28 Mart 2013 Perşembe


Sadece "evet" demekle yürümeyen uygulama gemisi, hangi limana yanaşacak?

Bir sorunun hallinde doğru düşünme, doğru analizlerle mümkün olacağından, mantiken ve kalben red edilemeyecek önerileri onaylamanın, uygulamanın da sorgusuz sualsiz onaylanacağı anlamına gelmeyeceği, birbirine karıştırılmamalı.

"Analar ağlamasın, silahlar sussun" gibi kalp ve vicdanların otomatik onayladığı önermelere karşı çıkan olamayacağı halde, uygulamanın önermeye uymayan yanlarına dikkat çekenleri barış karşıtı silah yanlısı ilan etmeye kalkmak, barışın en azından söz olarak soruna alet edildiğini düşündürtebilir.

"Akla/kara" mantığına dayalı düşünce biçimleri ve analizleri, toplu halde günah keçisi avına çıkmakla yetinenlerin sayısını çoğaltıyor. Bu çoğalmayı kamuoyu diye yorumlayanların bir kısmı kendi amaçlarının gerçekleşmesine dayanak yapınca, asıl amaç olanın gerçekleşmesini sağlayacak doğru uygulamaların üstü de kendiliğinden örtülüveriyor.

Sevgi Özkan

16 Mart 2013 Cumartesi


Bombası elinde dolaşan akıllılar mıyız?

 

Geleceğe dair öngörü sandığımız gelişmeler meğer çoktan olup bitiyormuş.

Kaş/göz işaretiyle çalışacak akıllı aletler yakındır derken, marifet yarışıyla kasaların dolduğu sistemde göz komutuyla çalışan son akıllı telefonun piyasaya çıkması gecikmedi.

Telefonlar, günden güne akıllanırken kullanıcıların ne kadar aptallaştığı da düşünülecek en önemli konu olmaya başladı.

Zaten ne kadar çok zararlı dalga alanının etkisine maruz kaldığımızı dert edinirken, her şeyi yaptığı için elimizden bırakmadığımız bu canlı bombalarla yaşamaya kalkmamız, aklımızın tehlikeyi kavramak açısından artık yeterince çalışmadığını göstermiyor mu?

Konformizm ve zaman kullanımındaki hız nedeniyle tercih ettiğimiz pek çok araç gibi birbirleriyle rekabet eden bu akıllı telefonların, kullanıcısının sonunu hazırlayacak nitelikleri taşıması kendi varlığını ilgilendiren bir tehlike de yaratıyor.

Yani sahibini kendi varlığıyla tehlikeye sokup yok edeceğini anlamadığı için telefonlar da yeterince akıllı sayılamaz. Yaratıcıları da zaten topladıkları parsalarla meşgul olduklarından bu konuları düşünmekten yana değiller.

Bombamız elimizde daha ne kadar dolaşabileceğiz acaba?

Bu gidişle hangi bilinmeze varıp, nereye gideceğimizi düşünenler kaldı mı?

Şimdilik kalsa da yakında onlarda düşünmeyenlere katılacaklar. Çünkü bu akıllı araçtan yoksun olmanın, önemli bir yoksulluk ölçeği sayılacağı günlere ulaşılacak. Şu anda cep telefonsuz fakir(!) bulmak pek mümkün olmadığı gibi, akıllısına sahip olmanın da, insan olmanın tek şartı sayılacağı günlere ulaşılacaktır. Her türlü beslenmeyi kesip iskelet hailen gelse de elinde telefonsuz dolaşan kimse kalmayacak demek fazla abartı sayılmamalı. 

Bu gidişle hepimiz bombamızın pimini çekmiş tehlikeli dalga yumaklarına dönerek türümüzü hızla yok edeceğe benziyoruz.

Oysa varlığımızı yok edecek tehlikeleri hep dünya dışından gelecek saldırılarda arıyorduk. Eskiden ne kadar aptalmışız!

Sevgi Özkan

15 Mart 2013 Cuma

Marshmellow Testleri Toplumumuza Neyi Gösteriyor?
Amerika’da uzun yıllardan beri geliştirilerek uygulanan bir test bu.
Gündemimize Merkez BankasıBaşkanının tasarruf konusunu anlatırken yaptığı örneklemeyle girse de, aslında eğitim boyutlu bir test örneği.
1960' lardan başlayan gelişimiyle Amerika’ da Stanford Üniversitesi aracılığıyla özellikle okulöncesi dört yaşçocuklarına uygulanan bu testte, çocuk bir odaya alınıp bir masaya oturtuluyor.
Önüne bir tane yumuşak şekerleme koyan yetişkin eğer bunu yemeyip kendisi tekrar gelene kadar beklerse bir tane daha kazanacağınısöyleyerek onu şekerlemeyle bir süre baş başa bırakıyor. Bu arada çocukların, yetişkinin ardından nasıl kendileriyle mücadele ettikleri video kaydına alınıyor. .
Çok sevimli reaksiyonlarla yumuşakşekerlemeyi elleyip, yalasalar da, yemeden yerine koyan veya hiç el sürmeyerek bekleyenler sonunda ödül olarak bir tane daha marsmellowa sahibi oluyorlar. Dayanamayıp yiyenlere bir şey verilmiyor.
Bu testte sabır gösterdikleri görülenlerin daha sonraki okul ve iş yaşamları ve insanlarla ilişkilerinde daha başarılı oldukları saptanıyor.
Bugünün hazzına hayır diyebilenlerin sonra daha çok hazlara sahip olabilirler diye de özellikle ekonomik tasarruf konusunda formüle edilen bu davranış türünün sabır terbiyesinden öteye uzanan bir anlamıvar. Zorluklarla baş etme ve kendini kontrol etme gibi kazanımların yanında eğitim ve kültürlere göre değişen çocuk/yetişkin ilişkisini gösterdiği de söylenebilir.
Genellikle çocuğun varlığınıciddiye alan toplumlarda çocukla yetişkin arasında direkt çocuğun aklına hitap eden diyaloglar kurulmasının onlarda söyleneni anlama ve verilen komutlarıyapabilme becerisini geliştirdiğini de gösteriyor.
Bizim gibi çocuk yetişkin diyaloglarında genellikle, düşünsel değil duygusal yaklaşımların geçerli olduğu toplumlarda, dışa vurulan çocuk sevgisi de çoğunlukla nasıl cevap verileceği bilinemeyen kontrolsüz, duygusal tepkilerle sergilenir. Çocukları ürkütüp korkutmaktan öte anlamsız ve şımarık karşılıklara yönelten bir başıboşluk egemendir.
O nedenle söyleneni anlamayan ve isteklerini ağlayıp tepinerek yaptırmaya kalkan ve bu nedenle de konuşarak değil dövülerek terbiye edilmeye çalışılan çocukların, sonunda şımarık ve dayak arsızı küçük insanlara dönüştüğü görülür.
Çocuk ile yetişkin arasında kurulan bu ilişki türü, onların daha sonra da sözel komutları kavramayan, yasa ve kuralları hiçe saymaktan çekinmeyen vatandaşlara dönüşmelerine yol açar.
Bu testlerin bizim için sabır talimi olmasından öteye bir anlamı da, yetişkinlerin önce çocuğa söylediklerini iyi kavratacak bir dile ve yaklaşıma sahip olmasını kavratması açısından önemli bir yol gösterici olmasıdır. Zira çocuğun burada söyleneni anladıktan sonra çocuğun göstereceği çabanın ölçülmesi söz konusu bir anlama sahip.
Yeni sona eren bir "Yetenek Sizsiniz" yarışmasında bateri çalma başarısı, sevimli fiziğiyle bütünleşen doğal halleriyle de, tüm seyredenleri beğenisini toplayan Baha adlıdört yaşındaki küçük çocuğun, yarışmanın ilk etabında jürideki kadın üyenin denetimsiz sevgi gösterilerine uğradığı görüldü. Yarışma düzenleyicisi ve jüride de yer alan kişinin ölçülü olmaya çalışan davranış ve müdahaleleriyle çocuğun çocukluğu biraz korunurken daha sonra tüm seyircilerin sevgi gösterileriyle şımarık, anlamsız davranışlara dönüşerek orijinal yapısının nasıl kaybedildiğine şahit olundu.
Halk oylamasıyla da birinciliği paylaşacak kadar yükselmesi ve kutlamalardaki gösterilerde ürkse de yetişkinlerin eğlencesine dönüşmesinin önlenememesi kaç kişiyi rahatsız etti acaba? Bundan sonra bu çocuğun bu ilgileri nasıl arayacağı ve yaşadıklarından nasıl bir duygu ve akıl kodlanmasına uğrayacağı üzerinde durulması gerekir. Burada anne babanın çocuklarının yeteneğini paylaşmak adına neler kaybettiğinin ayrımında olup olmamaları kadar çocuğun yeteneği eğitilecek mi yoksa gösteri maymunu gibi program program dolaştırılacak mı konusu önemli.
Bir çocuğu daha elbirliğiyle mahvettiğimizin kaç kişi farkında acaba? 
Sevgi Özkan 

12 Mart 2013 Salı


Günümüzün Çaresizlik Çığlıkları mı?

 

Akıllı aletlerle kuşatılan günümüzün insanı, gelişmeleri anlamlandıramadığı için çaresiz kaldığı kaotik yaşam alanları yüzünden çaresiz kalıyor, problemler yaşıyor. Yaşamlarına her an eklenen yeni bir olanakla insan ilişkilerine başka bir boyut katılırken, çok sayıda kişi ulaşılan bu yeni dünyayı anlamlandıramıyor. Gelişmelere yetişememe endişesi duyuyor.

Diğer yandan kadına ait şiddet uygulamalarında da artış yaşanıyor.

Kadına ait bu tür sorunlar aslında çocuğa ait sorunları da içeriyor. Aslında şiddete şahit olarak büyüyen ve gözleri önünde anneleri babaları tarafından dövülen, öldürülen çocukların yaşananlardan etkileşimleri başlı başına bir problem.

Zira son zamanlarda bu tür çocukların sayısı hızla artmakta ve gelecekte yansıtacakları tepkiler artıyor.

Daha önemlisi anne babasını öldüren çocuklarla, çocuklarını öldüren anne babaların sayısında da görülen artış.

Çoğunlukla rol modeli olarak baba ile özdeşleşen erkek çocuklarının “erkek karısını döver de, öldürebilir de” diye bir algı geliştirip, bu davranışları normalleştireceğini görmek şaşırtıcı olmaz. “Erkek dediğin öldürebilir” yargısı da yaygın olarak içselleştirilen bir iç kabule dönüyor.

Önce annesinin dövülmesine engel olan erkek çocuğu daha sonra kendi karısını ve çocuklarını dövmeyi normal diye benimseyen bir erkek tavrına dönüşen parabol eğrisi çiziyor.  

Özel bir araştırma yapılmasa da, bu kadar yaygın bir uygulama genetiğine sahip, şiddet uygulayan erkek kavramı, başka ölçütlere meydan bırakmayan vahşi bir ciddiyeti de içerir. Genel olarak “erkek dediğin şöyle yapar” “böyle yapar” klasik kodlanmasıyla bakmaya alıştığı bu dünyada kendine ait bir şey ve kendi namusunun ölçüsü olarak gördüğü kadının, günün şartlarına uygun davranışlarını doğru okuyamamakta, ona sahip olma ölçüleriyle baş edemediği gelişmelere, vahşi saldırılar yönelterek dünyadan kaldırmaya yöneliyor. Özellikle de ayrılan eşler arasında gelişen bu olaylar, aslında ayak uyduramadığı için kendisini reddeden dünyanın öcünü sanki eşinden almaya kalkıyor.

Bu yorum genel olarak dünyadaki kadına yönelik pek çok şiddet olgusu için de geçerli sayılabilir. Zira gittikçe “erkekliği (!)” zedelenen ve pek çok alanda becerilerini kadınlara kaptıran erkeğin, kadına yönelik bir hıncı olarak biçimleniyor. Bu anlamda şiddet olgusu sadece şiddet olmaktan çok dünyaya yabancılaşarak vahşileşen çaresiz beyinlerin çığlıklarını yansıtıyor diye de okunabilir.

Sevgi Özkan

 

 

10 Mart 2013 Pazar


Sosyal Bilimler Nasıl Zorlanıyor?

YÖRET’in 40. yıl seminerlerinin sonuncusunda konuşan Prof. FatoşErkman, bilimle uğraşan akademisyenler olarak biz Psikolojik Danışmanlar veya Psikologlar şu anda bazı konularda ne yapacağımızı bilemiyor, pek çok şeyi değerlendiremiyoruz diye samimi bir paylaşımla başladı konuşmasına.
Anlattıkları, bir kez daha pek çok sosyal bilim gibi PDR’nin de, sosyolojiyle nasıl flört ettiğini düşündürttüğü kadar bu disiplinin gittikçe daha temel bir disiplin haline geldiğini de gösteriyordu.
Sosyal bilimlerin birbiriyle tamamlanan yanları hanidir pekçok kişinin dikkat alanında olsa da, son yıllardaki bilişimsel gelişmeler bu birlikteliği bazı açılardan zorunlu hale getirmeye başladı. Bu konuda en önemli verilerin de sosyolojiye dayanması tesadüf değil bir zorunluluk haline geliyor.
Artık sosyolojik ve sosyal antropolojik verileri büyük çapta hesaba katmadan insana ait olguları değerlendirmenin mümkün olmadığı iyice algılanır oldu. Farklı toplumsal kültürlerin etkileşimleriyle oluşan davranışların belirleyici yanı günümüzde ağırlığını iyice duyurmaya başladı.

Pro. Erkman, Psikolog ve Psikolojik Danışmanların, kültürel farklılıkların yarattığı etkileşim paremetrelerinin dışında her kültürdeki insana ait değişmezleri bulmakta zorlandıklarını,belirsizlik ve bilinmezliklerle sonuçlanan bu etkileşimleri değerlendirmekte gittikçe yetersiz kalındığını açık yüreklilikle paylaştı.

Günümüzün şartlarıyla biçimlenen insana ait sorunlarda alanı gittikçe genişleyen bilişim ve etkileşimin, bir yandan kültürel farklılıkların önemini eskiye göre daha belirginleştirirken bir yandan da paradoksal biçimde dünya insanı olma yolunda törpülenip ortadan kalkacağına dair işaretler çoğalıyor.

Millet ve ümmet şemsiyelerini kapsayan kültürel ve kimliksel aidiyet ortaklıklarının bile kendi içinde üniform halde oluşmadığı bir dünyadan tüm aidiyetlerin tek bir potada erimesiyle hepsinden farksızlaşan bir gezegen insanı kültürüne doğru yol alındığınısöylemek fazla ileri gitmek sayılmamalı.

Özellikle insan davranışlarınıyapısal olarak değerlendiren disiplinlerin, hızlı değişen ve gelişen kültürel etkileşimlerle nasıl ortak bir sosyal kodlanmaya dönüşen algılar yarattığı hesaba katılmadan ilerlenemeyeceği ve felsefeden doğan bilimlerin gelinen yerde yine tek bir şemsiyede toplanacak ortaklıklara doğru ilerlediği çok açık.

Öte yandan insansız ama insan nitelikleriyle oluşan robotik gelişmelerin son vardığı nokta kimi öldüreceğine kendi karar verecek robot silahların oluşturulduğu haberi tüm umutları kırıyor.

İnsan eliyle geliştirilen pek çok ilerileme sonunda insanı kenara itip hatta ortadan kaldıracağı bir noktaya varma olasılığı gün be gün gerçekleşecek gibi görünüyor.
ABD nin bu tip filo ve tanklar geliştirmekte olduğu bilgisi propogandist bir gözdağı verme haberi değil, geleceğin nasılşekilleneceğine dair işaret olarak okunmalı.
Bu açıdan bakınca klasik insan türünden yeni insan türüne geçişte sosyal bilimler ne kadar olumlu ve insanın varlığını sürdürmesine yardımcı rol oynayacak? İşte bu soru, gün be gün her yönden hızla karmaşıklaşan dünyamızda acil önem kazanıyor.

Sevgi Özkan

7 Mart 2013 Perşembe


İki Padişahlı Toplum

 

Her şeye kendi imzamızı koymayı severiz. Yaptığımız şeyleri kendimiz kadar ve kendimiz gibi yapmaya kalkınca ve genel olarak standart dışılığa yatkınlığımızdan ortaya çıkan o kadar orijinal oluyor ki imza kaçınılmaz.

Toplumsal tarihimizin yıllardır yaşantımızı biçimleyen bunca iç içelikten sonra, iki mi daha çok sayıda mı halk diye bakmanın doğruluğu tartışılır. Zira pek çok halkın bir arada var olduğu bu topraklarda birbirini baskılayan sadece iki kitle değil kültürel olarak tek potada kaynaşan halklardan oluşan bir ülke halkı var demek daha doğru olur diye düşünenler çoğunlukta.

Başkanlık kavramından padişah yetkilerine sahip olmayı anlayanların veya tek bir kişinin kontroluyla tüm ülkenin mükemmel yönetileceğinden medet umanların bunca gelişmiş yönetim biçimlerini ne için görmezlikten geldikleri sorgulanmadan geçilemez. Ama biz tek gücün egemenliğini eleştirirken aynısını kendi gücümüzle uygulamayı kalmakta bir sakınca görmez hatta bunu ilericilik! bile sayarız
Kamuoyunu bu görüşe yatkın kılacak girişimlerle böyle bir sisteme geçilmesi gerçekleşirse
Dünyaya fark atacağımız kesin de kendimize ne kadar fark attığımız tartışılır.

Mehter marşınla sembolize olan iki ileri bir geri  tempolu genetiğimizi yansıtan gelişim yürüyüşümüz gangnam style kadar çağın ritmini yansıtmasa da, dünya çapında bir müzikal tempoya dönüşebilir. Üstelik bu kadar ünlü olan özelliğimizle övünmeye bile kalkabiliriz.  

Şu anda can evinden vuruşlarla tüm ülkeyi yaralayan hak temelli halk savaşlarının sona ermesi, başkanlık sistemi şartıyla pazarlanınca ortaya neler çıkacağı da şimdiden belli.

Şu anda ufukta görünen ve iki halkın birer başkanı olacağı izlenimi veren gelişmelerle Başkanlık sistemine geçilirse, bize özgü diye sunulan bu sisteme getireceğimiz yenilik de başkan ve parlamento gibi kontorllu oluşum yerine olsa olsa İki padişahlı(!)başkanlık sistemi olacaktır herhalde.

İşin en karışık olan yanı ise, her halk kendi padişahından mı sorumlu olacaktır yoksa her padişah kendi halkından mı işte burası belirsiz.
Sevgi Özkan

 

 

4 Mart 2013 Pazartesi

Aletlerle kaşgözle anlaşacağımız günlere az mı kaldı?

“Filmlere de konu olan, el ve parmak hareketleriyle bilgisayarları kontrol etmeyi sağlayan Leap Motion algılayıcının günlük hayata girmesine çok az bir süre kaldı.Bilgisayarla insan arasındaki etkileşimi maksimum düzeye çıkarması beklenen sistem,13 Mayıs'ta ön siparişle ürünü satın alan müşterilere gönderilmeye başlandıktan sonra,19 Mayıs'tan itibaren de mağazalarda satılmaya başlanacak. Sistemin ön siparişler için belirlenen satış fiyatı 79.99 dolar olacak”.

Cumhuriyet gazetesinde okuduğum bu haber umut verici olduğu kadar ürkütücü de.

Zira her yeni akıllı buluşun ardından hemen bir yenisi gelince aradakileri atlayıp son olana dikkatler toplanıyor. Eski olan da zaten piyasada çoktan kayıplara karışmış oluyor, ara ki bulasın.

Bizim gibi son model icatları kullanarak medeniyet açığını kapatmaya çalışılan ülkelerde hep en son çıkan aletlere talip olunur. O da kısa sürede eskidiğinden hemen bir şeylerden geri kalmışcasına ne yapıp edip yenisine sahip olmaya bakılır. Ve gün geçtikçe daha az eforlu kullanımlarla neredeyse kaş göz işaretiyle çalışacak akıllı aletlere sahip oluyoruz ve de onların esiri olmaya başlıyoruz. Geçenlerde ilk çağ insanının çok daha zeki olduğunu yazıyordu. Doğru olabilir bu gidişle altler akıllanırken insanlar aptallaşacağa benziyor.

Ürkütücü olan bu. Daha da beteri neredeyse insanlar insanlardan çok aletlerle anlaşacaklar. Aletlerle yuva kuracaklar.

Buna bir örnek de hergün SkyP’dan konuştuğum gurbetteki yakınımla birden bire Türkçe konuşarak birbirimizi anlamadımızı farkettik. Zaten günlük dili Almancayla da konuşmaya devam etme alışkanlığında olan muhatabımın dediklerini kulak dolgunluğundan öte bilmediğim bu dilden söylediğinde daha iyi anladığımı da fark ettim.

Sanki gittikçe artan kafa karışıklığı, konuşarak anlaşmayı zorlaştırırken digital dilde konuşma işaretlerinin yakında tüm dillerin yerini alacağını düşünmek de çok yanlış değil.

Son gördüğüm alfabe digital dil işaretleriyle nelerin anlatıldığı üzerineydi. Ve bunu öğrenmeden okur yazar sayılamıyacağımız gerçeği bütün çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Aleti alanın Üsküdarı geçtiği bu dünyada biz neredeyiz bilemiyorum

Sevgi Özkan

 

 

2 Mart 2013 Cumartesi


SİYASETÇİNİN KAÇINILMAZ EVRİMİ Mİ?

 

"Dinle devlet işlerinin ayrılmasını öneriyor" başlığıyla ve sayfa kenarından önemsizmiş gibi verilen haberi dikkatle okuyunca şaşırmamak elde değil.

Haber İran’a ait ve bahsedilen kişi Ahmed-i Nejat olunca şaşırmamak mümkün mü?

Mollalara savaş açarak bunları söylemesi, daha düne kadar radikal ve batıya meydan okuyan tavrıyla bağnaz bir kişilik olarak tanıdığımız Ahmed-i Nejad’ın birkaç yıl öncesine göre gösterdiği kişisel açılım hiçbir şey sayılmasa da dünyevileşme evrimi olarak okunabilir.

Bizdeki gelişim örneklerine bakınca en belirgini iktidarı sırasında karşısında yer alanların otuz yıldan sonra onu bir bilen ve eren olarak gördüğü Süleyman Demirel’i gösterebiliriz.

Demirel’in siyasi kariyerinde yaşadığı kişisel evrim bu ülkenin uzun yıllarına mal olsa da bugün pek çok kişi için bir denge unsuru sayılmaktadır. Gerçekten de özellikle Rahmetli Erdal İnönü’nün partnerliğiyle geçen yıllarında eskiye göre ileri bir mesafe almıştır.

Tansu Çiller ve Erbakan partnerliğinde geçen yıllarda her ikisi de kendi bulundukları seviyelerin ortalaması kadar var olabilmişse de eski hallerine göre bir gelişme kaydettikleri de söylenebilir.

Daha yakına gelirsek, Devlet Bahçeli’nin daha önceki yüz ifadesi ve demeçleriyle verdiği izlenim açısından, özellikle Bülent Ecevit’le sürdürdüğü koalisyonun ilk zamanlarıyla bugünkü arasında olumluluk açısından önemli bir fark olmuştur.

Partisindeki etkili düzenlemeleri ve halkla ilişkisinde esprili davranışları, bazı halk deyişi ifadeleriyle sergilediği sempatik tavırlar, eskisinden daha ileriye açılım yaptığını gösteriyor.

İktidardakilerin de, iktidarlarından önce ve  iktidarlarının on yıl öncesiyle karşılaştırınca pek çok yaklaşımlarıyla daha ayakları yere basan ve gerçekleri kendi vizyonları dışında da okuyabilme yatkınlığı kazanan bir değişime ve gelişime uğradıkları görülmektedir. Bunları kendi ifadelerinde dışlaşan daha pekçok değişimlerle örneklemek mümkün.

İktidar olmanın iktidara gelenleri eğitmesi, aklın gerçeklerle sınanması gibi kaçınılmaz bir olgu.

Topluma da uzun yıllar boyunca yanlışlarına katlandıkları bu siyasetçilerin olumlu değişmelerini sırtlanmak düşüyor gibi.

Sorun, toplumların kaç neslinin bu yanlışlardan zarar göreceği kadar siyasetçisini evrilten toplumun kendisinin de evrilip evrilmediğinde.

Toplumsal ilerleme geriden gelenin ileri gitmesini sağladığı kadar toplumun ileri gitmesini de sağlıyor mu? Yoksa geride olundukça, ilerleme ölçüsü de gerilediğinden, sadece ilerlendiği mi sanılıyor?

Eğer toplumsal ilerleme tek tek siyasi yöneticilerin gelişmesiyle sağlanacaksa en ileri düzen olan demokratik ve özgür topluma varmak için kaç siyasetçinin gelişmesi beklenecek.

Padişahlık yönetimi olmadıkça bu geç ilerlemelere razı olmak mı gerekiyor? Toplumsal ilerleme gerekliliğinin önemi bu sorularda ortaya çıkıyor.

Kısaca, gelişmiş Demokrasiye kaç var bilemiyoruz.

Sevgi Özkan

 

 

1 Mart 2013 Cuma


Papa Helikopterle Gözden Kaybolunca  

 

Hırıstiyan aleminde kimileri gökten gelecek kurtarıcı beklerken bir mezhebin yer yüzündeki temsilcisi sayılan Papanın bir helikopterle görevinden ayrılıp kalabalıkların gözünde göğe yükselmesi karışık duygular yaşatıyor olmalı.

Papanın tanrıya danışıp makamından affını istemesi pek çok inançlının umudunu sarstı mı bilinmez ama Vatikan’dan dini yetkili birinin medyaya verdiği demeçle, gelişen dünya şartlarında Papalık görevinin zorlaştığını açıklaması, pek çok şeyi anlatıyor. Bu açıklamanın aşağıda kalanları ne kadar tatmin ettiğini de bilemiyoruz zira Papanın kendilerine bir çeşit ne haliniz varsa görün dediğini de düşünmüş lınganlar da mutlaka vardır.

Özellikle böyle kutsal kurumlarda yolsuzluk veya cinsel taciz gibi kabahat ve günahların bu çağın iletişim sistemleriyle deşifre edilmesinin, tüm dokunulmaz kurum ve yönetimleri zorlaması zamane gerçeği olarak tüm inanç ve güven sistemlerini etkiliyor.

Tüm açıklama gerekçelerine rağmen bazı münasebetsiz(!)yorumlamalarla bu makam terkine, yavaşça tüymek diye bakılmasının önlenemeyeceği bu durumda; Kitap yazmış entelektüel biri olduğu da söylenen Papa’nın bundan sonra yaşamını nasıl geçireceğine dair söylenenler, gayet insani konuları içeriyor. Dün, Kedilerini de yanında götüren Papa’nın sabahları bundan böyle piyano çalacağı ve diğer insanlar gibi markete gideceği ve en çok yapmak istediği şeyin bu olduğunu medyadan öğreniyoruz.

Papa dinden mi yoksa liderlikten mi sıkıldığı söylenemeyeceğine göre, tüymek değil ama parmaklarının ucunda bu makamı terk etmesi kimseye anormal gelmemeli.

Yerine seçilecek biri olduğuna göre şimdilik çok da aykırı bir şey yaptığı da söylenemez, Yeter ki bundan sonra bu iş adet haline getirilmesin. Pek çok kişi için de esas korkutucu olan belki de işin bu yanı.

Papa’ya yeni yaşamında mutluluklar dilemeliyiz.

Sevgi Özkan