31 Mart 2014 Pazartesi


Resmi sonuç açıklanmadan açıklananlar resmi mi oluyor?

 

Bu kadar tartışmalı bir seçimin sonuçları açıklanmadan atı alıp Üsküdar’a geçenlerin geri dönmek zorunda kalıp kalmayacakları,
yasal ve resmi olarak daha ne kadar ileriye gidip gidemeyecekleri gittikçe daha önem kazanıyor.

Gerçeğin doğrusuna ulaşım olanakları bu kadar baskılanıp, seçim şartları bu kadar engellerle donatılınca seçim sonuçlarını başarı veya başarısızlık saymak yanlış olur.

Tüm devlet gücünü kendi iktidarı için kullanan tek bir adama hapsedilen yönetimde, seçim sonuçlarını demokratik ölçülerle kazanılmış veya kaybedilmiş sanmak aymazlıktır.

Bağımsız olması gereken Yüksek Seçim Kurulu henüz resmi sonuçları açıklamadan İç İşleri Bakanı’nın bu kuruma gitmesi haberi düzenlemelerin ispatı olmuyor mu?

Artık bu tavırlara şaşırılmaması da, bugüne kadar demokratik haklara yapılan müdahalelerin normalize sayılmasında ileri geliyor.  

Zira seçime gidiş süresince ve daha önce iktidarın tüm gücünü kendi lehine bir baskı olarak kullandığı çeşitli örneklerle ispatlandığından seçimin de nasıl tuzaklara hazır olduğu görebilecek durumda olanlarca zaten görülüyordu.

Bağırıp çağıran, hakaret eden, doğruları saklayan veya çarpıtan bir yönetim tutumunu iktidarın kazanması gibi görmek veya onaylamaktan yana yorumlamak toplumsal çöküntünün onaylanması anlamına da gelecektir.

Olan bitenle ilgilenmemeyi ve kavramamayı seçenlerin bunları görmesi zaten mümkün olmadığından siyasi ve demokratik adaba uymayan tavırların ahlaken de onaylanması anlamına gelen bu sonuç henüz ürkütücü sayılmamalı. Zira bu seçimde büyük bir kesimde dışlaşan yurttaşlık bilincinin sandık sayımlarının şaibeli sonucunu önlemeye yetmese de toplumsal ahlakımızın henüz sanıldığı kadar çökmediğini gösteriyor olması tartışılamaz bir doğrudur.
Sevgi Özkan

 

18 Mart 2014 Salı


ÖLÇÜTLERİ OLMAYAN TOPLUM

 
Günden güne politik ve ahlaki doğruların örtüşmediği bir sistemli kötülük ağı oluşmakta.
Toplum ve birey için aynı derecede “iyi” ve “doğru” olan demokratik ölçütlere sahip değiliz. Vicdani tepkileri yok sayan örgütlü baskı ağının politik ahlakı denetleyerek genişlemesini önleyecek benimsenmiş değerlendirme ölçütlerimiz olmadığı yok. Demokratik normları altüst eden karmaşık keyfi düzenlemeler ve liderler üzerinden yürütülen kim haklı çekişmesinde gücü elinde tutanın haklı sayılması bunun ispatı. Demokrasilerin kötü olanlara da yönetim olanağı sağlamasını önleyebilmek için hak, hukuk ve vicdan ölçütlerine sahip bireylere ihtiyaç var. Bu ölçütlerle değerlendirilen politikalar ve politikacılar, aslında yanlış yapmalarını önleyen kendi dışında kararlı bireylerin eleştrilerine ihtiyaç olduğunu herkesten iyi biliyor olmalılar. Aslında yanlış yapılmasını önleyecek güçlerin devre dışı bırakılmasının önlenmesine yönetenlerin yönetilenlerden daha çok ihtiyacı var.
Sevgi Özkan

15 Mart 2014 Cumartesi


İLERİ PERVASIZLIK YÖNETİMİ

Cumhuriyetin bu kadar pervasızca yıpratıldığı tüm kurumların keyfi idarelerle işleyiş düzeninin deforme edildiği olmamıştı. Yeni Türkiye derken eskisini işlemez hale getirenler kendi yaptıklarının içinden kendileri de çıkamıyorlar.

İktidarın baştan çıkarıcı cazibesinin kural tanımaz anlayışlarla yapılanları kitabına uydurmaktan daha çok, yepyeni kitap oluşturan kontrolsüz yönetimi, güçler dengesini tamamen bozdu.

Var olan yasalara zaten uymayanlar, benmerkezci keyfi icraatlarına uyan ve bir torbaya konan düzenlemelerine yasal kılıf uydurmayı adet edindiler.

Uzaktan emirli otomatik oylamalarla tüm bağlantılar bozulunca hiç bir konuda davacı olmanın etkisi ve beklentisi kalmadı.

Toplumun bugününü ve geleceğini biçimleyen bunca yıllık demokrasi deneyimine hiçe sayan düzenlemelere, ileri demokrasi adı takılarak dokunulmazlık kazandırıldı.

"Yüzde kırk dokuz, yüzde elli demektir ,o nedenle ben istediğimi yaparım" antidemokratik anlayışını kaba kuvvet mantığıyla uygulayıp, kuvvetler ayrılığını ortadan kaldıran yönetim, "sıkıysa karşı çık" tehditleriyle sürdürülmeye başlandı.

Kendine kayıt şartsız sorgusuz sualsiz uyanların dışında görüş bildiren, eleştiren, beğenmeyen veya susarak protesto edenleri "milletim" şemsiyesinin dışında bırakan bir güç oluşturuldu. Toplumu çeşitli tanımlamalarla bölerek birbirine düşürme girişimi hayret ve esefle izlenirken, gidişin felaketini gören her kesimden insanlar birbirine aman sakin olalım telkinleri yaparak sorumlu davranmaya çalışırken, bunu yapan yönetim karşısına aldıklarını kendi yaptıklarına ses çıkarılmamasını sorumluluk olarak telkin etmeye başladı.

Bu kadar eksilerin bir araya gelmesiyle, insanların her geçen gün artan endişelerini gören yöneticiler, panik halinde her şeye saldırmaya başladı.

Artık seçimlere de güven duyulmayan bu düzen insanlarımızı stres, umutsuz ve güvensizliğe sürüklüyor.

Önce sıkı dost olup sonra kavga etmekle tekrarlanan bu pervasız davranış, bir milletin kaderiyle oynamaya başlayınca "bir kötünün yedi mahalleye zararı dokunur" sözü geliyor akla.

Eninde sonunda iyinin anlamını yeniden inşa edeceğinden kötüler er geç yok olur da, bu kaç nesle mal olur işin can sıkıcı yanı bu.

Sevgi Özkan

13 Mart 2014 Perşembe


Yönetimin Yanlı Düşünce Yaratma Otoritesi Demokrasileri Yaşatmaz.

 

Düşünen bireyin gördüklerini ifade etme hakkı, demokrasilerin temeli olunca fikir çatışmalarının bir anlamı oluyor. Bu geliştirici bir şey.

Demokratik hakkı kullananı yok edici müdahaleleri, karşı düşünce gibi gösterip demokrasi diye sunmak kabul edilebilecek bir var oluş alanı oluşturamaz. Ona demokrasiyi yok etme düzeninin yapı taşlarını döşemek anlamına gelir.

Yönetimin sahip olduğu güçle görevlendirilmiş karşı görüş yorumuna karşı demogojik duruşları artık birbirinden ayırabilen bir ölçü oluştu. Olan biteni göz göre göre tersine çevirip yorumlama çabaları yandaşlık körlüğünden öte bir de arkadan destekli var olabilme imkanı haline getirilince ortaya çıkan fikir çatışması değil mantıksızlığa karşı mantık savaşı oluyor. Karşısına geçtiklerini gerçekle ilgili olguları Aristo mantığı denilen düz bir mantıkla tersine çevirerek sonuçları kabule zorlayan girişimler, ileri sürülenin karşı görüş olmadığını düşünebilen birey anlar. İnancını ve düşünme yetilerini vekaletle hakim gücün emrine gönüllü verenler, kendilerine karşı oluşan bir ortama yaptıkları katkıyı da anlayamazlar. Bu kadar açık.

Sevgi Özkan

9 Mart 2014 Pazar


İki yanlış bir doğruyu değil, kendilerini götürdü.

 

Yanlış ile doğrunun arasında yapılacak tercih söz konusu olduğunda seçimin doğru olandan yana olduğu bir gerçek. Yanlış tarafta birlikte var olanların dayanışmaları kavgaya dönüşünce suç ortaklarından ikisini de suçlamak gerekir.

Şu anda birini tercih edelim sonra öbürsüne bakalım olamaz.

Yasal sorumluluk ve yetkisini paylaşanla, paylaştığı arasında birinden birini seçerek suçluluk olgusu telafi edilemez. Birbirine güvenerek oluşturdukları yanlışlar ve suçları, hakimiyet kavgası başlayınca birbirlerine atarak suçluluktan kurtulma savaşı yürürken birinden birini desteklemeyi seçmek yanlışların devamından yana oy kullanmak anlamına gelir.

İlk başta yasal sorumlu olanın ortaya dökülen yanlışlarını unutturma çabasına ortak olmak o yanlışların sürmesine oy vermek olacaktır.  Öte yandan legal sorumlunun ortaya çıkan suçları kendi ağzıyla yaptığını itiraf ediyor olması ve bunları suç olarak algılamaması, onun tüm yaptıklarını onaylamak ve suçlarına devam vizesi vermek olmaz mı?

Yine kendi ağzından destek verdiği kayıtlara geçmiş pek çok suçu şu anda diğer tarafın kendisini kandırması şeklinde masumiyet ve suçsuzluk tonlamalı açıklamaları, aslında yöneltilen suçlamaların doğrulanması anlamından başka nasıl yorumlanabilir ki?

Zira: bunca yıldır güçlü yönetim havasıyla kendilerini yere buza koymayanların aslında ne kadar aciz ve güçsüz olduklarını itirafı anlamına gelmez mi?

Veya yönetim dikkatlerinin gerçekten ülke yararına mı yoksa kişisel çıkarlara mı dönük olduğunun açığa çıkması olmaz mı?

Böyle bakınca da hala iktidarı bırakmamak yolunda baskı ve düzenlemeleri demokratik yönetim açısından ne kadar geçerli sayılabilir ki?

Olan biteni anlamamaktan yana oluşan kör taraftarlıkların ötesinde yaşananları analiz edince başka bir mantıki çıkarım yapılabilir mi?

On iki yıldır sergiledikleri yönetim tutumlarında akla takılan pek çok konu, son gelişmelerle tek tek yerine oturdukça gerçekten ne umulmuş, ne oluyormuş ve ne olmuş daha iyi anlaşılıyor. Artık yapılan baskıları başka başlıklar altında okumak mümkün değil.

Önemli olan iki yanlıştan birini doğru saymak değil, iki yanlışın tüm doğruları yok ettiğini kavramak ve demokratik düzeni kaybetmeme iradesini geçerli kılmaktır.

 

Sevgi Özkan

8 Mart 2014 Cumartesi

Üst üste yönetme hakkı kazanarak beraber yürüdük diyenlerin aslında çarpışarak yürüdüğü görülüyordu.
Uzun yıllar tüm yanlışlıklara karşın ne yapıldığı anlaşılmadan mağduriyet kalkanıyla her şeyi kurcaladılar. Tek bir güç görüntüsüyle çoğunluğun tasdik edildiği izlenimi yaratıldı. Ama bir takım siyasal girişimlerde dikkatli gözlerden kaçmayan nokta karşı güçlerle mücadele adında yürütülen operasyonların hep birbirine çelme takıcı bir zamanlamayla gerçekleşmesiydi. Bu aslında görünür yönetimin altında birbiriyle mücadele eden iki ayrı gücün varlığını işaretliyordu. Bir hareketin hemen ardından o hareketi eksileyen başka bir hareket aynı güç gösterisi içinde gerçekleşiyordu. Neydi bu?
Bunun ne olduğu artık daha iyi anlaşılıyor. İçerde birbirleriyle mücadele eden ama dışarıda illegal güçlerle mücadele eden ve tek bir gücün egemenliğindeymiş izlenimi veren bir savaş sürüyordu.
Şimdi her şey açığa çıktı ama şu anda kimse, nereye çarpılarak durulacağını güçler dengesinde kimin kazanacağını bilemiyor. Neyin neye evrileceği henüz anlaşılamıyor.

4 Mart 2014 Salı

İÇERİĞİYLE GOOGLE GİBİ BİR ÇALIŞMA.

 

Kurtuluş Savaşı ve Atatürk dönemini “Atatürk’le Cumhuriyete Doğru Kurtuluş” adıyla okuyucuya sunan önemli bir kitap yayınlandı.

Araştırmacı Sosyolog Abdullah Özkan’ın, geniş araştırma ve bilgi birikimiyle sahip olduğu arşivinden özenle bir araya getirerek gerçekleştirdiği bu çalışma, okura dönemle ilgili toplu bilgi edinme olanağı sağlıyor.

Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşunu içeren Atatürk dönemini görsel ve yazılı içeriğiyle başlı başına bir Atatürk kütüphanesi değerinde zenginleştirerek önemli olduğu kadar yararlı da olan bir çalışma gerçekleştirmiş.

Bilgi ve belgeye dayalı zengin içeriğiyle toplumumuzun en önemli döneminin doğru kavranması ve tarih bilincinin yükselmesine katkı sağlayarak gelecek nesillere de miras bırakılacak bir kitap.

Anlamsal ve boyutsal büyüklüğüyle ev kütüphanelerinde özel bir köşeyi fazlasıyla hak eden eserde anlatılan dönemi, iki ayrı bölümde farklı belgelerle sunarak bilgiye ulaşım kolaylığı sağlaması, dikkat çekici bir diğer özelliği.

Birinci bölümde yaşanmışlık sırasına göre kronolojik sırayla verilen dönemi, ikinci bölümde de değişik bilgi ve görsel malzemelerle alfabetik sırayla sunarak okuyucunun konuya yaklaşımına uygun arama ve bulma kolaylığı sağlanmış. Bu özelliği ve zengin içeriğiyle bir arama motoru işlevi de gören kitap, çok yönlü belgelerle zenginleşen sunumuyla okuyucunun bu önemli dönemi daha iyi kavramasını sağlıyor.

Abdullah Özkan’ın Osmanlı, Atatürk ve Cumhuriyet dönemine ait tüm eserleri, kitap eleştirmeni Doğan Hızlan’ın başka bir çalışması için yaptığı değerlendirmede kullandığı benzetmeyle Google gibi bir kitap niteliğinde.

Ayrıca kitaplaştırdığı konuları, sosyolog vizyonuyla dönemin ruhunu da yansıtan çok yönlü belgelerle okuyucuya sunması, toplumdan aldıklarını topluma yansıtan üretici aydın karakterini de işaretliyor.

 
Sevgi Özkan

 

 

 


1 Mart 2014 Cumartesi


Kurallara uymayanlar toplumunda “Demokrasi”nin düzeyi ne kadar yükseltilebilir ki?                     

 

Kurala uymamanın çoğunluk tarafından yaşam kuralı haline getirildiği toplumda demokrasinin sürdürülmesi de zorlaşıyor. Zira demokrasi birinin hakkını ötekine karşı koruyarak bir arada yaşamayı sağlayan kurallar bütünüdür.

Bireysel hakların çiğnenmeden birlikte yaşamayı sağlayan demokratik normlar da, uyulması gereken kuralların içselleştirilmesiyle oluşan davranış biçimlerini yansıtır.

Kurallara uymama ve kendi hak hukukunu kendi tayin etme davranışlarının en önemli rol örneğini ülkenin yönetim kadrosu oluşturacağından onların kurallara uymaları toplumun genel ahlakını etkileyen örnekler olarak çok önemlidir. Yönetim krizi oluştuğunda,

Yönetimi ellerinde tutanlar, ülkenin çıkarlarından önce kendilerini korumak için kendine bağlı güçler oluşturduklarında kurallar bozulacağı için o yönetimlerin sonunu da çoğunlukla bu aşırı yetkilendirilmiş güçlerin kural dinlemeyen inisiyatifleri getirir.

Genellikle kendilerine ait güvenlik barajlarının kendi üstlerine yıkılmasıyla sonlanan bu yönetim eğilimi diktatörler oluşturmakla kalmaz oluşturulan diktatörün yok edilmesiyle sonlanır.

Devletin gücünü oluşturan yasama, yürütme, yargı gibi kuvvetler ayrılığı, ülkenin ve toplumun varlığının korunmasını sağlamak için  oluşturulduğu için, hepsini tek bir gücün elinde toplamak da, demokratik topluma veda etmek anlamına gelir.

Sığ düşüncelerin sığ ifadesinden oluşan sığ algıların sığ ortak akılları demokrasi, özgürlük, hak hukuk kültürünü de sığ düzeyde yaşatarak demokrasinin gelişmesini önler.
Sevgi Özkan