27 Kasım 2013 Çarşamba


Ben Oyuncak Değilim

 

Cumhuriyet gazetesinde çocuğunla boğuşan Kanadalı ünlü bir komedyen babanın görüntülerinin seyredenleri ikiye böldüğü yazıyor.

Yer ve zaman fark etmiyor. genellikle bazı babalar, bebekleri top gibi havaya atıp tutar ki son derece riskli bir şey, bazıları da yatağa fırlatır.

Bebeklerin oyun objesi olmadığını anlamaları vakit alıyor ve çocuklarda beyin sarsıntısı dahil pek çok hasar oluşuyor.

Aynı akıllar, çocuklarını rakı ve sigara içmeye veya silah tutmaya da zorluyor.

Çocukların insan olarak saygı duymaları, hakları olduğunu kavramıyorlar. Eşlerini de algıladıkları türden kendilerine ait bir mal sanıp, sevgi diye bu tür tehlikeli hareketlerde asla sakınca görmüyorlar.  Böyle gelişmemişlerin yavrusu olmak büyük şansızlık ama daha da beteri, yine çok yakında ülkemizde kendi çocuklarını uyuşturucuya alıştıran uyuşturucu satıcısı bir babanın olması. Başkalarına sattığı malı kendi çocuklarına da kullanması, yaptığı şeyin zararlı olmadığı aymazlığını işaretliyor olsa da, daha da vahim ama hepsi aynı gelişmemiş kafanın çeşitlemeleri. Bu babalar azınlıkta olmadıkları için en iyisi bebeklere “Ben Oyuncak Değilim” önlükleri takmayı adet haline getirmek.

Çocuğun bebeklik dönemi haklarını hatırlatmak, öğretmek ve korumak için iyi bir uyarı olabilir.

Sevgi Özkan

20 Kasım 2013 Çarşamba


Bugün Günlerden Ne?

 

20 Kasım Dünya Çocuk Hakları ve de Felsefe Gününü, yılda bir kezden ne çıkar demeden, haklar ve düşünme kavramlarına kafa yorarak geçirmeye ne dersiniz?

Çeşitli konuları dikkat alanına sokan Dünya günleri, çeşitli sorunlarla boğuşurken hatırlayamadığımız ve önceliklerimize girmeyen pek çok temel sorunu insanlara eş zamanlı hatırlattığı için önemli.

Politik çekişmelerin kapladığı dikkatlerin, tekil sorunlar olarak yaşayıp unutulanların yıl da bir de özel olarak hatırlatılmasının reddedilecek bir yanı yok.

Bu günlerin konularla ilgili olarak akılları yeterince dürtüp dürtmemesi değil, sınırlı günlerde dert edilip geçilmemesi gerektiğini de algılatması önemli.

Sevgi Özkan

9 Kasım 2013 Cumartesi


Çocuk gelin ve imam nikahlı ilişkileri muhafaza edebilenler, uygar ilişkilere allahmuhafaza mı diyorlar.

 

Her gün kocaları tarafından çocuklarının gözü önünde öldürülen kadınları,

başına bela gelmeden yaşlı adamlara paketlenen çocuk gelinleri,

bir arada olmak için imam nikahını yeterli sayanları yaratıp  

muhafaza eden toplumumuz, kadın erkek birlikteliğinin en uygar şeklini reddedebiliyor insanca bir arada olma uygarlığını gösteren gençlerin ahlak bekçiliğine soyunmaya kalkabiliyor.

Genç cinselliğinin doğasını da neredeyse suç haline getirici bu tutumlar, gençlere kadın erkek ilişkisinden ne anlamaları gerektiğini anlatmak için milleti ihbar görevini yüklemeyi de ahlak sandırmaya çalışıyorlar.

Karşı cinsi normal tanıma yollarını sağlayan dostluk ve arkadaşlığı engelleyen ve birbirine en ufak yanaşma ve tanıma olanağını tehlike sayıp önleyen bu tutumlar, çocuk ve insan olma hakkı hiçe sayılıp eğitimini tamamlamadan anne yapılan çocukların, imam nikahları veya yaş büyütmeli resmi nikahlarını normal sayabiliyor. Her gün en az iki kadının kocalarınca pervasızca öldürüldüğü mutsuz, tatminsiz, eşleri düşman haline getiren evli beraberliklerin evlilik kutsallığına nasıl darbe indirdiğin ortadayken, gençlerin davranışlarını göz ve ev hapsine almakla ne muhafaza ediliyor.
Sevgi Özkan

6 Kasım 2013 Çarşamba


Yaşam tarzı sınırlarımızı namus bekçileri mi koruyacak?

Kadınların yaşamı üzerinden yürütülen savaşanlarda kadının başını kapatma özgürlüğü(1) ile yetinmeyenler cinsiyet bekçiliğinin sınırlarını genişletiyor.

Bireysel özgürlük derken bireysel tercihlere sınır çekmeyi demokratlık sananlar, kadın bedeninin sınırlarında dolaşmaktan kolayca vazgeçemiyorlar.

Bu iş, devlet gücüyle bekaret kontroluna kadar gideceğe benziyor. Ne yapacağına kendi karar versin diye savunulan özgürlük anlayışı, başını kapatma özgürlüğü (!)yle yetinilmeyip nerede kimle nasıl yaşayacak özgürlüğünün sınırlarını çizmeye doğru yol alıyor.

Kadının namusunu cinsiyetinden öte algılamayan erkekler dünyasının yönetim gücü eline geçirdiğinde onu zaten yaşatmadığını, yaşatırsa da kendi çizdiği sınırlarda yaşamaya zorladığı her gün öldürülen kadın yaşamlarında görülüyor.

Bu mantığın devlet yönetim gücüyle insan hakkı olarak kadının yaşam sınırlarını daraltan uygulamalar, siyasi güçler arası muhafazakarlık yarışına dönmeye başladı.    

Demokrasi üzerinde ileriye giden yolda geriye dönmeye dönüş değil, düşüş deniyor.
Sevgi Özkan

 

4 Kasım 2013 Pazartesi

Erkekler neden karışmamalı
 
Ahmet Hakan, Türban konusuna neden erkekler karışmayacakmış bana anlatsınlar diye sorunca ben de aşağıdaki mektupla anlatmak istedim. 
 
Türban sorununa niye erkekler karışmayacakmış diye dün sorduğunuz için bu konuda durum analizi yapmakla taraf tutmak arasındaki farkı göz önüne almalı diye bir cevapla başlamak istiyorum.
Önemli bir simgeye özellikle dönüştürüldüğü için dönüşen bu konunun etkileşimlerini uzaktan anlamak ile bizzat yaşamak arasındaki farka dikkat etmiyor olmalısınız.
Bu konuda empati yapabilmeniz için eğer Başbakan, bazı Müslüman devlet başkanları gibi milli veya dini kıyafeti dinim gereği, özgür seçimim diye tercih etseydi bu gün geldiği yere gelebilir miydi ve gelirse erkelerin büyük çoğunluğu bu kıyafetin dışında kalmayı tercih edebilir miydi diye sormak istiyorum. O zaman kişisel seçim dediğinizin hangi dinamiklerle yaratıldığını ve bireysel özgürlüğün politik alanlarda nasıl biçimlendiğini daha iyi örneklemiş olurum.
Başı açık olanların etrafını saran bu örtünme baskısı onların alanını daraltınca sizleri birey olarak zorlamayacak bu konuda ahkam kesen erkekler hangi gücünüz veya söyleminizle bunu önleyebileceğinizi veya herkes kendi gibi olsun demeye devam edeceğinizi düşünüyorsunuz.
Sorun, ayrımcılık değil, bireysel tercihlerin çeşitli toplumsal baskılarla gerçekleşmesinin önlenmesinde gerekli özgürlüğün gösterilmesinin engellenmesi sorunu.
Başı örtülülerin eskisine göre çoğaldığını ve bunun bir inanç gereğinden çok inanç modası halinde etkileşim yarattığını hep birlikte yaşayarak görüyoruz. Aksi takdirde daha önce yurdumuzun başı açık kadınları inançsızdı sadece şimdi kadınlar hidayete eriyor dememiz gerekecek.
Örtünmenin artmasında en yakın baskı eşlerin veya aile erkeklerinin işlerinin iyi gitmesi için ölçü yapılır hale gelmesi ve bu anlamda bir sembol olmasından ayrıca kentlere göçle gelen kadınların namusluluğunu ispat kaygısıyla köyünde örtünmediği türde kapanmasından kaynaklandığı bir gerçek.
Yani bir kadının başını örtmesi onun inanç ve kişisel tercihinin dışındaki faktörlerle  de gerçekleştiğini görüyoruz. O zaman birey olma kültürünün yaygınlaşmadığı toplumlarda herkesin bir adamın ağzından çıkan emirlere göre hizalandığı bir yönetimde erkeklerin bu işe karışması da çoğunlukla bu doğrultuda oluyor. Yani çoğunluk durum analizi yapmak için bu konuya değinmiyor. Öte yandan bu baskıları kıramadığı için başının örtmek durumunda kalan kadınlar, bireysel tercihten çok, konumsal zorlamalara uymak zorunda kaldıkları için bunalsalar da seslerini çıkarma olanağına sahip olamıyorlar.
Kısaca mahalle baskısında en önemli dinamiği şu veya bu biçimde erkekler oluşturuyorsa kadının başını örtmesine onların karışmaması çok isabetli olur.
Biz kadınlar azınlıkta kalacak çekişmeler dışında kendi aramızda birbirimizi yadırgamayız ve  küçümsemeyiz ama erkekler bu konuda biçimleyici olması (ki en güzel örnek Emine Erdoğanın ağabeyi tokadıyla örtünmeye başlayıp benimsemesidir) konunun en can alıcı noktasını oluşturuyor.
Tarhan Erdem’in 2010 yılında araştırmacı kimliğiyle örtünme konusunda kamusal alan sınırı kalkarsa hiçbir kadın sokağa başını örtmeden çıkamaz öngörüsü, durum analizi olarak bazı gerçeklerin altını çiziyor. Aynı konuda Şerif Mardin’in mahalle baskısı endişesini de sayabiliriz. Bunlar sosyal bilimsel öngörüler olarak üzerinde düşünülmesi gereken noktalar.
Şu anda bazı sınırlar henüz korunuyorsa da yakında o da kalkınca biz başı açık kadınların var olma savaşını siz yine oturduğunuz yerden kim haklı kim haksız diye inceleyeceksiniz ama biz çok zorlanacağız.  
Toplumumuzda hep sonradan hesap görme ve suçlular yerine o anda ele geçenler üzerinden hesaplaşmayı adalet sanma yanlışlığı yaşandığı için rövanşist tavırlarla davranacakların çoğunlukta olacağı ve toptancı ve rövanşist eğilimlerin vahşi gücüne yenik düşmeyecek bir kamuoyuna sahip olmadığımızı hatırlatmaya gerek var mı bilmem.
Başı kapalılık veya açıklık kadınların kendi seçimi olmasına biz de çok çalıştık ama gelinen yerde denge tüm kadınların aynı formata girmesi ve egemen formatın başı kapalılık olması doğrultusunda ilerleniyor.
Başını aynı anda örtme kararı alan AKP'li milletvekillerinin ilk gün üç kişiyken beş kişi olmaları daha sonra başı açık tek bir milletvekili kalmayana kadar gideceğe benziyor.
İstanbul Belediye başkanlığı yapmış Ali Müfit Gürtuna’nın eşi sonradan kafasını açarak kendi istediği özgürlüğe kavuşmuştu. Ama bugün eğer isteseler Emine hanım ve Hayrünisa hanım kişisel olarak başlarını açabilme şansına sahipler mi acaba?
Neden değiller? Başı açık olmak dinsiz olmak anlamında yorumlandığı için mi?
O zaman bu baskının ağırlığını arttırmak herkesin başını örteceği ve açacağı yere zorlanmak olmamalı.
Bu durum da, asla dinsel tercih ve özgürlükle alakalı bir gelişme göstermiyor.
Şu anda gidiş herkesin birlikte yaşayacağı bir düzenden çok gücü eline geçirenin kurallarıyla yaşanacağı bir düzene doğru daha hızlı bir kayışı işaretliyor.
O nedenle normalleşme şartına siz erkekler ve ölçüleri ve de politik stratejiler karışmamalı.
 
 
 
Sevgi Özkan