29 Nisan 2012 Pazar

GERİYE BAKARKEN İLERİ GİTTİKLERİNİ SANANLAR ÜZERİNE


Çeşitli nedenlerle kökleşmiş yanlış algılamaların dokunulmazlığı, sorgulamayı önleyince yanlış, doğru yerine geçip üstüne de yeni kuleler dikiliyor. Düşünme yerine düşünmeden benümsenmiş özellikle inanç kategorisinde görülen farklılıklar da buradan yeşeriyor.
Doğru sanılanların çoğunlukla doğrunun yerine geçen yanılgılar olması çok rastlanan algılama farkıyla ilgili.
İkisinin de sağlaması ancak gerçekle yüzleşmeyle mümkün olabileceğinden, zannetmek ile sanmak arasında, gerçeğe ulaşma isteği yönünden bir fark yok.
Aklın denetimi, kalbin izni denebilecek inançla gerçekleştiğinde, insanlar doğru veya gerçek olana değil, doğru diye kabul ettiklerine inanıyorlar.
Düşünme olgusunun akıldan çok duygularla yönetildiğindeki bilimsellik algısı ile aklın kontrolüyle gelişen bilimsellik algısı birbirinden farklılaşıyor.
Davranış ve düşüncelerde duygusallığın belirleyici olması durumunda, bilimsel verilerin doğru kabul edilmesinde de sadece duygusal benimsenmesi yeterli olabiliyor.
Bu konuda en önemli fark, insanın yaratılışı, gelişim ve evrimi teorileri gibi konulara yaklaşımda ortaya çıkıyor.

Yaradılış ve evrim teorilerini inanç bazında benimseyenler, paylaştıkları inanç kalıplarından öteye bir yaklaşım benimsemezken, aklın yolunda gidenler evrim denilen gelişimi ve Charles Darwin’i benimsiyorlar. Çünkü ona karşı duranların argümanları kendi inançlarından öteye akılsal bir veri ve anlam taşımazken, Darwin bilimselliği akılsal gözlem, çıkarım ve bilgilere dayanıyor.
Bilim kavramı en geniş ifadeyle akıl yoluyla gerçeği kavramaksa, günah gibi inanca dayalı kavramlarla gerçeği algılamak ta ondan farklılaşıyor, Yaşam ve dünyayı sadece kendi benimsedikleri inanç doğrultusunda algılayanlar, tek doğrunun inanç olduğunu söyleyenlerle birbirlerinden ayrılırken tek doğruluk ölçüsü de sadece kendi kabul ettiği inanç oluyor.
Bu açıdan muhafazakarlık kavramı da genel çerçevede akıldan çok duyguyu ve inancı muhafaza etmek isteğiyle gelişim ve değişimlere karşı durmak olarak şekilleniyor.
Muhafazakarlıkta ilericilik ise, bugünden ileriye değil geriye dönük algılarla ilerleme veya değişimlerin, geçmiş bozulmuşlukların düzeltilmesiyle bugünü değiştirmek isteği oluyor. Bu nedenle kendine muhafazakar diyen politikacıların bugünlerde geriye dönerek kendi tezlerini pekiştirici hamleleri arttığı gözleniyor.
Daha fazla ileri gidemeyeceklerini anlayınca bugünkü yerlerini muhafaza etmek için geriye ilerleyip kök salmayı garanti görüyor olmalılar. Ülkemizi ileri dünyaya taşımakta oldukları iddiasıyla direksiyona oturanların, geriye bakarak ileri gidebileceklerini düşünmeleri en basit tanımla önlerini iyi göremedikleri anlamına geliyor.
Sevgi Özkan

24 Nisan 2012 Salı

MOTİVASYONU BOZULAN GERÇEK BANKA SOYGUNCUSU.





Her gün yeni bir olay,çağımızın hızla değişen gelişmelerinin etkilerini düşündürtüyor.

Sanal gerçeklik algısının davranışlarımızı nasıl etkilediği de üzerinde durulacak önemde.

Diyarbakır’da banka soymaya kalkan adam, yüzüne geçirdiği çorapla elindeki silahı bankonun ardındaki görevliye uzatıp paraları istemiş.

Bildiğimiz banka soygunlarından birine yeltenmiş.

Fakat bankonun önünde kendi işlemleri için beklemekte olanlar korkup kaçmaya kalkmadan olayı sessizce izleme durumuna geçmişler.

Kameradan yansıyan bu görüntülerde, soyguncunun soyma performansının bu beklenmedik durumdan nasıl etkilendiği ve silahı banka müşterilerine çevirerek onları kovaladığı görülüyor.

Durumun kaydı, gerçekten seyirlik olmuş.

Görüntü digital ve sanal iletişimlerle gerçeklik algısı bozulan günümüz insanının durumunu çok iyi yansıtıyor.

Bu görüntüler; isteyerek veya istemeyerek olan bitenin içinde yer alınan günümüzde her şeyi merakla izleyen dünyalılara dönüldüğünün de fotoğrafıdır.

Kumanda aletleriyle yok edemeyeceğimiz durumlar olduğunu unutmaya başlamış gibiyiz.

Bu algı deformasyonu, şaka, metafor, espri ve mizahı da son derece tehlikeli hale getirmeye başladı.

Yakın geçmişte bir haber videosunda da boş otobüsü silah zoruyla harekete geçirmeye kalkan kimliğini gizlemiş bir soyguncunun inatçı sürücünün baş kaldırmasıyla istediğini gerçekleştirmeden arabadan inip yok olduğunu izlemiştik.

Sürücünün kahramanlığı da gerçekleri tam algılamasından mı yoksa algılamamasından mı bilinmese de iyi bir örnek olarak moral verdi ama ısrarını canıyla ödeseydi de kimse şaşırmazdı sanki.

Olan biteni izlemede bazı böyle haberler kamu spotu adıyla kitle eğitiminde kullanılan gizli bir sosyal reklamlardan biri mi diye de düşündürtebilir.

Uzaklarda yapılan bir karikatür çok uzak bir bölge kültürünün insanlarını ayağa kaldırırken, anlattıklarının daha etkili anlaşılması için yaptıkları bazı benzetmeler sahiplerinin canına bile mal olabiliyor.

Toplumsal kültürlerin değer farklılıklarından doğan cinayetler, geçerli nedenlerle neredeyse hoş görülmeye başlandı.

Mizah yapmanın bedelinin canlara mal olduğunu gösteren şaka cinayetlerinin örnekleri de çoğalıyor.

Gerçeklik algısı bozulan dünyalılar, günden güne ulaşılan ufuk genişletici olanaklara karşın sanki daha dar ve basit algılara sahip oluyorlar.

Daha önemli olan ise her şeyi seyretme alışkanlığının, felaketlerden korunma refleksini de zedelediğinin işaretleri artıyor.

Neredeyse yaşadıklarımızı, daha sonra uygun zamanımızda seyretmek üzere beklemeye alacağımızı sanacağız.

Yeni nesillerin bu gerçek algısı üzerinden oluşan değer yargılarıyla nasıl bir dünya oluşacağı merak konusu.

Sevgi Özkan

  


20 Nisan 2012 Cuma

SALDIRIP YOK ETME ÖZGÜRLÜĞÜ İLERİ DEMOKRASİNİN AVANTAJI MI OLUYOR ?.


Doktorların ve sağlık hizmeti verenlerin saldırıya uğraması, dövülüp, bıçaklanması, öldürülmesi,

Öğretmenlerin saldırıya uğraması.

Kadınların artık şaşırtmayan biçimde şiddet görüp öldürülmeleri, dövülmeleri,

Her gün duyduğumuz bu haberler, nasıl bir toplumda yaşadığımızı defalarca gösteriyor. Sınavlarda başarıların kimi ölçümlerde sıfırın da altına düşmesi ve bu düşüşün gittikçe artması eğitim kavramından ne anlaşılması gerektiğini düşündürtüyor.

Okumuşuna eğitimlisine saldırılması normal hale gelen bir ülke de yönetimden sorumlu olanlar dış gezilerden vakit buldukça olan bitenden haberdar ve filtreli arzlara muhatap oldukları için midir ki bunları dert etmiyorlar acaba?

19 Nisan 2012 Perşembe

Cahil olmayanların cahillere, kızmaktan öte yapacakları bir şey yok mudur?




Cahillikten doğan pek çok davranışın çok yönlü bozucu etkisi zihinlerde tepki yaratır ki

Bu, cahilin cahilliğini önlemeye dönük bir sonuç vermez. O kendisi gibi oldukça daha böyle çok yanlış yapacaktır çünkü cahil, cahilliğini bilmediği için kendisine neden kızıldığını da yeterince anlamaz. Ve cahilliğine sığınmaya, yaptığını savunmaya ve kendini haklı bulmaya devam eder.

Cahil olmayanın anlaması gereken de budur.

Esas eğitim cahilin ve suçlunun kendini haklı görmeyeceği bir yere gelinmesimesidir.

Bu konuda aydınlara önemli sorumluluklar düşer.

Alay etmek onun hatasını anlamasına yetmediği için esas yapılması gereken yaptığının neden tepkilere yol açtığını ona anlatabilmektir. Bu iş de cahil olmayana düşer.

Nasıl çocukların bilmediğini düşündüğümüz konularda onlara söyleyeceklerimizi farklı anlatımlarla kavratmayı tercih ediyorsak, cahil insana da aynı yöntemle yanaşmak onun cahilliğini gidermek için gereklidir.

İleridekine yetişemeyen gelişmemişle tepki göstermenin yolları onu yaptığı hatayı anlatacak yönde eğitmekle mümkün olur.

Sevgi Özkan


4 Nisan 2012 Çarşamba

VİTRİNDE SUNULANLA, İÇERDEKİ AYNI MI?






Bireysel inisiyatiflere yer vermeyen toplumsal duyarlılığımız, her alanda ikiye bölünecek konular bulmada hiç zorlanmıyor.



Toplum gündemine düşen dava ne ise, nasıl, neden düştüğüne bakmadan üstüne üşüşüp yandaş ve karşı taraf olmak gibi bloklaşma alışkanlığı da bunun örneği.



Moda veya geçerli konunun savunucuları veya karşı duranlar grubu kurmak alışkanlığı geçerli bir tavır.

Geçmişle hesaplaşma adına şu anda yapılan aynı yanlışlara ses çıkarmamak bu kitlesel savunuculukla gerçekleşebiliyor. Aynı kişiler bugünü görmeden geçmişle yüzleşmeyi bir ilerleme saymakla işin kolayına kaçıyorlar. Ancak bu tür birlikteliklerde sayısal gücü tamamlayıcı oluyorlar.



Bireysel ve toplumsal olarak bugünü ve geleceği ilgilendiren yönetimsel girişimlerde yani hem geçmişte hem de bugün süren yanlışlarda karşı durmayı göze alanlar maalesef dikkat çekici bir katılım ve ses oluşturamıyorlar.



Ya evet, ya hayır da bir araya gelenler, ancak böyle kutuplaşmış duvarlar oluşturmada kitlesel duruş gösteriyorlar.



Haklı ve doğru olanın yanında olmaktan çok, kaba çizgilerle haklı gibi görünen ve güç oluşturanın yanında durmak toptancılığı tercih ediliyor.



Neden doğru veya neden yanlış değerlendirmesinde tek argümanlı savunmalar yani akla karadan yana duruşlar çok geçerli.



Çünkü: bireysel sorumluluk almaktan kaçınmak, birine veya gruba tabi olmayı sağlayan en önemli etken.



Dinsel açıdan mezhepsel bloklar da aynı biçimde kişisel sorumluluğu peşinden gidene devretme nedeniyle oluşuyor gibi.



Böylelikle kişi, kendi günah veya sorumluluğunun var sayılan hesaplaşma açısından sadece kendi üzerine yazılmasından kurtulup dünya ötesini de güvenceye almış olduğunu sanıyor. Günah mı değil mi diye sorup cevabının doğruluğunu kendi aklının süzgecinden geçırmeden kabul etme tavrı da belki böyle açıklanabilir.



Vicdani hesaplaşmada tüm tek tanrılı inanç sistemleri kişiyi sorumlu tutsa da, burada yanlışın vebalini başkasına yükleyip, bireysel sorumluluktan kaçma anlamı da çıkabilir.



Siyasi davalarda iki temel görüş üzerinden oluşan toplumsal bölünmede yer alma tavrı da çok rastlanan ve böyle bir seçimi yansıtan bir tutumdur.



Ortalama toplumsal akıl, vitrine konanla içerdekinin yani söylenenle yürütülenin aynı olduğu yanılsamasıyla yönetilirken yapılanın bu olduğunu anlayan ve azınlıkta kalan bireylerin sesleri duyulmaz duyulsa da dikkate alınmaz olması hiç şaşırtıcı değil.

Sevgi Özkan