25 Ocak 2015 Pazar


GÜNÜMÜZÜN DERDİ!

DAVOS Dünya Ekonomik formuna katılanların aktarımlarından yansıyan gerçek, ekonomik sorunların konuşulmasının artık daha geri plana düşmeye başladığı doğrultusunda. 
Zira  Küresel iklimden yansıyan önlenemez afetlerle, her türlü iletişim alanında baş gösteren politik çatışmalar, yeni meslek ve istihdam alanları oluşturan değişimlere yol açan gelişmeler, geleneksel formun bu yılki ana teması, 'Yeni Evrensel Bağlam' olarak saptanmış.
"Beyninizi resetleyin" türü tavsiyelerin yapıldığına bakılırsa her alanda baş gösteren ve birbirini tetikleyen bu hızlı değişim ve gelişimlerin bireyler, toplumlar ve de uluslararası ilişkilere etkileri dünyamızın en önemli ortak sorun haline gelmiş bulunuyor. Çözümü küresel sosyal sorumluluk bilinci gerektiren bu sorunlara ilaveten, sosyal medya ile akıllı aletlerin bedenlerin organik uzantısına dönüşmesine yol açan bağımlılık, konusu da gittikçe önem kazanıyor.
Küresel iklim ve iletişim sorunları her yönden küresel sorumluluk ve de demokrasi gibi kavramları insanların birarada yaşayabilmesinin temel varoluş şartına dönüştürüyor. Ekonomk konular yerini küresel sorunlara bırakırken, dünyayı yönetenler veya yönetemeyenlerin yol ayrımına geldiklerinin altı çiziliyor ve bu nedenle ilk önce bugüne kadarki alışkanlıklarınızı tamamen yıkacaksınız önerisi yapılıyor. 
Şiddet ağırlıklı günlük ilişkiler içinde bu durumun kaçımızca farkında olunduğu tartışılsa da, tartışılmayan tek şeyin yarın ne olacak tedirginliği tüm toplumların ortak sorunu haline döndüğü.
Sevgi Özkan

21 Ocak 2015 Çarşamba

"ÇOCUK AKLI"na verilemeyen cevaplar. 

Altı milyon kişiyle Manila'da karşılanan Papa'ya, kalabalığın içinden 12 yaşında bir çocuk: 
" Çocuklar fuhuşa zorlanıyor. Tanrı neden buna izin veriyor? diye sormuş.
Herkes gibi şaşkınlık geçiren Papa:
"Çocuklar hiçbir şeyin suçlusu değildir" diye cevaplamış.
Cevaplanması zor bu soruya tüm büyükler gibi Papa'da, temiz ve mantıklı ve de tam karşılığını verecek bir cevap bulamamış. 
Tabii Papa'nın hassasiyetinden korkup çocuğu hoyratça susturmaya kalkanlar da çıkmamış.
Çocukluk devresinde pırıl pırıl olan insan aklı ve vicdanı sonra nasıl deforme oluyor da genellikle bu çocuk sorgulamalarına büyükler hep doğru cevaplamayı bilemez ve şaşırırlar.
"Şimdiki çocuklar harika" değerlendirmesi, sonradan kaybedilen saf, çıkarsız, mantık ve vicdançıkarımları olduğunun yetişkinlerce unutulmasındandır aslında.
Bu nedenle hangi çağda ve dönemde olursa olsun çocukken yaşanan görece ileri akıl ve duygusal tepkimelerini büyüyünce unutan yetişkinler, çocukları kendilerinden daha ilerde bulma şaşkınlığı ve ezikliğiyle çocuk sorgulamaları karşısında aciz kalır ve bunu da bugünün eskiye göre daha gelişmişliği değerlendirmesine bağlarlar.
Oysa her dönem ve kültürde çocuk aklı çevresine şu veya bu şekilde yaptığı sorgulamalarla şaşırtıp, bu hissi yarattığından bu doğru değildir.
Çocuklarla büyükler arasındaki esas fark, sadece çağ sorunu değil, büyüklerin akıl işleyişlerini deforme eden etkenleri iyi analiz edememe yani yeterince düşünememe sorunudur. 
Bu nedenle aklın düşünme fonksiyonunu şimdilerde çoktan akıllı aletlere kaptıran bir canlı olarak "insan", artık iyice düşünememekte ve tüm sorulara şaşıp kalmakta. 
Yakında sadece çocuk değil, makine aklının sorgulamalarına da cevap veremeyen canlılara döneceği endişesi, pek belli etmese de tüm yetişkinleri gizliden başka canlıları bekleme umuduna sardırtıyor galiba. 
Sevgi Özkan 

18 Ocak 2015 Pazar



KUTSALI KAVRAMA BİÇİMLERİ
Birey veya toplum bazında kutsallara saygı, toplumsal paradigmalar üzerinden benimsenen toplu hassasiyet ve tepkimelere dönüşüyor.
Birbirinden çok farklı paradigmalarla gelişmiş zihinlerce ifade özgürlüğü kapsamında görülen karikatür çizmenin  kendisinin hakaret sayılması ile çizilenin hakaret içermesi arasındaki farklılık bu ayrı paradigmalardan da kaynaklanan tepkilere yol açıyor.
Mizah, özünde zihinsel gelişim seviyesiyle de ilgili bir tepkime olarak sadece kutsallara dokunmakla açıklanamayacağını aynı kutsala sahip olanların gösterdikleri farklı tepkilerle göstermek mümkün. Yine, karikatür üzerinden hakaret etmekle hiçbir hakaret taşımasa da karikatürünün çizilmesini hakaret sayan anlayış, çoğu zihinde birbirine karışıyor.
Peygamberin yüzünün resmedilmesinin yasak olduğu iddiası da büyük çapta  geçmişi bilmeyen ve gerçeği kendi bildiğinden ibaret sayan yaygın ve baskıcı zihniyetten doğup yerleşmiş bir algı.
Böyle bir yasağın olmadığını tarihten çok yönlü delillerle ispat eden dini bilgilerle donanmış uzmanların bu safsatayı belgelerle çürütmesi işin özünün nerelerden kaynaklandığını daha iyi anlatıyor.
Mesela evrensel bilgi ve vizyona sahip din bilgini Prof.H.Kırbaşoğlu, peygamberin yüzünün de çizili olduğu tarihi bir belgeyle ilgili başından geçen anekdot üzerinden bu yasağa yol açan önemli algıyı şöyle anlatıyor.
Bu resmin varlığına inanmayıp görmek isteyen birinin, resmi görünce:
-İyi ama bu resim ona hiç benzemiyor .
diye tepki göstermesini anlatarak , herkesin kafasında farklı bir imaj olduğundan bu konudaki sürtüşmeleri önlemek adına yüzün beyaz bırakılması veya çizilmemesinin yeğlenmiş olunabileceğini söylüyor.
Ayrıca, Kuran'nın baştan aşağı ahlaki öğütler içermesine rağmen insanların çoğunlukla işin bu yanını es geçip, şu günah mı, sevap mı diye sorarak bir liste elde etme kolaycılığını tercih ettiklerini, eğer kuran sadece bu maddelerden ibaret olsaydı ince bir kitaptan ibaret olurdu diyerek işin özünün gözardı etmelerini eleştiriyor.
Bütün bunlardan sonra gelinen yerde bir durum analizi yaparsak; bugüne ulaşan tüm olumsuzluklardan sonra dindarların kendilerini sorgulamalarına yol açan bir öz eleştiri ihtiyacının ortaya çıktığı görülüyor.
Bu bağlamda Peygamberin yüzünü göstermeyi ve görmeyi yasaklayan zihniyetin altında da, gerçek  bilgi eksikliğinin idrakinden daha çok, onun yüzüne bakacak halleri kalmadığı gerçeğini sezmeleri yatıyor olabilir.
Sevgi Özkan (Sosyolog)

17 Ocak 2015 Cumartesi

İhtiyacımız var.
Bahadır Kaleağası'nın aşağıda yer alan  ve her yılbaşı aksatmadan yazdığı yazılardan sonuncusunu hayal kurma gibi değerlendirme yanlışına düşmeden okunmalı.
Nedeni hepimizi günlük politik varoluş savaşlarının doğal figuranı haline getirip ciddi hedeflere yöneltecek ölçüleri kaybettiğimiz son yıllarda, hangi ölçütler üzerinden kaygılanarak geleceğe bakmamız gerektiğini özellikle devlet yönetiminin dikkatine sunuyor.
Bizlere de yaşadıklarımızla öngörülen ve umut edilen gerçekler arasındaki kopukluk her yıl biraz daha artsa da, "Ne olduk?" değil, "Ne olmalıydık" sorusunu hatırlatarak umut etmeye zorluyor.
Bu dıştan bakış vizyonu, aynı zamanda toplumun pek çok yönden görmeye ihtiyacı olan gelişim skalasının gidişatı hakkında fikir veriyor. Bu hedeflere bu gidişle varılması çok zor dense bile umut verici bir yazı..
Sevgi Özkan


2014 YILI NASIL GEÇEBİLİRDİ? 
Bahadır Kaleağası - Finans Dünyası Ocak 2015 

LINK ->  http://bit.ly/Kaleagasi-2014NasilGecebilirdi 


9 Ocak 2015 Cuma

DÜNYA VATANDAŞLIĞI DÜNYA UYGARLIĞIYLA MÜMKÜN.

'BATI' yı doğru okumak doğru anlamlandırmak batının şu veya bu aşamaların sonucu dünya uygarlığının tek örneği olarak geliştiğini görmek gerekiyor.
Batı Medeniyetinin oluşumunda bir çok medeniyetin izleri ve katkısıyla oluşan bir birikim olduğu ve bugün bu medeniyetin ürünü olan pek çok uygarlık verileri, derecesi ne olursa olsun herkesce paylaşılıyorsa onda geçmiş zafer ve yenilgilere ait pek çok insanın emeği ve kanı vardır diye bakmak gerekir.
Gelişmiş insanın. eleştirilecek tüm yanlarına karşın batıyı, kendisinin de ait olduğu bir değerler bütünü diye görmesi gerekir.
İnsanların bir dünya vatandaşı olarak kendini bu uygarlığa ait görmesi, bu küresel uygarlığın eleştrilecek yanlarına çözüm aramak ve onun gelişimine katkı sağlaması bir dünyalı olarak en doğru seçim sayılmalı. Zira bu davranış, kendi aidiyetlerinin geçmişiyle bir şekilde katkıda bulunduğu bu uygarlığın daha gelişmesine katkı sağlama hakkı olduğu gerçeğinin kabulünü yansıtır.
Dinsel, kültürel tüm farklılıklar aslında bu medeniyetin oluşum sürecinden bağımsız gelişmeler olmayıp parçası olarak görülmelidir.
Artı ve eksisiyle tüm dünyanın eklemlendiği küresel yaşamda ülkesel bölgesel, ırksal kaynaklı sorunlar ancak tüm dünyalıların nimet ve sorunlarını bir şekilde yaşamakta olduğu bu uygarlığın bir parçası olarak ele almasıyla çözülebilir. Bu küresel bilince, tüm eziklik veya üstünlük duygularından öte her dünyalının bir dünya vatanadaşlığı aidiyetiyle ulaşmasıyla mümkün olabilir.
Artık bu çağın insanı, nerede yaşıyor olursa olsun yaşamının tüm alanlarında bu küresel aidiyet bilinciyle davranmayı benimseyerek yaşamalı.
Birarada yaşamaya mecbur olunan bu dünyede artık tüm İnsanların ve toplulukların, aralarındaki tüm farklılıklara rağmen, 'HERKES FARKLI, HERKES EŞİT diyen ünlü sloganın benimsenmesi gerekiyor. O nedenle gelişmiş ve gelişmemiş insanlık arasındaki farkın gelişmekten yana evrilmesine hangi aidiyetten olunursa olunsun katkı sağlamak önem kazanıyor.
Sevgi Özkan

8 Ocak 2015 Perşembe

İnsanlığın Başı sağ olsun.
Gelişmiş insan aklının ürettiği akıllı aletler, gelişmemiş akılların elinde etkili bir silaha döndüğü günlerdeyiz.
Robot olmadan duyarsız robotlara dönüşen insanlara yenik düşme olasılığı, insanlığın gelişiminde robotlara yenik düşme olasılığından daha önce yaşanıyor.
Korkutucu gerçekler her gün her an bir yerlerden boy gösteriyor
Digital çağın verilerini basit ve vahşi duygularına alet eden beyinler, insanları ürkütücü bir savaşa sürüklüyorlar.
Bir kültürün kutsalının, başka birinin fikir özgürlüğüne karşı gelebilen bir dünyada yaşandığının farkında olmak çok önemli. Bu nedenle bir arada yaşama çabaları önem kazanıyor.
İçinde yaşadığımız digital çağın maddi manevi iletişim olanakları sağlayan küreselliği, tüm kültürleri birbirinden haberdar olmaya ve bir arada var olmaya zorluyor.
Bu nedenle birinin kendine aykırı gelen öbürünü yok etmeden yaşayabilme gerekliliği bir ilke olarak tüm taraflarca benimsenmedikçe uygarlığın gelişemeyeceği anlaşılmak zorunda.
Dünya çapında demokrasinin inşasına yol açacak bu gerçek artık küresel demokrasi olmadan  demokrasinin hiçbir ülkede yaşatılamayacağını günden güne daha iyi algılatıyor.
Farklı kodlanmaların yarattığı kültürel hassasiyetleri aşan "benim doğrum, için dünyayı yakarım terörizmi"nin insani gelişmenin dışında kalmışlarca gerçekleştirilmesi, tüm insanlığı, insanca gelişmişlik ve gelişmemişlik parantezinde iki temel gruba ayırıyor.
Kaba kuvvetin parasal olanaklarıyla beslenen sınır tanımazlık
cüreti, toplu insan kırımlarına yol açtıkça, medeniyetler savaşı denen olgu da günden güne insan olabilenlerle olamayanların savaşına dönüşüyor.
Sevgi Özkan

2 Ocak 2015 Cuma


"Selfie"dediğimiz geçmişin GÖRÇEK'indeydi.

Selfie adıyla son yılların ortak davranışı haline gelen kendin çek olgusu, ellili yıllardan başlayıp çeyrek asırdan fazla İstanbul'un Beyoğlu'nda faaliyet gösteren GÖRÇEK fotoğrafhanesinde gerçekleştiriliyordu. .
Bugün cep telefonlarıyla her yerde kişi ve gruplar halinde gerçekleştirilen kendi fotoğrafını  kendisi çekmesi durumu o dönemde bir tek sevgili dayımız E. Ali Yıldız  tarafından kurulan ve işletilen GÖRÇEK stüdyosunda gerçekleşiyordu.
Boydan aynalı kabinlere giren müşteri isterse kabinin perdesini kapatarak aynada kendi kendine verdiği pozu eline kadar uzanan kordonlu düğmeye basarak gerçekleştirildi.
Vesikalık çektirmek veya ışık düzeniyle daha iyi bir fotoğraf isteyenlere gerekli yönlendirmeler yapılsa da, düğmeye basmayı tercih edenler kendi fotoğraflarını kendileri çekerlerdi.
Ali dayı özellikle çocukluğumda bende iz bırakmış en espritüel insanı olarakçok hoş bir insandı.
Sabiha Gökçen ile Atatürk tarafından Rusya'ya eğitime gönderilmiş Türk Hava Kuşunun ünlü eğitmen pilotlarından olup daha sonra sivil hayata bu Stüdyoyu kurarark sivil yaşamını sürdürmüştü..
GÖRÇEK'te kabinlere girerek kendi kendine fotoğraf çekmenin yarattığı yanlızlık algısıyla saçma sapan pozlar vermelerinden doğan anektodlar, özellikle çocukluğumuzun aile toplantılarında fıkra gibi anlatılırdı.
Evet, selfie dediğimiz özünde ilk önce GÖRÇEK'te gerçekleştirilirmişti.
Sevgi Özkan