyesinde yaptığı hasara yola açan etkenler de okuyucunun bunu talep ettiği düşüncesinin kabulüyle yaşama geçirilmektedir.

Söz sahipleri, söz taşıyıcıları, bunu isteyen dinleyiciler mi, siyasetin böyle negatif ve dedikodumsu sürdürülmesinden sorumlu diye sorgularken bunu yaratan anlayış iklimi de aynı derecede sorumlu değil midir?

Amerika’yı ziyaretinde Papa’ya genelevleri nasıl bulduğunu soran muhabire, Amerika’da genel ev var mı? diye cevaplayan Papa, fıkrasındaki gibi, “Papa gelir gelmez genelev var mı?” diye sordu haberini attıran çabaya benzeyen durumlar yaratılıyor.

Rakiplerin birbirlerine söyledikleri üzerinden yapılan çatıştırtma girişimi gerçek gazetecilik sayılabilir mi?

Eğer böyleyse insan ilişkilerinde arkadan söyleneni o kişiye yetiştirme çabasına dedikodu dendiği gibi, açıktan söylenenin altını çizerek söz sahiplerini birbiriyle karşı karşıya getirme çabası da dedikodu sayılır.

Haber yaratmak adına rakibinin yaptıkları üzerinde durmamayı seçecek olanı bile zorla dövüşe ittirmeye benzeyen bu çabalar, insanların seyretmekten gizli zevk aldığı dövüşler gibi yaşamlarımıza egemen oluyorsa, güç karşılaştırmasında hayvan dövüştürmekten seyirlik zevk duyanlarınkine benzer gömülü zevkler etkili olmalı.

Politika yapmayı özellikle karşısındakini pataklamak olarak algılayan siyasetçiler ve partizanlık adına yapılanların, gerçek karşı durmaları önlediği unutulduğundan, onu ona düşürüp söz güreşi yaptırmak da marifet sayılıyor sanki.  

Gerçek politika bu mudur yoksa, toplumların ortalama akıl ve duygu birikimi henüz ancak bunlara mı yetiyor diye düşündüren bu durum,
toplumların genel insani gelişmişliği açısından önemli bir sorunu yansıtıyor.

21 Mayıs 2013 Salı


Onlar da, Bu Yurdun Bibloları.

 
Göğüs üzerinde kavuşturulmuş kollar, genellikle öğrenmeye hazır olma ile hesap sorma veya bildikleri üzerinden meydan okuma arasında bir etki yaratır ya, ben de Mısır’ın Firavun bekçileri imgesine uyan minik figürden böyle bir izlenim alıyorum.
İsmini Abidin koydum.

Bu ismi uygun görme nedenim anlam değil, görüntüsüne denk düşen fonetik bir uyum.

Dahası, mutfağımın giriş ve çıkışta en dikkat kesici yerine koyarak göz önümde bulunmasına ve beni göz hapsinde tutmasına izin verdim.
Hayır, pişman değilim. Ama onun sorularına yakalanmadan mutfağa girip çıkamaz oldum.
Önünde durduğu, kulplu fincanlığın yatay parmaklıkları da, sadece firavun bekçisi görüntüsü yaratmayıp benim de ona laf atmama yol açıyor. Cevaplar da benden tabii.

Onun onayını aldığımı sanmak bana yetiyor.

Sahip olduğum Şaziye isimli diğer sevimli minik keçi figürünü de onun yanına getirdim.

Böylece ikisiyle ayrı ayrı konuşmaktan da kurtulmuş oldum. Artık kim anlarsa öbürüne anlatıyor. Bazen kendi aralarında tartışıp başımı şişirdikleri de oluyor.

Şaziye inatçı ve ısrarlı, Abidin de, duruşunu bozmayan bir direniş içinde.

Bana sormadan tartışmaları iyi. Çünkü sorularıyla baş etmem mümkün değil.

Bütün gün fondaki siyasi haber ve tartışmalardan etkileniyorlar haliyle.

Ne üstlerine vazife denilemez, onlar da bu yurdun bibloları.

Sevgi Özkan

18 Mayıs 2013 Cumartesi

Unutmayanlar unutanlara hatırlatmalı. Cumhuriyet'ten Nilgün Cerrahouğlu da Swabodoyu hatırlatmış. Sağolsun. 
Sevgi Özkan

 

'Yetmez ama Evet'çi Swoboda'dan Son Ayar

Swoboda’nın Kılıçdaroğlu’na yaptığı terbiyesizliğe şaşırmadım.
Onun hangi tıynette bir adam olduğunu 12 Eylül referandumunda anlamıştık.
Avrupa Parlamentosu’nun o dönem Sosyalist Grup Başkanvekili olan Bay Swoboda, “yetmez ama evetçi” AKP yandaşları kervanına katılmış ve Türkiye’deki kampanyaya açık biçimde taraf olarak, seçmenlerden “evet oyu” talep etmişti…
Bununla yetinmemiş, CHP’ye “AP’nin sosyal demokratları adına” ilk ayarını vermeye kalkmış; (Avrupa Parlamentosu) sosyal demokratları olarak biz bu paketi destekliyoruz! CHP de sosyal demokratsa referandumda eveti desteklemeli!” demişti
Bunun üzerine CHP Brüksel Temsilciliği, AP’nin sosyalist grup üyelerine, “Bu paketin ne anlama geldiğinden sizin haberiniz var mı? Yoksa… biz size anlatalım” mealli bir mektup göndermişti.

Geçmişin kuyruk acısı

AKP yandaşlarınca Avrupa kulislerinde sürekli “çağdışı” diye takdim edilen CHP’den bu atik tetik iletişim atağını beklemeyen Swoboda, bunun üzerine kontrpiyede kalmış, kalesinde gol yemişti.
Çünkü CHP Brüksel bürosunun Avrupa parlamenterlerine gönderdiği mektup sayesinde sosyalist vekillerin Swoboda’nın kendi adlarına CHP’ye verdikleri ayardan tamamen “habersiz oldukları” ortaya çıkmıştı.
“Böyle bir açıklamayı, sen bize sormadan nasıl yaptın?” diye hesap soran “sosyalist mevkidaşları” karşısında, Swoboda müşkül durumda kalmış; o dönemde Martin Schulz’dan boşalmakta olan “Grup Başkanlığı” koltuğunu bu yüzden kaybetmek riski ile karşılaşmıştı.
Swoboda’nın (AKP yanlısı) fikirlerini beyan ederken ezcümle bunları “sosyalist grup” adına dayatması çünkü arkadaşları arasında “rahatsızlık” yaratmıştı. Bugün bunu AKP referandumunda yapanın, başka bir konuda yarın benzeri oyunlara başvurmayacağının garantisi var mıydı?
Bu, her şeyden önce önemli bir ilke sorunuydu…
Kaldı ki CHP’nin yanında olan bazı vekiller de, “grup” adına; “desteklerinin” tamamıyla ters yönde kullanılması ve manipüle edilmesine açıkça içerlemişlerdi.
Brüksel koridorlarını tanıyanlar bu yüzden o dönemde Swoboda ile AP çatısındaki sosyalist/sosyal demokrat parlamentler arasında büyük bir kavga koptuğunu söylüyorlar.
Kuşkuya yer vermeyecek bir AKP destekçisi olan Swoboda’nın bu nedenlerden ötürü CHP ile geçmişten gelen açık bir hesabı var…

Swoboda bunu hep yapıyor

Geçmişte kalan bu olayın bize öğrettiği tek şey yalnız bir kan davasıyla sınırlı değil…
Swoboda’nın kişisel acendasını sürekli olarak “başkaları adına pazarlama” huyu, kronik özellik gösteriyor. Avrupa Parlamentosu’nun Sosyalist Grup Başkanı, referandumda sergilediği bu çapsız oyundan hiç vazgeçmiyor.
Dün… Avrupa solu adına hiç aslı astarı olmayan biçimde beyan ettiği AKP destekçiliğini, bugün güya gene Avrupa Parlementosu’nun tüm sosyalist temsilcileri adına Kılıçdaroğlu’na bir kez daha “had bildirmek saikiyle” sürdürüyor.
Sosyalist grupta Kılıçdaroğlu’na halbuki bir ortak “boy ölçüsü vermek” saplantısı yok.
Bilakis…
Çarşamba günü Avrupa Parlamentosu’nda Sosyalistler ve Demokratlar paneline hitap eden Kılıçdaroğlu’nun konuşması -Brükselli kaynakların aktardıklarına göre!- ziyadesiyle beğenilmiş ve ısrarla alkışlanmış.
Basın toplantısında arkadan Kılıçdaroğlu’nun “demokrasi karşıtlığı” kıstasında kurduğu bir Erdoğan-Esad benzetmesi nedeniyle çıkan skandaldan, çoğu sosyalistin haberi dahi olmamış.

İç tüketimi hedefleyen skandal

Brüksel’den bir gözlemci; “Sosyalist parlamenterlerin web sitesine girin bakın!” diyor:
“Konu hakkında herhangi bir açıklama yok. Avrupa parlamentosu vekillerinin çünkü meseleden hiç haberleri yok. Swoboda bunu adet edindi. Kişisel görüşlerini, her seferinde sosyalist grup adına konuşuyormuş gibi serdediyor ancak bu gerçeğe tekabül etmiyor. Hannes Swoboda’nın fitillediği tartışma sadece Türk medyasına malzeme sağlıyor ve yalnızca iç politika boyutunda, iç tüketimi hedef alıyor.”
Swoboda başka deyişle, Avrupa sosyalistlerinin gündeminde olmayan bir konuyu, kişisel özel hesaplarıyla, gündem konusu haline getirmiş durumda.
O kişisel hesaplar tam olarak ne? Bilmiyoruz.
Bilinen şey; Avrupa Parlamentosu sosyalist grup başkanının, kamuoyunda tırmandırdığı tartışmanın, Brükselli gözlemciler tarafından yadırganması:
“Swoboda, Kılıçdaroğlu’nun ifadeleriyle hemfikir olmayabilir. Bu fikirlere karşı çıkabilir ancak bu ayrılıklar yüz yüze konuşulur. Aynı siyasi aileden olup da bir siyasi lidere böyle açıktan had bildirmeye kalkışmak, görülmüş şey değil. Çok ayıp ve çok garip!” deniyor.
“İfade özgürlüğüyle değil, bu saygıyla ilgili bir durumdur!” diyerek şimdi kendisini savunmaya çalışan Swoboda gerçekte saygıdan bahsedecek son insan.

18 Mayıs 2013 - Cumhuriyet

 

17 Mayıs 2013 Cuma

İNSANA DAİR TEMEL SORUNLAR

http://www.radikal.com.tr/yorum/cocugun_gelecegine_dokunmak-1133783
Yukarıda bağlantı Radikal gazetesine belirsiz aralıkllarla yazdığımız çocuk hakları savunusu yazılarımızdan sonuncusuna ait.
Bugün yayınlandı. 
Yapılan ilk okur yorumu anlatmaya çalıştığımız konunun nasıl algılandığı hakkında da bir fikir veriyor.
Ne dediğimiz veya anlatmak istediğimizin nasıl yorumlanacağı veya konusal olarak nasıl paylaşılabileceğine de örnek olan bu yorum konunun ne kadar ele alınmaya muhtaç olduğunu da gösteriyor.  Bu gibi temel sorunları politize olmuş kamuoyunun gündemine sokmak insana dair temel konuların halline dikkatleri çevirmek başlı başına bir haklar müdaafasını yansıtıyor. İnsan sermayemizin entelelk kapasitesini geliştirmek başlı başına bir temel sorun olarak kavranmalı. Medyanın bu konuda yapacağı katkı da tartışılmaz.

9 Mayıs 2013 Perşembe


BİZSİZ DE OLABİLİRLER, YA BİZ?

 

AB’nin bizim için anlamı, AB’nin kurucu ve katılımcılarınkiyle aynı şeyi ifade etmiyor.
Daha doğrusu, AB içindeki devletlerin AB’ye yönelik eleştirileri ile bizim ki aynı değil.

Toplumumuzca AB’nin bizi küçümsediği ve zorluk çıkardığı gerekçeleriyle biçimlenen eleştiriler, AB nin kendi içinden AB ye yöneltilen eleştiriler oldukça farklı.

Son olarak AB deki ekonomik kriz karşısında katılımcı ülkelerin birliğe yönelik eleştirileri arttıkça biz de görece kendi ekonomik durumumuzla övünüp, onları bize muhtaç hale geleceği gibi değerlendirmeleri benimseyenler artıyor.

Avrupalı olma idealimiz ise  temel yöneliş olarak henüz terk edilmiş olmadığı için ne kadar kızılsa da Avrupa’ya katılmış bir Türkiye’nin, dünya gözündeki değerinin arttığı da bir iç kabul olarak sürüyor.

“Eşitsiz eşit görme”nin bizdeki algısı ve yansıması, “kim kimi istiyor “flörtizminden, “kim kime mecbur”, kapalı restleşmesine dönüşürken aynı zamanda Avrupa krizinin aslında bizim için bir katılım şansı yarattığı da algılanmaya başlıyor.

Ya “bize boyun eğilir” ya da “ilişkileri keseriz” türü, imparatorluk geçmişine dayalı böbürlenmelerimizin yerini, uluslararası ilişkilerin günümüze uygun rasyonalitesine bırakan değerlendirmeler de henüz kabul edilebilir ve önemli bir seçenek oluşturuyor.

Yani bir ayağı doğuda, bir ayağı batıda olmaya alışmış toplumun, hangi ayağını öbürünün yanına çekeceğinin de henüz sonuçlanmadığını görmek, şimdilik umut verici olsa da, AB dağılırsa, ortak idealimize giden yol kapanacağı için onlardan çok,  bizim zarar göreceğimizin iyi algılanması gerekir.

Batı “Yeni Batı” başlığına dönüşen temel bir kültür olarak şöyle veya böyle devam ederken biz ekonomik krizden kurtulduğunu sanan ve batılılaşma isteğimiz doğululaşma krizine döner. Böylece sıradan bir ortadoğu ülkesine dönüşebiliriz ki bunun ne demek olduğunu da sınırlarımızdan öteye bakarak görebiliriz.

Özetle Çin Maçin büyüse de, dünya, batılı olmayı kültürel anlamda hala üstün kılacak bir yönde gelişiyor. İlişkilere asıl bu yönden bakmalı.
Sevgi Özkan

7 Mayıs 2013 Salı


Sosyal Reklamların Yararı, Kime Yarayabilir?

Sosyal reklamlar, herkese açık olduğu için daha etkili olduğu kadar önleyiciliği de önleyen bir yapıya sahip olabiliyor. Sosyal reklamın kamu spotu başlığıyla pek çok konuda eğitici kullanımı ülkemizde de artmış bulunuyor. Artması hem iyi hem kötü. Zira tekrar tekrar verilmesi önemine yönelecek dikkati yorucu ve atlayıcı hale getiriyor. İşlevselliği tartışılmaz gibi görünse de bazıları icraatın içinden gibi anlaşılacak nitelikte. Yine de kitle eğitiminde etkili.

Hürriyet Gazetesinde İspanya’da çocuk istismarını önleyici olarak büyüklerin ve çocukların gözüne ayrı uyarlanan mercek sistemi ile çocuğun aynı reklamda gördüğünü, yetişkinler kendi baktıkları yerden göremiyor haberi üzerinde durulmaya değer yönlere sahip.
On yaşında çocuk boyu ortalamasından bakan çocuk reklamda yer alan çocuk yüzünde morluklar görebiliyor. Ve Canının kim acıtıyorsa bize birdir gibi gizli bir telefon nosu da yer alıyor. Yanındaki büyüklerin kendi bakış hizalarında sadece bir çocuk fotoğrafı görüntüsü nü yansıtan bu reklamın gömülü işlevi şüphesiz pekçok çocuk için bir yardım olanağı yaratacaktır.
Güzel bir buluş. Çünkü Cinsel istismar veya dayak çocuklara çoğu kez yakınlarındakilerden geldiği için onun haberi olmadan bu şikayetini iletme olanağını bulması önemli. Ve çocuğun büyüklerin bunu kendisi gibi görmediğinden emin olması gerekir. Yani reklamın gizliliği çocuk tarafından bilinmedikçe özellikle çekinen çocuk için gereken yardım sağlanamaz.
İşin diğer yanı ise reklamın bu özelliğinin büyüklerce de bilinebilmesi.
Ne mi olur?
Çocuğun bakış hizasından uzatılan yardım mesajını öğrenen ve o boya inerek iletiyi görebilen istismarcı, çocuğun gizlice ulaşmasını sağlayacak önleyici tedbirlerin önünü tıkayabilerek umulan yardımı etkisizleştirir.

Nasıl mı? Çocuğun böyle bir  yardım istemesi halinde başına gelecek olanlarla tehdit edebilir.

Ne yazık ki sosyal alana dönük mesajları sadece çocuklar veya büyükler değil herkes gördüğü için yapılan uyarı ve yardım yollarını tıkama çabaları da harekete geçebilir.

Yine de sosyal reklam, işlevselliği açısından pek çok yerde çocuk haklarının ihmal ve istismarını önleyici olacağındanve çocuğun yararına kullanımı sağlandığı için önemli bir uygulama.

Sevgi Özkan

5 Mayıs 2013 Pazar


“Arıza” seven bir milletiz.

 

Neyi onayladığımızın oylarına şöyle bir göz atmak bu saptamayı haklı kılıyor.

Justin Beiber adlı starın ülke girişinde yaşananlar, korumalarının gazetecinin kafasında şemsiye kırmakla kalmayıp, pasaport kontrolü yapmadan geçmesi önlenemeyince giriş işlemeleri ayağına gidip yapması tam arızalı durumlar.

Yaşları on civarında olan ve adının geçtiği an çığlık ve feryatlarla ismini bağıran hayranları da deli payesini üstlenmekte sakınca görmek bir yana kendileriyle iftahar ediyorlar.

Çocuk ve gençlerin starlara duyduğu hayranlık yeni ifade biçimleriyle gittikçe anlamsız ses ve hareket gösterilerine dönerken, starlar da, bu çığlıkları hak edici davranışlar geliştiriyor. Ünlülerle iletişim biçimleri gittikçe arızalı davranışlara dönüşen bir kültür oluşturuyor.

Bağırıp çağırmak ve birbirine zıt söylemlerde bulunmaktan gocunmayan politikacı tipinin reytingi de oldukça yüksek.

Muhalefet etme biçiminin tek kusuru partnerine göre yeterince arızalı davranmamak olunca, yerine gelecek olandan ne tür arıza beklendiği de kendiliğinden ortaya çıkıyor. Muhalefet boşluğu denilenin aslında şu anda yok edilmediklerine sonradan pişman olunacaklarca doldurulacağı çok açık görülse de, baskı artırımıyla tüm arızaların düzeltileceği inancı şimdilik ağır basıyor.

Dizi film kültüründen yansıyan yine bağırıp çağırmalı itişip kakışmalı ve öldürmeli insan ilişkilerin arızalı davranışların birer değer gibi zihinlere işlenmesi marifet kategorisinde.
 
Haberlerde kocaların ellerinde bıçakla kovaladığı kadın görüntüleri kanıksanmış dizi film kadar etkiliyor.
Sürüş ve yaya disiplinsizliğinden doğan kazalar ise seyretmeye doyulamayan kamera çekimleri gibi olsa da kimse kendini o sahnelere ait görmüyor.

Acı sevmenin bir türü gibi, bu kadar arıza sevilmese katlanılmaz demek yanlış olmamalı.

Sevgi Özkan

4 Mayıs 2013 Cumartesi


Kafacıksız!

Hükmedicilerin kafacığı ermese de bilir bilmez yapıp ettiklerinden doğan zararlara kızmak, kafasız deyip geçmek genellikle bir işe yaramaz. Herkesin kafası kendine dense de, bir kafanın tüm kafalara meydan okuyabildiği durumlarda, kafasız lafı söylenenden çok söyleyene dokunabileceğinden kimse bu yolda harcanmak istemez.

Her kafa en çok kendine güzel olduğundan, kafacıksızlık, kimsenin üstlenmediği gibi başka bir şey yapamayanların da masumane bir itirazı sayılır.

Kafacıklı, kafacıksız her kafayı kapsadığı için kafacıksızlık da, bir bakıma adil bir değerlendirme sayılır ki zaten böyle kafacıklara da böyle kafacıksızlık yaraşır.

Sevgi Özkan

 

Ne, Neye Dönüşecek?

 

İnsanın bilgi ile ilişkisi, tablet bilgisayarların okula girmesi ve yaygınlaşmasının, çocukların eğitiminde yarattığı nicel ve nitel farklılıklar üzerinde duruluyor.

Zaten el yazısı becerisinin kaybolmakta olduğu konuşulurken, artık hem defter, hem kitap yerine geçen tabletli eğitimle, çocukların öğrenmesini kolaylaştırsa da beyne katkısı ne yönde ve nasıl olduğu konusunda düşündürücü saptamalar var. Bazı öğrencilerin ellerindeki araca baş vurmadan dört işlem yapamaması gibi bulgular düşündürücü.

Artık çocukların öğretmenlerin uzun anlatımlarından bıkan bir dinleme ve algılama kapasitesi sergiledikleri, bilgileri içselleştiren bir öğrenme süreci yerine bilgiye hemen ulaşıp, kopyala- yapıştır davranış zinciri ile yetinildiği gözleniyor.

Öğretmenin işlevini de tartışmaya açan bu önlenemez değişimler, bilgiyi internette bulan ama düşünme üretiminde kullanmayan hazırcı ve tabii olucu beyinlerin nasıl bir yetişkin modeli yaratacağı ayrı bir endişe kaynağı.

Kimi gözlemler de, eskiye göre öğrencilerin daha iyi öğrendiklerini savunan veriler elde edilse de, kaybolmakta olan el yazısını yeniden öğrenme sürecine dahil etme girişimleri, değişimden duyulan endişenin, bilinmeze duyulan bir endişeye dönüştüğü görülüyor.

Devamlı uyarılan zihinlerin, bilgiyi kaydetme yeteneği ve bilgiden düşünce üretme yeteneği değişmekte.

Her şeyi bir tıkla bulabilmenin rahatlığı, doğru bilgi üzerinden düşünme yeteneğini arttırıcı olmadığı ve bir çeşit sığ düşünsellik tehlikesini işaretliyor.

Gittikçe tek boyutlu doğrular, bilgiler ve komutlarla yönlendirilen insanlardan nasıl bir dünya ahalisi oluşacak?

Bu durumun nasıl bir değerler sistemi sağlayacağı ve ulaşılan demokrasi, özgürlük gibi gelişmiş değerlerin nasıl yaşatılacağı düşündürücü?

Kısaca insan ve insanlık neye dönüşecek diye düşünmenin neyi değiştirebileceği de tartışılacaklar arasında.

Sevgi Özkan