28 Şubat 2012 Salı

GENÇ YURTTAŞLARIN KİNİNİ DEVLET Mİ TAYİN EDECEK?

Kindar sözü yeni bir anlam mı kazandı? Kazanmadıysa gençlere öğütlenecekler listesine hem dindar hem kindar olmaya koymak ne anlama geliyor?
Şairin kafiye kaygısını ciddiye alanlar çıkarsa ne olacak?
Kinine sahip çıkarak başkalarına kötülük yapmaya kalkanlar mazur mu görülecek ?
Yeni nesiller kime kin tutacak?
Niye bu söylemin altı ısrarla çiziliyor.
Öğüt iyi şeyler için verilir
Ben çocuğuma kindarlık öğütlemem de, öğütletmem de.
Dindar oup olmayacağına da ben dahil kimse karışamaz kendi karar verir.
Ama iyi bir insan olması için kindar olmaması gerektiğini, dindar olmanın da kötülük yapmayı her zaman önlemediğini vicdanını eğiterek öğretebilirim.
Bu konular hükümetlerin karar vereceği bir konu olmayıp, kişilerin kendi kararını vereceği bir insanlık ve yurttaşlık hakkıdır.
Sevgi Özkan




19 Şubat 2012 Pazar

TARİHİ CANLANDIRMAYA KALKARKEN BUGÜNÜ TARİHE GÖMENLER

Sabancı Holding adına GÜLER SABANCI ile Turizm Bakanının AKM restorasyonu için imzalaşmaları ve Güler Sabancı!nın bu konudaki duyarlılığı son zamanların en memnun edici haberlerinden.
AKM ye tekrar kavuşacağımıza çok memnun oluyorum. İçimde bir endişe de oluşuyor. Taksim Planlamasında AKM'ye tekrar kavuşmamıza karşılık kabul etmiş olabilir mi?

Yani Topçu Kışlası, Cami inşaatı gibi açık alanın fonksiyon ve heybetini yok edecek tasarılar ve yayalaştırma biçiminin kabulü şartıyla mı, daha önce bu işi süründürenlerce razı olunmuştur, bilemiyorum

Şu andaki hengameyi azaltmak adına kısmi yayalaştırma belki uygun olabilir ama tüm alanı karo taşla bezeyen ve alana ulaşımı tünel oyukların kenarından tek sıraya yürümeye mecbur eden bir yaya ulaşımı önerisi çok itici.

Geceleri yer altı üzerinden ulaşımın özellikle kadınlar için kapkaçtan tacize kadar türlü sakıncaları düşünülmemiş mi? Yoksa kadın kısmı tek başına gece sokağa çıkmamalı yargısına mı dayanılarak bir sakınca görülmemiş olabilinir mi?

Deprem için İstanbul’un en sağlam yeri olan Taksim’in Gezi parkının böyle afetler açısından işlevi yok mu sayılmış?

Taksim oraya ulaşım kolay olduğu için İstanbul’un önemli bir meydanıdır.

Yeni projenin izlenimi, alana yaya varışı ve her türden insanın ulaşımını zorlaştırıcı nitelikte. Simitçisinden başlayarak kalabalığa hizmet sunan işletme esnafı şimdiden endişeli.

AKM’ye kavuştuğumuza doğru dürüst sevinemiyoruz. Artık yüreklerimizi bu alana verilmesi düşünülen biçimin derdi aldı.

Tarihi yaşatma adıyla yıkılan Topçu Kışlasını tekrar yerine koymaya kalkanlar bugünü tarihe gömdüklerini anlamaktan uzak olmalılar.
Sevgi Özkan


11 Şubat 2012 Cumartesi

Bugün Radikal YORUM da çıkan yazı.

Din üzerinden istismar
11/02/2012 2:00
Devletin "Dindar nesiller yetiştireceğiz" söylemiyle "Bırakalım da 'tinerci' mi olsun" savını ilişkilendirmesi oldukça anlamsız.

Bireysel seçme hakkına dikkat
SEVGİ ÖZKAN (Sosyolog)
Dinsel algının doğaya, puta tapmadan tektanrılı dinlere ve bireysel inancın bireysel seçimle mümkün olacağı yargısına gelişimi, bireyi etkileyen dini alanlara önemli sorumluluklar yüklemekte. Toplumsal kültür açısından din,
doğal olarak bireyin çevre etkileşiminde yer alır.
Her şeyin en iyisini verme içgüdüsü doğrultusunda, dinsel eğitme hakkı da ebeveyne ait bir hak olarak Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde kabul görmüştür. Fakat sorun, aile çocuğuna ‘din konusunda istediği baskıyı yapabilir’ tarzı yorumlarla gerçekleştirilmesinde, yani bu hakkın yorumlanma ve kullanılma biçiminde.
Ülkemizin 1995’te uygulamaya koyduğu ve taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’de devlet ve aileye bu konuda tanınan haklarda, özellikle bireysel inanma tercihinin sağlanmasına dikkat edilmemesinden doğan uygulamalar tartışılmakta.
İnanma duygusunun varlığı ve hatta inanma ihtiyacının ‘inanma geni’ denilen bir genden kaynaklandığı tezleri, inanmamanın da inanç duygusu kapsamında bir realite olması, bireylerin mutlaka dinlerin gösterdiği gibi inanması yani dindar olması gerekir gibi bir algılamanın yanlış olduğunu ve insanların inanç konusunda özgür olmaları gerektiğini göstermekte.
İnanma ihtiyacı, fikri beslenmenin dışında duygusal bir beslenme olarak her insanda kişiye özel bir durumu ifade ettiğinden, kişisel seçimin tartışılmaz tek doğru gibi alınmasına yol açan yaptırımların yanlışlığı ortadadır.
“Herkesin Tanrısı ve dini kendine” sözü, inanç olgusunun politik veya tek bir mezhep ya da inanç türü üzerinden ölçümlenmesinin yanlışlığını da gösterir.
Çocuklara Tanrı vardır veya yoktur ya da şuna buna inanacaksın gibi yaptırımlı sunumlar, bilgilendirmeden öte zorlama olduğundan, birey olarak kimden gelirse gelsin, çocuğun inanma hakkına yapılan önemli bir karışmadır.
Bu durum, en çok dinlerin tanıtımı amacıyla uygulandığı söylenen din dersi veya din öğretimindeki zorunlu uygulamalarda ortaya çıkar.
Anne-babanın veya devletin, benimsediği dini veya herhangi bir inanışı ya da doğru kabul ettiği bir fikri, bilgi olarak ve kültürel tanıtım dışında çocuğa zorla kabul ettirme tutumu, çocuğun birey olarak inanma hakkının istismar edilmesi anlamına gelir.
Hukuk gözüyle din dersi uygulaması
NİLÜFER BALTA (Hukukçu)
Anayasamıza göre (madde 24) herkes din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir. ‘Herkes’ kapsamına, hiç şüphesiz çocuklar da dahildir. Aynı düzenleme, ülkemizin taraf olduğu BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi (madde 18) ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (madde 9) de mevcuttur. Yine taraf olduğumuz BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre de (madde 14) çocukların din ve vicdan özgürlüğü hakları vardır. Onayladığımız uluslararası sözleşmeler ve anayasa tarafından tanınan bu özgürlüğe rağmen Türk Medeni Kanunu’nda (madde 341) çocuğun dini eğitimini belirleme hakkının ana-babaya ait olduğu düzenlemesi yer almaktadır.
Ailelere verilen bu hakkın, çocuk istismarına yol açacak biçimde kullanılmasını önlemek gerekmektedir. Bu görev, hiç şüphesiz bütün çocukları her türlü istismardan korumak zorunda olan devlete aittir. Anayasada bu konudaki bir diğer önemli düzenleme, din kültürü ve ahlak öğretiminin, ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alacağı hükmüdür. Zorunlu olmasının doğru olmadığıyla ilgili tartışmalar bir kenara bırakılacak olursa, mümkün olduğunca çok sayıdaki din ve inançla ilgili bilgileri tarihsel ve kültürel boyutlarıyla birlikte çocuğa vermek ve kendi gibi olmayana saygı göstermesini öğretmek, amacına yönelik uygulandığı takdirde, aile tarafından çocuğa verilecek tek taraflı ve sübjektif bakış açısının olumsuz etkilerini giderebilir. Ancak mevcut uygulamada bu ders, sadece basmakalıp bir ‘din dersi’ne indirgendiği için bu amacı gerçekleştirmekten uzaktır.
Dindar nesiller yetiştirme eyleminin lehtarı kimdir?
TANZER GEZER (İşletmeci)
Çocuğun suça fail veya mağdur olarak karışmasında, ailelerin olduğu kadar devletin de sorumluluğu bulunur. Suçun önlenmesinde asli görev, sosyal devletindir. Devletin “Dindar nesiller yetiştireceğiz” söylemiyle “Bırakalım da ‘tinerci’ mi olsun” savını ilişkilendirmesi anlamsızdır. Genel literatüre göre çocuklar, ‘tinerci’ olmaya ya da diğer türlü suçları işlemeye itilirler. Burada çocuğun özgür iradesinden bahsetmek mümkün olmadığı gibi, çocuğun madde bağımlılığından ‘tinerci’ nitelemesi yaparak bahsetmek, çocuğu ayrıca istismar etmektir. Devletin tanımıyla ‘tinercilik’, bir suç olmaktansa aslında çocuk mağduriyetidir. Devletin, çocuğun suça karışmasını veya madde bağımlılığı geliştirmesini engelleme metodu olarak çocuğu dindar yetişmeye mahkûm etmesi de ayrı bir çocuk istismarıdır. Devletin çocuğu korumak adına çocuğu istismar edeceğini açıklaması ve bu savını bizzat çocukları istismar eden söylemlerle haklı çıkarmaya çalışması, çok önemli bir paradoksa işaret etmekte ve bu anlamsızlık, çocuğu ‘dindar nesiller yetiştirme’ eyleminin lehtarı, yani öznesi olmaktan sıyırmaktadır. Din, inanç, dindarlık gibi kavramların tanımı konusunda gerek devletin gerekse konuyu medyada tartışanların kafasının karışık olduğu ve kavram tanımlarında bir standart bulunmadığı, beyanlardan anlaşılmaktadır.
Çocuklar, bizim geleceğe gönderdiğimiz elçilerimizdir
NECDET NEYDİM (Öğretim Üyesi)
Bir öğrencim bana, “Ben Almanya’da doğdum. Çocukluğum orada geçti. Ailem Bulgaristan kökenli ve Türk asıllı. Sonra Türkiye’ye geldik, buraya yerleştik ve şimdi burada öğrenciyim. Öğretmenim bana ‘Hangi mezheptensin?’ diye sorunca ben de anneme sordum, o da bana hangisi olduğunu söyledi. Söyler misiniz Hocam, ben nereye aidim?” diye sormuştu.
Çocuklar, bizim artık içinde yer almayacağımız bir geleceğe gönderdiğimiz elçilerdir. O geleceğe sevgi, barış, dostluk, paylaşım, dayanışma, birlikte üretme ve yaşama duygularını gönderebilirsek o günküler bugüne baktıklarında bir sıcaklık duyumsayacaklardır.
Ancak hangi kurum, kuruluş ya da yönetim olursa olsun, eğer çocuk, onların kendi özlemlerine dönük biçimlendirecekleri bir nesne konumuna düşerse, bilinmelidir ki bu nesneleştirilmiş varlık, geleceğe onların düşlediği gibi gitmeyecektir.
Her toplum, gelişim süreci içindeki çocuklarının dış dünyadan binlerce etkileşimle karşı karşıya olduğunu bilir ve bu nedenle onu korumaya çalışır. Ancak bu koruma eylemi ona, çocuğu tektipleştirme hakkını vermez. Sadece çocuğun kendi kimliğini özgürce geliştirebilmesi için ona daha güzel bir dünya sunmakla sorumludur.
Her çocuk, doğası gereği bir aidiyet, geleceğin sahibi olarak güvenli bir dünya arar. Tüm bunları gerçekleştirirken temel olarak gereksinilen şey, etik ve ahlaki değerlerdir. Bunların oluşumunu sağlarken aslolan, üst tanım değil, onun içini nasıl doldurduğunuzdur. Geleceğin geçmişe sıcak bir tebessümle bakmasını sağlamaksa dileğimiz, o zaman bunu birlikte oturup düşünmemiz gerekir.

(0-18 Medya Grubu’nun çocuk hakları açısından, din üzerinden kimlik eğitimine ait değerlendirmeleridir.)

6 Şubat 2012 Pazartesi

MEYDAN KİMLERE KALIYOR?


Taksim Meydanının yeni halinin temsili resmi bilgisayar oyununa fon olacak cinsten.
Karo taşlarda siyah noktalar insanları işaretliyor. Araba yok ama Gezi Parkı da yok.

Güzelim Gezi parkının üzerine Selimiye kışlası kondurulmuş sanki. Kuleleri eksik.
İçinde asker de yok ama 1930 da yıkılan eskisini anımsatsın diye adı Topçu Kışlası. Yapılacak olanın ne olacağı belli oluyor da tüm değerlerin topa tutulduğunu sembolize ettiği için bu adın verilmesi uygun düşüyor.
Park, Kışlanın içinde ağaçlı bir avlu gibi kalacakmış.
AKM de daha ne istiyorsunuz anlamına ve de işin bonbonu pardon, bonusu olarak
yerinde kalıyor. 
Belli ki muhafazakarız diye kendi rütbelerini kendileri takanlar, muhafazakarlığı da eskiyi muhafaza etmekten çoktan çıkarmışlar. Yenilik adıyla yapılanlar da, eskiyi korumak adına, olmayan eskiyi hedefleyip yeniye kılıf olarak kullanılıyor.

İstanbul’un depreme hazırlanması yolunda önemli sorumlulukları bulunanların bu tür girişimlerle uğraşmalarından ve tüm değerlerin altının oyulmasının yenilik adına sunulmasından bir İstanbullu olarak rahatsızım. Taksim yayalara bırakılacakmış da yaya böyle bir Taksim!de ne yapacak acaba?

Sevgi Özkan

4 Şubat 2012 Cumartesi

ÖRNEK DEMOKRASİ!

Yapılan araştırmalardan yansıyan değerlendirmelere göre Arap Baharında örnek olmuşuz.
Demokrasimizi beğenmiyoruz.
Ama demokrasi deneyimi olmayan toplumlara örnek olduğumuzu söyleyen çalışmalar, bulunduğumuz yeri bize sorgulatıyor.
Olmayana göre bizdeki demokrasi iyi görünüyor da olabilir.
Veya onlar bizi tam tanımıyor olabilirler.
Son şık da hepimizin gerçek demokrasiyi tam yaşatamadığımız için bilmiyor olmamız.
Demokrasi, yaşayan bir toplumsal olgu olarak bugün kendi yanlışlarını gösterme fırsatı sunsa da, bunu değerlendirenlerin demokratlık ölçüsünün ne olduğu önemli.
Demokrasiyi seçim yapmak ve serbest seçme şansı ve söz söyleme düzeni sanmakla, yaşamak arasındaki farka sıkışmış gibiyiz.
Demokrasi var diye serbest fikir beyan etmeyi demokratik katılım sanan pek çok insan bazı yaptırımlara uğramaya başlayınca demokrasi algısı değişmeye başladı.
Bu da fikir beyan etmek yerine oto kontrol geliştirerek mümkünse, fikir oluşturmamayı yeğlemek gibi bu yolla olabilecek tehlikelerden korunmaya dönüşüyor.
O da toplu susuş veya aykırı davranmama, boyun eğme kültürünü geliştiriyor.
Demokrasi bu yolla gelişir mi?
Nesillere bu yolla demokrasi kültürü aşılamak mümkün mü?
Yoksa demokrasi demek bu yolda mücadele verebilme olanağı mıdır?
Şimdilik hepsini soru olarak işaretlemeliyiz galiba.

Sevgi Özkan

1 Şubat 2012 Çarşamba

RADİKAL GAZETESİNDE YAYINLANAN ORTAK İMZALI YAZI.


0-18 Medya grubu olarak Çocuk Hakları kavramları üzerinden ortak algı oluşturma çalışmalarımızın KATILIM kavramından sonra ikincisi olarak dört imza üzerinden ele aldığımızÇocuk İstismarı da Radikal de yayınlandı.
Sevgi Özkan
 




Çocuk istismarı ve zorunlu din dersi
01/02/2012 2:00
Yazı Boyutu
Duygusal istismara yol açan şey, bireysel inanma özgürlüğüne yer vermeyen uygulamalardır. 'Zorunlu din eğitimi' adıyla eğitim istismarının ele alınma biçimi, bu noktayı önlemez.

Çocuk istismarı nedir?
SEVGİ ÖZKAN (Sosyolog)
Kavram, geniş bir içeriğe sahip olsa da zihinlerdeki genel çağrışımı, çocuğun cinsel istismarına hapsolur. Kısaca ‘çocuğun çocukluk durumunun kendi zararına kullanılması’ diye tanımlanan, ruhsal ve bedensel yönden çocuk aleyhine davranışlar onun istismarıdır. Çocuğun ihmali, katılımı ve kullanımı da istismara açık alanlardır. Çocuk hakları, aslında yetişkinlerin bu kavramları nasıl algıladıklarından çok, doğru algılanma sınırlarını çizer. Çocuk-yetişkin ilişkisinde, kavramların yeterince doğru anlaşılıp içselleştirilmemesinden doğan uygulamalar çoğunluktadır.
Çocuğun çevresi, iyi niyet gerekçesiyle doğru davrandığını sanan yetişkinlerle halkalanmıştır. İyi niyetin tek başına doğru davranmaya yetmediğinin öğrenilmesi, çocuk istismarının önlenmesi ve birçok hakkının sağlanmasında önemli bir bilinç eşiğidir. Çocuğa yönelik her türlü bedensel ve ruhsal itiş kakışın istismar olarak görülmemesi, toplumun genel terbiye anlayışıyla da ilgilidir. Böylece kimi atasözü ve özdeyişler de çocuk hakları yönünden yanlış uygulamalara yol açabilmektedir.
Bu açıdan eğitim, can güvenliği, ruh ve beden sağlığı konularında böyle tutumların çoğu, çocuk istismarını önleyememektedir. Duygusal istismar türünde bir istismar da bazı dini uygulamalarla oluşur.
Burada istismara yol açan şey, bireysel inanma özgürlüğüne yer vermeyen uygulamalardır. Toledo kararlarıyla belirtilen okullarda dine bakışın ve ‘zorunlu din eğitimi’ adıyla eğitim istismarının ele alınma biçimi, bu noktayı önlememektedir. İçine doğulan toplumsal kültürün dini yorumlarla biçimlenen gelenek ve göreneklerinin doğal etkileşimi de bazen çocukların dinsel yönden istismarına yol açabilir. Yetişkin sorumluluğundaki bu yönlendirilmelerin tüm istismarlara açık olması, cinsel istismardan ötesinin pek dikkate alınmaması, çocuk haklarını benimsenmedeki bilinç eksikliğini yansıtır. İstismar, doğru kavranılma ve uzun etkileşimli olsa da acilen dikkat isteyen bir kavramdır.
Çocuk istismarını tanımlayabilmek
TANZER GEZER (İşletmeci)
BM’nin Çocuk Haklarına Dair Sözleşmesi’nin 19. maddesine göre çocuk istismarı, çocuğun ana-babasının ya da onlardan yalnızca birinin, yasal vasi veya vasilerinin ya da bakımını üstlenen herhangi bir kişinin yanındayken bedensel veya zihinsel saldırı, şiddet veya suiistimale, ihmal ya da ihmalkâr muameleye, ırza geçme dahil her türlü istismar ve kötü muameleye maruz kalmasıdır.
Dünya Sağlık Örgütü ise çocuk istismarı kavramını bir halk sağlığı problemi olarak görür ve kavramı sorumluluk, güven ya da güç ilişkisi bağlamında tanımlar.
Çocuk istismarına dair gerek Çocuk Hakları Sözleşmesi gerekse Dünya Sağlık Örgütü’nün bu tanımları, istismarı şiddetli ve ciddi zarar veren, ciddi zarar verme riski olan eylem ya da eylemsizlik olarak kabul etmektedir. İstismara uğramış çocuğun devlet tarafından korunma altına alınmasını düzenleyen, istismarcı olarak sadece aileleri işaret eden bu tanımlar, sivil toplumun ‘çocuk istismarına sıfır tolerans’ anlayışına uyum göstermemektedir. Tanımlarda istismar eyleminin sürekliliğine atıfta bulunulmamış olması dikkat çekicidir. Mevcut kültürel değerler -çocuğu terbiye etmek için dövmek gibi-, toplumdaki bakım standartları ve yoksulluk gibi faktörleri de göz önünde bulundurarak, uygulamada içselleştirilebilecek nitelikte bir tanım için istismar eyleminin kimden geldiğinin sınırlanmamış olması, sürekliliğine, şiddetine ve çocuğa verdiği zararın ciddiyetine atıfta bulunulmaması önemlidir.
Devletin sorumluluğu
NİLÜFER BALTA (Hukukçu)
Ülkemiz gibi sosyal hukuk devleti ilkesini kabul eden bütün ülkelerde, çocukların korunması sorumluluğu devlete aittir. Nitekim anayasanın 41. maddesi, çocuğu koruma görevini devlete vermiştir. Aynı maddeye yapılan yeni eklemeyle, devletin her türlü istismar ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alacağı, anayasal bir ilke olarak kabul edilmiştir. Tahminlere göre nüfusumuzun üçte birini oluşturan çocukların korunması, çocuğun ana rahmine düşmesiyle başlayıp 18 yaşına kadar devam eder. Çocuk Koruma Kanunu, Ailenin Korunmasına Dair Kanun, Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu ve Sosyal Hizmetler Kanunu’nda, devletin bu görevi yerine getirirken uyması gereken kurallar düzenlenmiştir. Çocuk Koruma Kanunu’na göre çocuğun bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimiyle kişisel güvenliği tehlikedeyse, ihmal veya istismar ediliyorsa ya da çocuk suç mağduruysa, çocuğun korunması gerekmektedir. Korunma ihtiyacı içinde olduğu tespit edilen çocukla ilgili, çocuk hâkiminden koruyucu ve destekleyici tedbir kararı alınması istenir. Bu tedbirler, öncelikle kendi aile ortamında korunmasını sağlamaya yönelik olmak üzere danışmanlık, eğitim, bakım, sağlık ve barınma tedbirlerinden oluşmaktadır. Uygulamada çoğunlukla aileyi iyileştirici bir çalışma yapılmadan, çocuk aynı sağlıksız aile ortamına geri gönderilmektedir. Ailelerin yanına yerleştirilemeyenlerse, genellikle devlete ait kurumlarda barındırılmaktadır. Oysa kurum bakımı, çocuğun gelişimini olumsuz yönde etkilediği için, uluslararası düzenlemelere göre ancak en son çare olarak başvurulabilecek tedbirdir.
Çocukta kalıcı hasar yaratmak: İstismar
NECDET NEYDİM (Öğretim Üyesi)
İstismar, bir canlının gücünün, aklının, becerilerinin ve bilgi birikiminin yetmediği, ona dönük bir saldırı gerçekleştiğinde karşı koyma gücü, deneyimi ve kültürel art alanı (eğitim) bulunmadığı, hatta gelenek ve töre gibi belirleyici sosyal davranışların baskın olduğu ortamlarda alternatif bir düşüncenin üretilememesi nedeniyle çaresiz teslimiyet gibi durumlarda, onun bu durumunun, onun aleyhine, onun üzerinden toplum aleyhine kullanıldığı ve bu durumun ardından o canlının ruhsal ve bedensel olarak hasara uğraması veya oluşan durumun bilincinde olarak ya da olmadan, onun geleceğini etkileyeceği durumların ortaya çıktığında oluşan sonuç veya sonuçlardır.
Çocuk, güçsüzlüğü, savunmasızlığı ve saldırıya açık oluşu nedeniyle bedensel olarak her türlü istismara açıktır.
Bedensel istismarları, cinsel, görsel, emeksel, ideolojik ve fiziksel olarak tanımlayabiliriz.
1 -Cinsel istismar: Çocukların çoğu zaman bilincine varıp karşı koyamadıkları, bilincine vardıkları andan itibaren de acı ve işkenceye dönüşen bedensel sömürüdür.
2- Görsel istismar: Çocuğun kendi saf, doğal ve insanın sevgi, acıma ve tutku gibi duygularını sömürme amaçlı kullanımıdır.
3- Emeksel istismar: Çocuğun hem bedensel hem duygusal olarak katlanamayacağı işlerde çalıştırılması ve onun çocuk hali üzerinden kazanç sağlanan durumlardır.

4- İdeolojik istismar: Çocuk elbette içine doğduğu kültürün bir parçasıdır; ancak çocuklar, çocuk gerçekliğini taşıdıkları sürece dünya üzerindeki hiçbir toplum, kurum ve kuruluş tarafından ideolojik bir nesneye dönüştürülmemelidir. Çocuk, çocuk gerçekliği içinde evrensel bir masuniyet (dokunulmazlık) içinde olmalıdır.
5- Fiziksel istismar: Çocuğa yönelik (çeşitli araçlar da kullanarak) uygulanan bedensel şiddettir.