26 Temmuz 2013 Cuma


Hamileler, Son Aylarında Sokağa Çıkma İznini Kimden Alacak?

Zihniyet çarpışmalarımıza eklenen son örnek, Hamileliğin son aylarında ortalarda gezinmesinin ayıp olası üzerine gelişiyor.
Din üzerinden dünyaya nizam vermeye kalkan adam konuşuyor. Konuşturan da sözlerini Allah razı olsun diye onaylıyor.
TRT Ramazan programlarında yer alan bu sahnede hamile kadınların son aylarda sokaklarda salınarak dolaşmalarının bizde (!) (bu bizin sınırlarını çoğunluğun onayı gibi sunma açık gözlüğünü ifadenin referansı gibi tekrarlama çok geçerli) ayıptır yani terbiyesizliktir diyor. Fazla ileri gittiğini anlamış olacak ki “zaten estetik de değil” diyor. Nokta.
Ayıp ve estetik algıları birbiriyle harmanlanmayacak tek nokta doğanın kendisiyse, hamileliğin son ayları neden ayıp olsun ki?
Örtünen kadınların hamile olup olmadığı giyimle kamufle edilebildiğinden bu sözün hamileliği görünür giyimdeki kadınlara yönelik olduğu besbelli.
Erkek aklının kadın üzerindeki egemenlik kurma çabalarının bu tür örnekleri arttıkça, karısını öldürme hakkını kendinde görenlerin sayısı da artıyor. Ayrıldığı eşini isteği dışında barışmaya zorlayan, olmayınca öldüren erkek aklının bu kafayla arasındaki mesafe çok kısa.
Kadının yaşamına giyim üzerinden karışma hakkını din kisvesi altında kullanan bu kafa yapısına söylenecek tek şey yaptığının tek kelimeyle bir insan hakkı ihlali, terbiye dışılık ve saygısızlık olduğudur.
Kadının her görüntüsünden cinsellik çağrışımına uğrayan, hamilelik görüntüsünden bile böyle değerler üreten bu zihinlerin kimseye verecek adap dersi olamaz.
Kadının başörtüsüne karışılmasına kızan ama kendisi kadının her şeyine karışan erkeklerin çelişkileri, saçma sapan mantıklarının tüm gerekçelerini de tuzla buz ediyor zaten.  
İnsan olarak kadının ne şartlarda sokağa çıkabileceğine karar verme hakkını, kadın yerine kendinde gören bu ahkamlarla biçimlemeye kalkışmanın adı özgürlük değil laiklik hiç değildir. Ama bu fetvacılara  laik bir ülkede olduklarını ve insanların birbirine inanç bazında karışmamalarının düzenin gereği olduğunu bu fetvacılara ve onaylayıcılara hatırlatmak gerekiyor.
Siz kendi işinize bakın beyler.
Sevgi Özkan

20 Temmuz 2013 Cumartesi


Aşkın Ömrü.
 

Bitmesi istenmeyen bir hastalık olan aşkın ömrü de yürekle akıl arasında süren bir pazarlık konusu.
Modasal etkileşimli kısa süreli kimlikler çağında aşkın ömrünü de geçici yakışma ve yakınlaşmalar tayin ediyor. Bu nedenle günümüzün aşk algısı bulunması istenmeyen bir arayış diye tanımlanabilir. Tekrarlanan ayrılıklar, aşk aramaya devam duygusunun aşkın yerine geçtiğini gösteriyor gibi.
Aşk devamlı değişen bir varoluş aksesuarına dönünce alın yazısı beraberliklerden aşk değil sevgi bile çıkarılamaz olmaya başladı.
Değişme potansiyeli artan insanların her değişimde birbirlerine denk düşmeleri de mümkün olmayınca ayrılık denemelerinde tekrar birleşmeleri de başarılması değerli tutarlılıklara dönüyor.
Takvimi olmayan aşkın ömrü de ölçülemiyor. Denk düştüğünce yaşanıyor.
Sevgi Özkan

18 Temmuz 2013 Perşembe


Twitter’den Günah Çıkarmak!

 

Twitter atılarak günah çıkarılabileceği haberi, iletişim olgusunun önlenemez biçimlerini birer birer ortaya çıkaran nitelikte.

Twitter’dan günah çıkarmak aşamasına gelinmesi kilisenin gençlere yatırımı olarak yorumlanıyorsa da günahların gizliliğine Papanın dışında şahitler olacağını kaçınılmaz kılıyor.

Ulaştığımız bilgi çağının büyük veri kaydında yer alacak günahkarlıkların, nerelerde kullanılacağı düşündürücü.

Araya girenler bu kayıtları kimseye vermeseler de, bu uygulamada günah çıkarmanın gizliğine uymayan bir şeyler var gibi.

En gizli devlet belgelerinin semt pazarlarına düşecek hale gelmesi önlenemezken, twitter günahları bazı takiplerle istismar edilecek  yanlar içerecek gibi görünüyor.

Yakında bu yolla psikolog veya psikiyatr  görüşmeleri de başlarsa şaşıracak bir şey yok.

Başladı mı Yoksa?

Şu saate kadar böyle bir bilgi bana ulaşmadı. Düne kadar digital günah çıkarmadan da haberim yoktu ama bugün var.

Aslında twitter’ın kendisi başlı başına bir psikolojik takviye anlamına geldiği için psikolojik destek uygulaması kapsamına zaten giriyor denilebilir. Bilmediğin ve bilinmediğin kişilerle ilişki kurma alanı olarak yeterince rahatlatıcı işleve sahip olunan bu alanda ayrıca danışan, danışılan ilişkisinde de bu yola sonuç alınabilir de, bu kimin için iyi olur yanı düşündürücü çünkü hasta tüm varlığıyla bir bütün olduğuna göre karşılıklı iletişimin verileri nasıl gözden çıkarılabilir ki?

Ama olmazsa olmaz sanılan o kadar çok şey bir şekilde olabilirken kendi şartlarını da yaratıyor.

Sonuç, bildiğimiz insan gittikçe minsanlaşıyor besbelli.

Sevgi Özkan

16 Temmuz 2013 Salı

Bilen Biliyor mu?
 
Digital çağın yarattığı haberleşme eşitliği, devamlı uyarılan yerel kültür kodlanmalarından, ortak bir paradigma egemenliğine geçiş  sağlıyor.

Kültürel geçişkenlik hızlanırken, kültürel farkların törpülenmesiyle ortaya çıkan yeni bir dünya algısı ve anlamlandırması da bir bakıma herkesi yeryüzü ahalisi olarak eşitliyor.

Demokratik ülkelerin dışında kalan yönetimlerin bile baş edemediği bu küresel birleşim olgusu küresel demokrasinin olanaklarını da yeniden deneme alanına çekiyor.

Ortak alanlara ortak müziklere, ortak ritimlere, ortak görsellere katılan dünya bilgiçliği, gelmiş geçmiş tüm malzemeleriyle küresel dikkat algıları oluşturuyor.

Çeşitli nedenlerle günden güne artan göçmenlik olgusu ve de yeni yaşam şartları ve kültürlerle yeniden biçimlenen kentler, birbirinin izlence alanlarında boy gösterirken kendilerini yeniden algılıyorlar.

Kent meydanlarında gelişen toplumsal hak mücadeleleri küresel dikkatlerin kontrol alanına girecek mesafe ve kültürel uzaklığı sıfırlayan bir iletişim sağlıyor.

Herhangi bir ülkedeki toplumsal hak mücadelesi tüm dünyanın haklı haksız yandaşlığıyla saflaştığı küresel kamuoyları yaratabiliyor.

Bu olan bitenleri, komplo teorileriyle açıklamanın geriliği, komplo teorilerinin olmadığından değil, komplo kavramının insan aklının ve gücünün tek elden yönetilmesi olarak algılanabilmesinden kaynaklanıyor.

Bilgiye yanaşma biçimiyle, bilgiden çok, mantıki kurguya dayalı verilerle gerçeğin dışında kalanlar, bilgi dünyasında komplodan başka dayanacak kaynakları olmamasından doğan algı yetersizliğini yansıtıyor.

Gerçeklerin gizlenmesi eskiye göre daha zorlaşan dünyamızda, sadece inandığı doğruları veri sayanlarla, gerçek bilgiye dayalı verilerle dünyayı algılayanlar arasındaki mesafe gittikçe açılacağa benziyor.
Bundan sonra gerçeğin bilgisi yerine doğru bildiğini esas alanların  dünyası mı egemen olacak yoksa tersi mi sorun burada?
 
Sevgi Özkan  

13 Temmuz 2013 Cumartesi


Güncelleştirilmiş Suç Tarifesi!

Demokratik eleştiri hakkının kullanıldığı gösterilere karşı sergilenen girişimlerde: ileri(!)demokratik düzenin adalet algısına göre güncelleştirilmiş kimi suç tarifesi:
Eli palalı, sopalı saldırı, önce serbest sonra velev ki yakalanıldı bir ay hapis.
Döverek öldürme beş yıl hapis.
Siyasal eleştiriye teşebbüs, müebbet hapis.
Not: Seçim serbest olup, isteğe bağlı uygun paket tarifeler de oluşturulabilir.
Sevgi Özkan

11 Temmuz 2013 Perşembe


Ölümcül Şiddetle Yetinilmediği İçin mi, Palalı, Sopalı Takviyeler Görmezden Gelinebiliyor?
 
 
Gösteri hakkına polisin şiddet kullanımı kadar pala ve sopa ile karşı durulmaya kalkışılması da Demokrasi mi sayılıyor
Bu nedenle gösteri yapana gaz ve su, palalı saldırganlara buyur geç dönemi demokratlığı(!) uygulamaya konuyor.
Protestolarda ölen ve sakat kalanların sorumlusu olarak gaz, su, ve polis şiddeti artı palalı sivil girişimleri yerine göstericilerin provakasyonu demek akılla ilgili bir çıkarım olabilir mi?
Gezi dayanışmasına destek olarak Eskişehir’de yapılan destek gösterilerinde biber gazından kaçarken sokak arasında dövülen 19 yaşındaki Ali’nin yaşam savaşını kaybetmesinin acısını içinde duymayan bir insan var mıdır?
Yine, 17 yaşında kafasına biber gazı kapsülü isabet ettiği için komada yatan çocuğun babasının benim maaşımdan kesilen vergilerle oluşturulan polis gücü benim çocuğumu nasıl öldürür, feryadından kahrolmayan var mıdır?
Gazze’deki çocuklar, Suriye’deki çocuk ve siviller için dünyayı ayağa kaldırmaya kalkan hükümet, gösteri hakkının kullanıldığı demokratik denilen bir ülkede kendi çocuk ve gençlerinin ölmesine veya sakat kalmasına yol açan şiddet uygulama ve emirlerini doğru mu buluyor?
İktidarı eleştiren göstericilerin taleplerine kulak asmak yerine onları kendi milleti saymayan biçimde karşısına kendi taraftarlarını dikmekle tehdit etmeyi demokratlık sayıyorsa o ülkede demokrasiden ve de ileri demokrasiden bahsetmek doğruyu ters yüz etmek anlamına gelmez mi?
Muhalefet partilerine ve muhalefet eden medya veya kurumlara devletin şiddet gücüyle karşılık vermek demokrasiyse, diktatörlüklerin demokrasiden farkı ne olabilir ki.
En önemlisi yanlış anlama ve buna dayalı yorumlarda, gösterilerin izne tabii olup olmaması algısı. Gösteri yapma hakkını devletin ilgili kurumlarına bildirme ve bu yolla gösteri hakkını kullananlara zarar verilmesini sağlamayı izin alıp almamak gibi yorumlamak anlaşmazlığın kilitlendiği nokta, yasaların ve demokrasi algısının nasıl farklı yorumlandığının da işareti oluyor.
Gösteri yapılacağının bildirilmesini orada başlarına gelecek olaylara karşı devletin onları korumak için hazırlanması anlamında yorumlayarak bu gösterilerin kendine dönük olmasından rahatsız olan yöneticilerin izin verme gibi anlaması ve ister veririm, ister vermem demesi buradan kaynaklanıyor.
Gerçek demokrasiyi içselleştirmiş hukuksal yorumlar, anayasanın ilgili maddesini bildirme ile izin alma arasındaki farkın altını çizerek bu hakkın kullanımını demokratik hak diye savunurken, karşı çıkanlar yönetimin iznine bağlı diye kabul etmekten yana duruyorlar.
Kavramsal algılama farkından çok, elindeki gücü demokratik olarak kullanıp kullanmama eğilimini yansıtan bu tartışma hukukun üstünlüğümü de sokaklara pala ve sopalarla dövülerek karşı gösteri yapma hakkı gibi tanımakta sakınca görmüyor olmalılar.
Tıpkı çocuğunu terbiye ediyorum diye ölesiye dövmeyi kendi hakkı sanan ebeveynler gibi ,insan, çocuk hakları ve hukuk kavramları demokratik haklar olarak algılamayan, algılatmayan yönetimlerde daha kaç insanımızı kaybedeceğiz acaba? 
Sevgi Özkan

6 Temmuz 2013 Cumartesi

Demokrasi Algısı Nerelerden Zorlanıyor

 
Bilişim teknolojilerindeki hızlı ve birbirini tetikleyeci gelişmeler, iletişim kültürünün seyrini ve sonuçlarını eskiye göre çok farklılaştırıyor.
Demokratik yönetim uygulamaları ve algısı da eskiye göre farklılaşmaya başladı.
Bütün dünyada demokratik yönetimler, günden güne gelişen sosyal medya kültürünün etkileşiminde yeniden biçimlenen kalkışma kültürleriyle demokratik yollardan baş etmekte zorlansalar da o ilkeleri ortadan kalkmasına yol açacak uygulamalarda bulunmuyorlar. Demokrasisi gelişmemiş toplumlarda ise sosyal medya, vatandaşlar için demokratik yönden sosyal gelişme aracı, yöneticiler için baş belası olarak algılanabiliyor.
Yıllar önce siber gelişmelerin demokrasi kavramını ne yönde etkileyeceğini sorduğum bir düşün adamından tatminkar bir cevap alamamamı, konunun çapraşıklığından çok henüz bu konuda düşünenlerin az olduğuna bağlamıştım. Bugün batısı ve doğusuyla toplumsal yönetim sistemlerinin önemli politik tartışmaları, artık demokrasinin ne olduğu veya ne olması üzerinden yürütülüyor.
Demokrasi yatkınlığının gelişmemiş olduğu toplumlarda demokrasi algısı deneyimlerle sağlamlaşırken, kimi yöneticiler için de ,en zorlanılan alan oluyor.
Meydanlara inen veya işgal eden kitlesel kalkışmalar, gelişmiş toplumlarda kapitalist sisteme yönelik toplu bir sorgulama ve başkaldırı olarak da değerlendiriliyor.
Demokratik kültürün tam içselleştirilmediği toplumlarda ise iktidarlar, kendi yaptıklarının demokrasi olduğunu iddaa edip ve sandırmakta ısrarlı olunca, gerçek demokrasi taleplerini okumadıkları için oy kaybına ve toplumsal kargaşaların büyümesine yol açıyorlar.
Sevgi Özkan

Demokrasiyi Algılama Basamakları


 
Toplumların demokrasi deneyimlerine bağlı demokratik gelişimleri, aynı yollardan geçerek aynı sonuçları vermiyor.

Bu anlamda demokrasilerde ne nedir, ne ne anlama gelir derken, farklı gelişmişlik derecelerine göre farklı algılı okumalar yapmak da mümkün.
Toplumların demokratik gelişmişliklerine göre aynı olguları farklı okumak, demokrasilerde şu olmaz, bu olmaz demek için bu noktayı unutmamak gerek.

Demokrasiden gelişmiş ülkeler genel mantığı ne anlıyor, gelişmemiş olanlar veya gelişmekte olanlar ne anlıyorun gerçeğini, toplumsal kalkışmaların değerlendirilmesinde açıkca görmek mümkün.

Uzun demokratik savaşımlardan geçmiş batı toplumlarında bugün seçimle iş başına gelen partiler neden sivil darbe yapmaya kalkmıyor, yanlış yapanlar askeri darbeyle gitmiyor da, ortadoğu toplumlarında krallık ve otoriter sistemlerin demokrasi denemeleri hep askeri gücün gölgesiyle yürütülüyor?

Demokrasi sandıklarından seçilerek yönetime talip olanlar bir süre sonra dini politikaya alet etmekten veya milliyetçi duyguları sömürmekten ve beceremedikleri alanlarda halkı benden yana olanlar ve olmayanlar diye bölmekten kaçınmıyorlarsa, oralarda işler ancak yönetimsel zorbalık kavgalarıyla yürütülebiliyor.

Demokrasi diye yapılan seçimler de, demokratik işleyişi sağlamak bir yana güvenilir ve sorun çözücü bile olmamaya başlıyor.

Demokrasiyle iktidara gelenler sadece askeri darbeyi önlemeyi demokrasi olarak görürken, kendilerinin sivil darbe sayılacak toplu girişimlerini demokrasi sanabiliyorlar.

Buralarda çoğunlukla sivil darbe veya otoriterlik yönelimleri artmadan askerler işe el koymuyor. Sivil yurttaşlık ve sivil toplum bilinci, seçimden seçime oy kullanmaktan öteye gelişmemiş toplumlarda asker, çoğu kez bir kısım sivil kargaşayı düzeltmek ve beklentilere cevap verme adına başa gelip kendisi ayrı bir otoriteye dönüşünce, toplum daha da çileli hale gelip demokratik yönden geriliyor.

Bu deneyim tekrarlandıkça sivil gücün kendine ve demokratik düzene yönelik beklentileri yükselirken, bu beklentiyi kullanarak iktidarı gelenler, bir süre sonra iktidar sarhoşluğuyla dediğim dedik türü baskıcı ve kendini destekleyenler ve karşıtlar diye bölünme sağlayarak varlıklarını sürdürmeye kalkabiliyorlar.

Eğer bu aşamada sivil demokratik itiraz kültürü sokağa çıkar ve sesini duyurur ve de gidişatta yanlıştan dönülmeyi sağlarsa o zaman iktidarlar da, varlık sebeplerini anlayıp daha demokrat olmaya yönelebiliyorlar ki bu da o ülkede demokrasinin gelişme yolunda aldığı mesafeyi gösteriyor.

Sandık vakti gelince aldıkları oydan neyi ne kadar anladıkları ortaya çıksa da, bireysel kanaatten ziyade toplu kanaat oylarının geçerli olduğu yerlerde bu sonuç gerçekte neyin onayladığını da yansıtmıyor.

Yurttaşlar kendi sivil sorumluluklarının bilincinde olmadan biri gelir bizi de, demokrasiyi de, kurtarır boş vermişliğine sığındıkça, demokrasi hep sekteye uğrayıp geride kalıyor.

Önemli olan, sivil veya askeri darbelerin demokratik olup olmamasının mantıksal ispatı değil, toplumların darbe yönetimlerini kendi demokratik gücüyle frenleyebilmesidir ki bu da, provakasyonlara açık olsa da halkın gösteri ve itiraz kültürünün demokratik çerçevede gelişmesinin yollarının sivil iktidarlarca tıkanmamasıyla oluyor.
Sokağa çıkan halkı, orantısız polis gücüyle ezmenin demokratik yönetim sayanların veya “halk sokağa çıkınca askeri darbe oluyor” diye okuyanların demokrasiden ne anladıkları ortada.

Kendi toplumunun demokratik taleplerini doğru okuyamayanların başka toplumların demokrasi savaşımlarında askere karşı sivil darbecileri korumaya katkı sağlama çabalarının çelişkisi kadar, sapla samanı birbirine karıştıran ifadelerle onu bunu demokrasi sınamasına kalkarak kendi tutumlarını demokrasi olduğunu sandırma çabalarının yararsızlığı da ortada. Tabii ki görebilene.

Sevgi Özkan