30 Kasım 2010 Salı

ŞEFFAFLIK MECBURİYETİ HER ALANI ZORLUYOR.

Herkes, herkesin, herkes hakkında söylediğini bilseydi, kimse kimseyle konuşmazdı.

Yaygın olarak kullanılan doğru sözlerden biridir bu. Sosyal medyanın bu dikkati oluşturma işlevi buradan kaynaklanıyor olabilir.

Bugüne kadar söylediğim pek çok şeyden pişmanlık duydum ama söylemediklerimden asla.

Bu da sözel veya yazılı ifade otokontrolü açısından önemli bir gerçeği işaretliyor.

Kitle iletişiminde öne çıkan yazılı iletişim araçları yazıyı, sözden daha etkili hale getirdi.
Her yazı kişi için lehine veya aleyhine bir belge kaydı oluşturuyor.
Ses kayıtları üzerinden suç isnadının yasal dayanaktan yoksun olsa bile geçerli bir belgeye dönüştürüldüğü de özellikle ülkemizde görülebiliyor.

Son günlerde dünya kamuoyunun dikkat alanına giren Wikileaks belgeleri şu ana kadar mevcudunun çok azı yayınlansa da, yazılı metinlerin politik gücünün nasıl da kullanılabileceğini çok iyi ispatladı.

Dedikodu nitelikli bilgilerin ortak algıları pek çok noktadan zorlamaya başlaması bir söz sızıntısının nelere mal olabileceğini iyice gösteriyor.

Daha yakın bir geçmişte açık denizde kurulu Petrol Platformundaki arıza nedeniyle denizleri mahveden petrol sızıntısı henüz unutulmadan, toplumsal dengeleri bozan böyle siyasi kaynaklı sızıntıların her yanı kapladığını görüyoruz.

İnsanın doğaya verdiği zarar, insan doğasından doğan yanlışların insanlara verdiği zararın yanında daha mı az bunu ölçmek zaman istiyor.

Günümüz etkileşiminin çok farklı olması, geçmişte bu tür politik skandallar olduğunun söylenmesiyle dengelenmiyor.
Zira artık “şeffaflık” tüm iletişim alanlarını ve dünyalıları zorluyor.
Önemli sakınca, şeffaflık adına gösteri yapılmasının da pekala mümkün olabilmesi.

Ama foyaların ortaya çıkması önlenemeyecek bir iletişim dönemine geldiğimiz için en iyisi
Küresel demokrasiye buradan gidilecek diye umutlanmak olabilir.
Sevgi Özkan

29 Kasım 2010 Pazartesi

CEHALET TSUNAMİSİ


Cehaletin tetiklediği tsunami dalgaları bilgileri ve bilenleri yutuyor.
Yaşanılanlar ondan geriye kalanlar oluyor.

Ayrımına varmadığımız ve her yanı sarıp sarmalayan bilgisizliklerimiz, doğruları algılamamızı da önlüyor.
Neyi bilmiyoruz?
Bilmediğimizi.
Bilmediğini bilmek, önemli bir bilgi.

Bilgisizlik şüpheyi devreye sokar.
Bilmek sorumluluktur.
Bilmediğini bilmek de önemli bir sorumluluktur.
Çok yönlü etkileşimlerle şekillenen ve toplumu ilgilendiren olaylarda bilgi sahibi olmak yurttaş sorumluluğuna girer.

Tarafsız olmak doğrunun tarafında olmak anlamına geldiği için taraf olmak başlı başına sorumluluktur.

Beynimizde çeşitli etkileşimlerle oluşan kültürel süzgeçler, neyin dikkat alanımıza girdiğini tayin ediyor.
Kültürel süzgecimize göre ön yargılarımız da, çoğu zaman bu süzmenin etkisiyle oluşuyor.

Aynı seviye, aynı kültürel ve bilgisel kodlanmalarla okumaya çalıştığımız olayları farklı sonuçlara bağlamamız da bu nedenle.

Gerçeğin bilgisi ve bilmek düşünce üretiminde işlevsel olduğundan, bilmeden düşünmek komplo üretiminde etkili oluyor.
Komplo üretenlerin çoğunlukta olduğu toplumlarda, dedikodu kültürü de geçerli oluyor.
Gerçeklerden çok dedikoduları tartışmak da buradan kaynaklanıyor.

Düşünce üretimi ve tartışma kültürünün gelişimini önleyen etkenler de bu kültürün etkisiyle
işlevini yitiriyor.

Sonuç: bilgi adı altında yoğun uyaranlara maruz kalan kafalar düşünme yerine, aslından uzaklaşmış bilgileri sunan dedikodularla yetindikçe doğrunun önemi kayboluyor.

WikiLeaks, gibi aykırı bir Internet medyasının, ilgili pek çok devleti ve hükümetleri zor durumda bırakan gizli bilgileri, dikkatlere sunması, hiçbir şey yapmasa bile ortaya çıkan siyasi dedikodulara ayar yaparak, gerçeğin görülenden farklı olduğunu ortaya koyarak dedikodu ve komploya şartlanmış kafaları zorluyor.

Önlenemez bilgilenme savaşları, düşünen insanların beynini aydınlattıkça doğru bilgi daha etkili olacak.

Özetle dünyayı değilse de dedikodu ile yönetilen toplumların arada bir böyle ayarlarla gerçekleri kavraması bazı alanlarda doğru bilgiye ulaşmak açısından önemli bir kazanım.

Sevgi Özkan

26 Kasım 2010 Cuma

paradigma, gerçek doğrular,

GERÇEK DOĞRULAR ve KENDİ AKLIYLA DÜŞÜNEBİLMEK ÜZERİNE

Elbirliği ile inşa ettiğimiz yanlışlık kulelerinin gerçekler karşısında yıkılması ve kimilerimizin altında kalması sık rastlanan bir olgu.

Kimsenin kimseyi tam anlamadığı günümüzün küresel iletişim ortamında, gerçeklerin algılanması da farklılaşıyor.

Yanlış ve eksik bilgi çoğu kez yanlış algılar oluşturuyor.

Aynı gerçek farklı bakışlardan farklı anlamlandırmalarla okunuyor.
Herkesin bilgileri değerlendirme kapasitesi de farklı olduğu için,
bireylerin kültürel ve buna bağlı paradigma farklılıkları da eklenince ortaya aslından uzak, deforme doğrular çıkıyor.

Yanlışın oluşmasında önemli olan bu etkenler, insanların birbirini doğru anlamasını önlüyor.

Yanlışla hesaplaşma kültürü, bireylerin kendi akıllarından sorumlu oldukları toplumlarda bireyin iradesini, yanlışı taşımama yönünde devreye sokunca yanlış kulelerin inşasına tuğla döşeyenler azalıyor

Cemaat gibi tek beynin emrine giren beyinlerin oluşturduğu itaat topluluklarında sorgusuz sualsiz paylaşılan yanlışlar, geniş kitlelerce benimsenince doğrunun yerine geçip doğru gibi
algılanıyor. Bu durumlarda yanlışlıklar üzerine yükselen kulelerin yıkılması tabii ki daha zorlaşıyor.

Söylenenleri maksadına uygun ve çok yönlü doğrular üzerinden algılama yeteneği geliştikçe, insanların birbirlerini doğru anlamaları ve buna bağlı fikir tartışmaları daha da gelişebiliyor.
Ama henüz çoğunluğun doğruyu yanlış sanmasından doğan sanılgı ve taraftarlık kulelerine hapsolunuyor.
Azınlıkta kalan akılsal iletişimler dışında bireysel veya çoğunluk olarak herkes birbirinin hasmı haline geliyor.  

En önemli sorun da bu doğruyu doğru okumamak oluyor.

Sevgi Özkan