30 Ekim 2011 Pazar

HANGİ YÜZLE KUTLANACAKTI Kİ?

Afetlerin acısını tüm paylaşımlara karşın kendi kendine çeken halkımız, Cumhuriyetin kuruluşunu da kendi çoşkusuyla kutladı.
Organizasyon ve kontrol gibi hataların utancı sorumlularda kutlama yüzü bırakmamış olmalı ki acıyı bahane ederek resmi kutlamalardan çekindiler.
Bu konuda pekçok tartışma yaşansa da deva bulmaz iyimserlerin durumu böyle yorumlayabilmeleri insanların utanma duygularını kaybetmediklerine olan güvenle ilgili.
Erdem dediğimiz şey gibi her türde insanın içinde değişik miktarlarda da olsa mutlaka var olduğu kabul edilen utanma duygusuna dayanıyor.
Allah utandırmasın lafını sık sık kullanarak yapacaklarını öne sürenler aslında üstlerine düşenleri yapamadıkları için içlerindeki erdem duygusuyla yüzleşerek cumhuriyete karşı mahcup olmaktan korkuyor olmasınlar?
İnşallah.

Sevgi Özkan

YAZ SAATİNİN ZİLLERİi BOZULAN BİORİTMİMİZ İÇİN ÇALIYOR.

Yılda iki kez bioritmimizi bozan yaz saati uygulamasına yıllardır karşı çıksam  da elimden bir şey gelmiyor.
Bir gecede aniden vucudun işleyiş temposunu bir saat farkla yeni bir çalışma düzenine zorlamak bağışıklık sistemini de etkileyen durumlara yol açıyor.
Mevsimlerin günden güne saniye ve dakika üzerinden değişimine uymaya yatkın bioritmin birden bir saat ileri veya geri çekılmesi pek çok şeyi etkiler nitelikte olmalı.
Mesela uyku saatleri ve melatonin salgısına bağlı yararlı uyku süresi altüst oluyor.
Üst üste iki gece alışılmadık saatte uyumakvucudu nasıl sarsarsa, bu uygulamalar da altı ay ara ile yılda iki kez organizmaya yapılan böyle bir saldırı da aynı etkiyi yapar.
Benim gibi düşünenler mutlaka vardır derken haber Rusya’dan geldi.
Başbakan Medvedev de yaz saati uygulamasının hem insanların hem ineklerin ruh durumlarını bozduğu gerekçesiyle yapılmayacağını söylemiş ve çok takdir görmüş.
İneklerin süt salgılamalasının azalması bile bu uygulamaların organizmaya  etkisinin ne olabileceğini gösteriyor.
Kaynak kıtlığı nedeniyle enerji tasarrufu gerekçesinin dokunulmazlığı, insan sağlığıyla oynama özgürlüğünün önüne geçmesi tabii ki sistem sorunu.
Kapitalizme karşı ayaklanışlara yakında bu konu da eklenirse şaşırmamalı çünkü her gün daha çok sayıda dünyalı, insan eliyle yapılan ve insana verdiği yararı misliyle geri alan işleyişlere itiraz etmeye başladı.
Toplu ayaklanmalar, şimdilik ekonomik kriz veya yönetimsel işleyişlere olsa da, özünde tüm yanlışlarıyla beslenen bir sisteme karşi bilinçlenmenin sonucu oluşuyor ve yaygınlaşıyor.
Şimdilik tam anlamlandırılmasa da pek çok şeyin ayrımına insanlar yeni yeni varıyor ve çözüm önermeseler de başka bir dünyanın mümkün olacağı inancıyla red etme haklarını kullanıyorlar.
Çoktan tıkanan sistem, bu gerekçelerle çözümlenme önceliğini biz dünyalılara hergün biraz daha dayatıyor. 
Sevgi Özkan

25 Ekim 2011 Salı

AL YAZMALIM ÜZERİNE.

Cengiz Aytmatov'un AL YAZMALIM adlı daha önce de sinemaya uyarlanmış ünlü eseri şimdilerde bir dizi filmi olarak yayınlanıyor.
Her tv dizisinde olduğu gibi günümüze uyarlanarak oluşturulan senaryo şu an tv dizilerinde geçerli olan biraz şundan biraz bundan katılarak reytinglemdirme çalışılmış gibi olsa da seyredilebilir nitelikte.
Bu girişi yapmamın nedeni bir rehber öğretmenin de dizinin düğüm noktalarında yer alan bir role oturtulmuş olmasi
Fakat mesleğinden çok aşk ve çevre ilişkilerinde ona biçilen rolden ötürü de pek de onaylanmayan davranışlar sergiliyor.
Zaten tam kavranmayan ve kısacası öğretmen konumundan öteye algılanmayan Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik gibi bir eğitim alanı üzerinde yanlış izlenimler oluşturan bu işleyiş dikkat çekici. Ama hemen tipik muhalif tavır olan mesleğe ve uygulayıcılarına laf ettirmeyen duruşlar oluşsun diye dikkat çekmek için sözkonusu etmiyorum.
Önemli olanın bu uyarlamalarda reyting adına eklektik bir senaryoya her şeyin feda edilmesi ve bunun böyle algılanmaması konusu.
Yani bu senarist ve yapımcıların sosyal bilimler veya işledikleri konuların hakkında yeterli bilgiye sahip olmamaları ve tip deformasyonlarına yer vermeye de yol açan bir bilgisizlik taşımaları.
Her meslekteki insan yanlış bir tip olabilirse de kitlelerin bu dizilerdeki gerçeklerle film fantazi ve gerçeklerini bir birine karıştırmayacak seviyede olmaması.
Mesela doktorlar kötü rolde çıksa Türk doktorları böyle yapmaz veya işte doktor da böyle yaparsa türünden anlamsız değerlendirmelere çok rastlanan toplumumuzdaki ortalama algı seviyesi kendini böyle dışa vuran bir toplum gerçeğimizi yansıtırken toplum da önemli bir işlevi olan bu alanın rastgele ele alınması söz konusu.
Bu nedenle dikkatle inceliyorum. Bakalım daha neler oluşturulacak ve nasıl değerlerin altı çizlecek
çok yönlü sosyolojik bir veri olarak incelenmeye değer oluyor. Merakla bekliyorum.
Sevgi Özkan 

21 Ekim 2011 Cuma

KÜRESEL BİLİNÇ AYAKTA


Kişisel ve toplumsal sorunlara gömülen bireysel bilincin küresel
vizyon kazanması çoğunlukla mümkün olmuyor.

Oysa problemlerin kaynağının küresel sorunlarla biçimlenmiş bir sistemin ürünü olduğu bilinci gelişmiş ülke insanlarınca daha iyi algılanmaya başlandığı bir zaman dilimindeyiz.

Genç nesillerin dünyaya karşı çıkma gücü, tıkanan ve krize giren üretim ve paylaşım sistemlerini sarsar nitelikte.

Küresel tabloya her gün yeni bir ülkeden ayaklananların eklenmesiyle pandemik hal alan bu oluşumların nasıl bir dünyaya dönüşüleceğini düşünmek keyfi bir ilgiye değil ihtiyaca dönüşmüş durumda.

Kimileri için henüz başka bir dünya mümkün değilmiş gibi görünse de kimileri için pekala mümkün ve insanlık bilinci eş zamanlı kalkışmalarla artık böyle gitmeyecek bir dünya algısına sahip oluyorlar.

Başta pek çok şeyi belirleyen ekonomik paylaşımların adaletsizliğine baş kaldıran öfkelileri, ayaklandıran motivasyonu, yüzde doksan dokuzun payının yüzde bir tarafından gasp edilme adaletsizliğine dair büyüyen bir bilinç oluşturuyor.

Yarın umudu yokluğu yarın bugün olmamalı kalkışmasında küresel bir ortak algı doğdu.
Bunu provake etme çabasıyla araya giren kimi tahribatı amaçlayan kara örgütlenmelerin de küresel mobilite taşıması olanların nasıl okunması gerekliliğini de tayin ediyor.

Geniş parantez de adalet yanlıları ve kırıp dökücü adalet karşıtları olarak bölünen ve şimdilik seyirci kalanlardan oluşan algı atmosferi nelere dönüşecek merak konusu.

Biz bu değerler savaşımının hangisinde yer alıyoruz veya içine gömüldüğümüz Ortadoğu aidiyetli mücadeleleri de yansıtan kargaşalarımızla nereye sürükleniyoruz duygusu da endişe konusu.

İsviçrenin bile bu küresel ayaklanma katılımına dahil olduğunu öğrenince gidişat üzerine düşünmenin önemi artıyor
Dikkatlerimizi hergün biraz daha içine çeken ülkemizin ve  coğrafyamızın siyasi sorunlarından gerçek dünya sorununa başımızı çevirebilecek miyiz?

Yoksa insanlarımızı yok eden veya kahreden çatışmalarla  
gittikçe reel dünyanın sınırlarına sürüklenen çok yönlü bir küresel yalnızlığa mı gömülüyoruz?

Sevgi Özkan

20 Ekim 2011 Perşembe

TERÖR NESİLLERİ

Toplumsal sorunlarımızı ortak dikkat ve çözüm tartışmalarının dışına sürükleyen etkenlerin başında terör geliyor.
Tüm davranış ve girişimlerin terör eylemlerine ayarlı olmasının anlamını biliyoruz çünkü yaşıyoruz.
Her gün saldırı ve kayıp haberleri almak dikkat ve eforun başka yere yönlenmesini önlüyor.
Bunun çözümü haberi görmezlikten gelmek değil gördüğümüz halde işimize devam edebilme iradesini göstermek olmalı ve tabii ki kolay değil.
Neden?
Birincisi insan ve yurttaş olarak üzülmek, ikincisi bu sorunu çözme yükümlülüğünü üstlenen ve yönetenlerin tavırlarını onaylayıp onaylamamakla ilgili.
Yaşandığı anda kimse için bu saldırının etki alanı dışına çıkmak ve olan bitene tepkisiz kalmak mümkün değil.
Üstelik bu durumun dünün ve bugünün gerçeği olmakla kalmayıp yarınlarımızın da gerçeğini şimdiden tayin ediyor olması işin en ürkütücü yanı.
Sorunun çözümünün tek bir tutumla belirlenmeyeceği anlaşıldığı için birkaç boyuttan ele alınması sonucu değiştirmiyor.
İçine çeşitli politik hesapların karıştığı bu tip sorunlar, bölgeyi değil tüm dünyayı etkileyen sonuçlara yol açtığı için herkesi her kesimi ve bölge veya bölge dışı ülkeleri de yakından ilgilendiriyor.
İşin zorluğu, yapılan ve yapılacak olanların çok yönlü hesap edilmesi zorunluluğundan ileri geliyor.
Diplomasi denilen ölçülü biçili tutumların yerini keyfi ve duygusal tepki almamalı.
Böyle tepki vermemek millet için doğru olsa da devlet yönetimi için sitem şikayet ve lanetten öteye etkili girişimlerin gösterilmesi açık olarak muhatap almanızın onu güçlendireceğini bile bile ona cevap vermiş olunacağı için  dikkat isteyen bir tutum.
Bir kızarsam görürsün efelenmesi sözel tepkiyle iletilince sizi kızgınlık yumağıyla bağlamaya çalışanlar da kız da görelim bakalım ne kadar kızacaksın türünden eylemlerle cevap vermeye kalkıyorlar.
Yani onlar saldırdıkları muhataplarına bildirimlerini sözel tepkiler yerine hasar oluşturma üstünlüğü olarak kabul ettirmeye kalkıyorlar.
Bu durumda saldıran ve cevap veren eşit konumda olmadıkları gibi sorun çözümünde de açık oynamayı seçmedikleri için denk olmadıklarından eller silahtan çekilsin sözü anlamlı değil.
Saldırana karşılık verilmesi, saldırılarını dayattığı gerekçelerin  kabul edilebilen yanlarının dikkate alınması anlamına gelmediği ve çözümü önleme olarak algılandığı için çatışmalar  güç ispatına dönüşüyor.
Bütün bu ilişkilerin ince ve köklü bir diplomasi kültürüyle yönetilebilecek olması yönetenlerin kişisel inisiyatiflerinde ben yaptım mı olur iddiasından vazgeçip bu birikimden yararlanmasını zorunlu kılıyor.
Pek çokları için türlü umutlarla gelinen yer beklentileri sıfırlayan sonuçlar oluşturdukça, bu yaşananların zihinsel kodlanmasıyla büyümekte olan çocukların, yeni nesillerin nasıl bir toplumsal aidiyet algısı geliştirecekleri ve insan ilişkilerinin bu yönden nasıl biçimleneceği önemli bir endişe kaynağı oluyor.
Sonucu şimdiden düşündüren bugünün sorunlarını bu vizyonla da değerlendirmek gerekiyor.
Yaşananların toplum kesiminde kimlerce nasıl algılandığı ve bugünün çocuklarının hangi nitelendirmelerin etkisinde kalarak hangi kavramlarla birbirlerinden çok farklı algılara sahip olacakları üzerinde durulacak aciller listesinde önem kazanıyor.

Sevgi Özkan

15 Ekim 2011 Cumartesi

İMAMLAR PSİKOLOJİK DANIŞMAN OLABİLİR Mİ?


11 Ekim’de MEB’den de aile imamı 
başlığıyla verilen Cumhuriyet Gazetesinin haberi şöyle spotlanmıştı.
“MEB’in uygulamaya karar verdiği proje kapsamında İmam Hatip Liseleri bünyesinde ailelerle toplantı yapılarak anne-baba, öğrenci ilişkileri ve ergenlik konularında eğitim verilecek, İmam Hatip bünyesinde oluşturulacak heyetler ev ziyaretleri de yapacak. Benzer bir proje geçen yıl diyanet işleri başkanlığı tarafından başlatılmıştı. Diyanet’in sosyal içerikli din hizmeti projesi, imamların görev yaptıkları mahallenin her sorunuyla ilgilenmesini öngörüyordu.”Haberin devamı okununca Diyanetin ve Milli eğitim Din müdürlüğünün sosyal sorunlar ve aile kavramı üzerinden yeni düzenlemelere girişirken imam fazlasının da  pek çok eğitim alanında istihdam edilmeye başlandığı söylenebilir.
Haberde uygulamaların tüm okullar ve mahalleler için hedeflenip hedeflenilmediği tam açıklanmasa da, öngörülen projelerde imamların, sadece psikolojik danışman yerine konmakla kalmayıp, daha pek çok alanda biçimleme görevi verilmesinin düşünüldüğü anlaşılıyor.

Bir şeyin başka bir şeyle telafi edilmesi, özünde “yoksulluk” gerçeğinden doğan bir mantığın sonucudur.

Ülkemizin insan kaynakları açısından en büyük yoksunluğu da insanları branşları dışında istihdama zorlayan bir lüksü işaretler.
İngilizlere atfedilen Yoksulluk pahalıdır değerlendirmesi bizde bu karmaşayı tam bir yoksulluk lüksüne çevirmek olarak gerçekleşiyor. Branş dışı alanlarda istihdam sorununun geldiği yer olarak da okunacak bu duruma, her şeyden önce eğitilmiş insan kaynağı  savurganlığı denilebilir.

Toplumumuzda insanların büyük oranda branşlarının dışında çalıştıkları bir kaynak israfı söz konusuyken başta toplumsal pedagoji yönünden
temel işleve sahip olan ve kısaca PDR denilen Psikolojik
Danışman ve Rehberlik alanı olmak üzere felsefe, psikoloji, sosyoloji ve öğretmenlik gibi alanlarda da imamlara görev yüklenmesi aslı dururken astarını kullanmaktan öte anlamlar içerir.

Aslında imam yetiştirme amacıyla kurulan İmam Hatip Liseleri mezunlarının oluşturduğu imam fazlalığını istihdam etme arzusu olarak da değerlendirilebilecek bu girişimin nasıl bir sosyal doku yaratacağını tahmin etmek zor değil.


Bilimsel değil dini telkinlerle eğitilenlerin ağırlıkta olduğu toplumlarda sosyal bilimlere rağbet edilmemesi kaçınılmaz zaten bu nedenle din toplumlarında sosyal bilimler gelişmemiş ve gelişmemektedir.
Bütün bu girişimlere sadece gerçekleştirmek istenen niyet!doğrultusunda atılmış adımlardan öteye bu açıdan da bakmak gerekir. 

Sevgi Özkan

9 Ekim 2011 Pazar

İLETİŞİM ORMANINDA KAYBOLAN DÜNYALILAR

Sosyal sınıfı ne olursa olsun aile ve bireylerin bir tv ve bir cep telefonuna sahip olmalarını günümüz dünyasında  kimseler yadırgamıyor gibi..
Yeni nesil çocuklarının çoğu bir bilgisayar, TV ve cep telefonu kullanma ustası olarak yetişiyorlar.
Haberleşme için, cep telefonunda bir operatör maharetiyle dolaşan genç parmaklar habire birileriyle iletişip duruyorlar.
TV den haber almak internet kanalıyla alınan haberlerin gerisine düşüyor neredeyse.
Geçenlerde saat başı yurt ve dünya haberleri yayımlayan kanalların birinde yapılan bir açıklama zaping hızı ile diğerine son dakika haberi olarak yazılıp duyurulduğuna tanık olundu.
Bu haberleşme olanaklarının çeşitliliği ve hızı neyi sağlıyor diye düşünenler çıkıyor. Şimdilik iletişim teknolojileri her şeyin haber veya bilgi halinde en kısa ve en etkin biçimde aktarımını sağlıyor.
Duyurulanın, söylenenin, aktarılanın doğruluğu, isabeti ve yararını düşünenler azınlıkta. Günümüzün özellikle genç insanları, bu iletişim sistemlerine monte olmuş birer parçaya dönüştüler sanki.
O onu arıyor, o ona birşey naklediyor. O, öbürsüne aktarıyor. Sonunda aktarılan şeyler kendi gerçekliklerini yitirip değişerek ulaşıyor diğerlerine. Tıpkı eskilerde oynanan telefon oyunu gibi kendi anladıklarını bir diğerine ileterek sonunda taşınmasına yardımcı oldukları ama ortaya çıkınca asla tanımadıkları bilgi artıklarıyla donanıp duruyorlar.
Toplu eylemlerde cep telefonu tartışılmaz bir işlevselliğe sahip.
Her türlü yoksunluğa sahip bölgelerde yaşıyan insanlar, hastalarını en yakını bile uzak mesafede bulunan bir sağlık kurumuna, karda kışta taşırken kaybederlerse, bulundukları noktadan binlerce kilometre ötedeki gurbetci akrabalarına anında durumu bildirebiliyorlar.
Verilen haberin, bilginin ne olduğu pek de önemli değilmişcesine önemli olan hızlı haberleşme oluyor sankı.
Böylece: olan biteni neyi haberleştirdiğinin pek de ayrımına varmadan haberleştiren dünyalılar çağına gelmiş bulunuluyor.
Haberleşme lüksüne erişen insanlık, bilgi ve haberler ormanında yolunu kaybetmişcesine habire iletişiyor. Bu gidişin sonu eğer dünya dışı zekalara rastlamak olacaksa, bunun algılanması bile geç olacak sanki.
Dünya dışı akıllarla iletinin, bu mevcut haberleşme sistemleri ile olacağına kesin gözlerle bakanların sayısı gittikçe artıyor.
İnternet yolu ile bilgisayar programları ile öteki dünyalarla ilişki kurulmasına da şaşırmamak gerekir. Öteki dünya derken ölüm sonrasına da uzanılır mı, şimdilik film senaryolarıyla bile sorgulanan tek ürkütücü soru bu galiba?
Kim bilir? Böyle giderse her şey mümkün olabilecek gibi görünüyor.
Bu iletişime karşın insanlar, eskisine göre daha mı anlaşıyorlar sorusu ironik bir biçimde bence hayır.
Ama bu iletişim ormanında doğru bir çıkış yolu bulunacak mı sorusunun cevabı bence: evet.  Çünkü öyle olması gerekiyor.
Sevgi Özkan


Bu yazımı yazalı altı yıl olmuş. İleti arşivimi ayıklarken buldum. S.Ö.

7 Ekim 2011 Cuma

ÖFKELİ DÜNYALILAR!

Önce Arap baharı denen baskıcı rejimlere dikkat çeici karşı halk ayaklanmaları yaşandı. Göndermek istenilen diktatörler devrilindi,
Daha sonra Avrupa’da İspanya ve İngiltere’de Daha sonra Şili ve Güney Amerika’da ve son olarak Amerika Bileşik devletlerinde başlayan öfkeli kalabalıkların ayaklaması Suriye, İsrail ve daha pek çok yerde yönetim sistemlerine başkaldırılarla dışlaşan bir tepkisellik, pandemik bir hal alıyor gibi.
Olaya bilimsel açıdan kafa yormaya kalkanlar bu ayaklanmaların birbirinden farklı isteklere, nedenlere ve sonuçlara dayandığı üzerine analizler yapsalar da sonuç insanların toplu halde ayağa kalkmaya başlaması.
Pek çok açıdan daha önce görülmemiş tarzda bir itiraz kültürü dünyalıları ayağa kaldırıp her coğrafyada eş zamanlı olarak gelişiyor.
Kimilerince Sosyal medya ve Blackburry gibi toplu kalkışları kolaylaştıran ve takibi mümkün olmayan teknik gelişmeler sorumlu sayılırken, kimilerince de 93 yaşındaki Hessel adlı Batılı düşünürün son aylarda çok satan “Öfkelenin” adlı kitabının etkisini sorumlu sayıyor.
Şu anda batı dünyasında egemen olan ekonomik krizin etkisiyle yeni bir paylaşım açmazına gelindiği ve manipülatif olduğunu düşünenler de var.
Hepsi de neden olabilir.
Neden olmasın?
Bir gezegen olarak dünyamız o kadar küçüldü ki bir kitap bile kafaları dürtmeye, her şeyi görmeye, bir minik iletişim aracı bile ortak duyguları ortak sergilemeye yol açabildiği bir ortam oluştu.
Tek tartışılmaz ortaklık, dünyalıların yürümekte olan düzen ve sistemlere başkaldırıyor olmalarında.
Bakalım bu gidiş nereye ulaşıp nerelere evrilecek.
Evrimleşme umudu baş kaldırmaların haklı nedenlere dayanması ve pekçok gerçeğin eş zamanlı algılanmasıvla başladığı için ortak paylaşımlı demokratik düzenlere evrimle umudunu da içeriyor.
Tabii ki hemen yarın değil.
Yeter ki öfkeden geriye sağlıklı canlılar ve kazanılmış ileri bir demokrasi kültürü doğsun.
Zor ama neden olmasın.
Ben küreselleşme olgusunun sonunda dünya demokrasisine doğru yol aldıracağını düşünenlerdenim.
Uğurlar olsun.
Sevgi Özkan

KONU DEĞİL İŞLENİŞİ ŞİKAYET NOKTASI.

ŞOK Haber kültürüyle daldan dala atlayan dikkatlerimiz düşünecek konu açlığı çekiyormuş gibi eski pilavlar niye ısıtılıyor?

Yazımın başlığı bu aslında.

Yazıcıoğlu’na suikast konusu olay vuku bulduğunda da, bir suikast olasılığı ve gazetecilerden Mirgün Cabas’ın olaya ulaşmak için ısrarla ettiği telefonlar nedeniyle suçlanması gibi saçma iddaalar ile ele alınmış ve sonra yapılan incelemelerden böyle bir sonuca varılamayıp kapanmıştı.

Bütün bunlar hafızalarda henüz dururken ve şu anda dikkatlerimizi çeken, çekmesi gereken pek çok konu oluşmaktayken dönüp bu konuyu, devlet yönetimince de desteklenen ifadelerle gündemleştirmek doğal mı acaba ?
İnsanlar yaşanan gelişmeler karşısında böyle düşünmekten kurtulamıyorlar.
Bombardımana tutulmuş kamuoyunun akıl yorgunluğundan medet umulduğu duygusu böyle doğuyor.

Her ülkede böyle midir bilemesek de, ülkemizde en ufak bir kıvılcımla bir olgu üzerinden tüm kamuoyu dikkati günlerce meşgul edilebiliyor.

Bu saptamadan kalkıp her konuyu top yekun beraber düşünmek zorunda mıyız  acaba diye soramıyoruz zira pek çok alanda, pek çok örnekte rastlanan akıl fikirle alakası olmayan davranışlar için beraber düşünme değil düşünmemeyi beceren insanlar toplumuyuz demek daha uygun kaçıyor.
Bugün de Başbakan Erdoğan’ın annesinin ölümü tüm gündemlerin önüne geçti.
Bir süre bu yerini koruyacağı da kesin gibi görünüyor.

Bu kayıp tabii ki konu edilip paylaşılması yerinde bir insan duyarlılığını yansıtıyor ve öyle olmalı..  
Anne kaybı tüm insanlar için en temel ölümlerden sayılır ve saygı duyulacak bir üzüntüdür. Yakınlarının da Başbakan için karşısında eridiği tek insan annesiydi dediği haberleri Üzüntünün derecesini anlatıyor.
Başı sağ olsun demek, tartışmasız bir insanlık görevi.

Burada değinilen ve anlatılmak istenen şey, anne kaybı değil, Acıya dayalı bir olguyu tek konu haline getirme ve dikkatleri ona hapsetme alışkanlığıdır.
Bu tavrın sürekli takip edilmesi gereken konuları nasıl önemsiz hale getirdiği gerçeğidir.
Yani şikayet edilenin, konunun kendisi değil, ele alınıp konulaştırma tavrıyla ilgili olduğunun iyi algılanması gerekir.

Sevgi Özkan

6 Ekim 2011 Perşembe

BİR DAHİ KAYDI.


Steve Jobs öldü..
APPLE şirketinin kurucusu ve bilgisayar teknolojisini geliştiricisi.
Çağın dahilerinden.
Bilgisayar teknolojisini cebe sokan adam diyorlar ona.
Kansere yakalanmasıyla hayranlarında başlayan tedirginlik, erken kaybıyla büyük bir üzüntüye dönüştü.
Bir süre önce bir üniversite konuşmasında “ölüm olgusunu yenilere yer açmak içim yaşamın bir buluşudur” diyerek ölümün kaçınılmazlığını anlatan bu güçlü beynin kaybı hazin.
Gıpta edilen ve bir insanın neler yapabileceğini gösteren gıpta duyulacak bir örnek.
Ona veda ederken onunla aynı zaman dilimini paylaşma onuru hepimize yetecek.

Sevgi Özkan