Amerika’da son Batman filminin galasında yaşananlar, her
şeyden önce gerçeklik algısının nasıl bozulduğunu düşündürtüyor.
Katliamı yapan gencin, filmdeki Joker’le saçını bile aynı
renge boyayacak kadar özdeşleşip silahla donanarak girdiği salonda inter aktif
bir gösteriyle seyircilere ateş etmesi, genellikle okul basarak
katliam yapanlara alışık olan Amerikalılar için de inanılmaz bir olay.
Seyircilerin ilk başta bunun bir saldırı olduğunu anlamayıp filme dair bir
gösteri sanmaları gerçeklik algısındaki bozulmanın çok yönlü olduğunu ve insan
aklının nerelere yuvarlanmakta olduğunun habercisi olarak diğerlerinden
ayrılıyor.
İnternetten yüklü patlayıcı veya silah siparişi verenlerin
Müslüman aidiyetini gösteren adları olmadıkça pek de takibe alınmamasının öz
eleştrisi, önyargılı anti gerçekçilik olarak işin diğer bir yanına dikkat
çekiyor. Bireysel silahlanma cenneti olan Amerikada bu olaydan sonra, silah
satışlarına kısıtlama ve daha etkili kontrol getirilmesi gündeme gelince silah
satışlarında görülen hızlı artış artık gerçek yaşamın silah emniyeti olmadan
sürdürülemeyecek hale geldiğini de gösteriyor.
Cinayetleri işledikten sonra evine yolladığı polisler için
ayrı bir tehlikeli donanım hazırlaması, tasarımına
ne kadar kafa yorduğunu ortaya çıkarıyor.
Bireysel silahlanması dikkate alınmayan, iyi ve başarılı eğitim
almış bu iyi aile çocuğunun böyle bir girişimde bulunması, toplumun bireysel
başarı ve gelişmişlik kriterlerini de sorgulatıyor.
Mahkemede avukatının yanında otururken gerçek aleme henüz dönmediği duygusu veren yüz ifadesindeki masumiyet pekçok yönden ürkütücü.
Son yıllarda her gün partnerleri ve aileleri tarafından akıl dışı gerekçelerle öldürülen kadınlarımızın, toplumsal ortak algıda kanıksanmaya
başlaması ve bir birine rol modeli olması da aynı gerçeklik dışı algıların
zihinsel güdümünü sergiliyor.
Kısa bir süre önce kıskançlık krizi ile sevgilisini
bıçaklayan genç adamın “Kaç falcıya gittiysem beni aldattığını söylediler,
böyle bir şey olmasa falda çıkar mıydı?” gerekçesiyle karşısındakini yok etmeye kalkması,
günümüzde iyiden iyiye yaygınlaşan bu gerçeği algılama bozukluğunun başka bir
boyutunu sergiliyor.
Kimilerinin inanç alanları da, sanal alem gerçekliği olarak
gerçeğin kendisinden daha fazla kabul görüyor.
Dinlerin tasavvuri dünyasını gerçeklik gibi belletiren ve
bellemeye hazır olan beyinlerin bu dünyayla ilişkileri de bu algıya uygun oluyor. Ve
herkes kendini haklı bulabiliyor.
Sonuç: maddi manevi araçlarla, sanal dünya kodlanmalarının devamlı uyardığı günümüzün insan aklı, çoğunlukla ‘gerçek’ olanı farklı okumaya ve değerlendirmeye
başlıyor.
Yeni nesillerin ellerindeki akıllı iletişim araçlarıyla
bütünleşen yaşamlarında yan yanayken bile bunlar aracılığıyla bağlantı
kurmaları sanal dünya sosyalliğinin geleceğe dair işaretlerini de veriyor.
Günümüzün en önemli gerçeği de, sanal dünya değerleriyle kodlanan
akıllarda, çoğu kez mantığı devre dışı bırakan bir kabulün, her şeye yön vererek,
ne gerçek ne değil, hangisi doğru, hangisi yanlış gibi niteliklerin önemini
azalttığını ve şimdilik önlemenin de pek mümkün olmadığını görüyoruz.
Sevgi Özkan