9 Ağustos 2013 Cuma


Gözler, "Aydın" Olmuyor.

 
Aydınların toplum gelişimindeki rolleri bazı açılardan tartışılan bir konudur.
Özellikle toplumumuzda, vatanı kurtarmaya kalkanlardan (ki aydın kategorisinde sayılırlar) vatanı kurtarmak gerek sözü bunu anlatır. Bu tartışmanın nedeni maalesef en büyük aymazlıkların çoğu kez aydınlarda görülüyor olması.

Ortalama yurttaş aklı, kimi kez olan biteni daha net algılayabilirken, olayları kafalarındaki şablonlara uydurmaya kalkan çoğu aydınlar, kendi idealizmleri dışında gerçekleri tam kavrayamadıkları için olup bitenleri, yanlış anlamlandırarak çok geç algılayabiliyorlar. Bu nedenle çoğu kez yanlış yerlerde yanlış güçleri destekleyip yanlışın büyümesine aracı olabiliyorlar.
Gerçek aydınları da kapsayan aydın sözü burada bir düşmanlık ifadesi olarak veya bütün aydınları karalamak için değil, kendisi aydınlığa ermeden başkalarına yol göstermeye kalkanlar üzerinden kimin aydın sayılmayacağını göstermek için kullanılıyor.

Ergenokon soruşturması kalkışmasının başından beri yaşananlar, derin devletle hesaplaşılacağı umudu yaratıp, hemen hemen herkesin oyunu aldıktan sonra işleyiş biçimiyle bu amaç için değil, bazı egemen güçlerin kendi bildikleri ve amaçları doğrultusunda yürütülen hesaplaşmalar yığınına dönüştü.

Göze batan tutarsızlık ve hatalar, hukuka saygı dokunulmazlığıyla “mahkeme devam ediyor onu etkilememek gerek” ve “öze ait değil usul hatası” diye sınırlandırılarak dikkatlerin dışına itildi. Oysa aydın veya allame olmaya gerek kalmadan, baştan beri görülen gelişmeler, her arama dalgasının başka önemli bir olayla eş zamanlı gerçekleştirilmesiyle hem nalına hem mıhına dedirten çelişkili durumlar, bu davaların güdümlü bir seyirle yürütüldüğünü dikkatlere sunuyordu.

Derin devlet olgusuyla hesaplaşılması gerektiği kimsenin inkar edemeyeceği bir gerçek olsa da yapılmaya kalkanın bu gösterilen şey olup olmadığından şüphelenmek çoğu aydının aklına gelmemiş gibiydi. Özellikle aydınlar, derin devlet açığa çıkacak vaadine tav olarak gerçekten derin devletle mi savaşılıyor yoksa derin güçler birbiriyle mi savaşıyor şüphesi şöyle dursun ihtimalini bile akla getirmeden oluşanlara umutla sarılıyorlardı. Olan biteni kafalarındaki bilgi şablonlarına uyarlamaktan öte neyin ne olduğunu tarafsız gözlerle izleme alışkanlığı olmadığı için herkes kendileri veya birbirleriyle çatışan değerlendirmeler üretip kafalarındaki hesaplaşmanın gerçekleştiğini sanıyorlardı. Biraz şüphe gösterenlerden de kara listeler yaratıp birbirleriyle kavgalı tartışmalara giriyorlardı.

Bu kuşkusuz kabul, daha sonra referandumda da yaşandı.

Yine idealist bazı aydınlar olan bitenlerin ne olduğundan çok, bu girişimin kafalarında koydukları yere uyup uymamasını önemsiyorlardı.

Birbirini yoksayacak maddelerin aynı torba içinde onaylanmasını red etmek yerine yetmez ama evet diyerek desteklediler.

Bugün yaşananların bu yetmez ama evetçileri aydırmaya başladığı ve Ergenokon ve Balyoz davalarıyla daha görünür hale gelen gerçekleri de, nasıl yorumlarsak haklı çıkarız derdiyle okumaya çalıştıkları görülüyor.

Tüm verilerin tersine çevrilmesini tarihle hesaplaşma adına demokratlık diye kendilerine ve başkalarına kabul ettirmeye çalışanlar, şimdi hangi sapakdan yan çizerek doğru yola çıkabileceklerinin telaşına düştüler.
Eleştirel davranışların bedeli ağır ödendiği görüldükçe önce CHPyi, arkadan ilgisiz her kişi ve kurumu suçladıktan sonra iktidarı da eleştirir gibi yaparak demokratlık oyununa devam edenler, neyle hesaplaşacaklarını bilemeyecek kadar kendilerini aldatmış durumdalar.

Hangi ateşi yelpazelediklerini hatırlamak istemedikleri ve kendi öz eleştirilerini yapacak halleri kalmayanlar, çıkan sonuçların Ergenekon denilen şeyin varlığı noktasında haklı olduklarını söylemekten öte, o konuda bir işlem yapılacağını sanmayı sürdürerek, peşlerine taktıklarını  yanıltmaya devam ediyorlar.

Yerinde ve zamanında gerçekleri doğru okumayı ve peşlerine takılanları yanlış yönlendirmeye devam etmelerinin sorumluluğunu hala kavramadıkları için ne kendilerinin ne de kimsenin gözü aydın olmuyor.

Sevgi Özkan

6 Ağustos 2013 Salı


Vicdanlar Kimi, Affedecek?

 

Toplum olarak çok yönlü savaşların, çok yönüyle savaşmaya mahkumuz.

"Milletim” kategorisinde yer almanın rahatlığıyla yüksek perdeden demokratik hakkaniyet masalları anlatanlar, geriye kalan kısmı oluşturan mağdurlar milletini, demokratik tepkilerinin cezasını ödetmeye mecbur ederek etkisiz bırakmaya çalışıyorlar.

Kim kimle savaşıyor, kim kimi kurtaracak?

Aslında başından beri usul musul hatası diye hafifsetilmeye çalışılan oluşumlarda “gereğin” katliamı o kadar açıkca görünüyordu ki, uygulamalardaki zamanlama girişimleri ve gelişimleri unutmayanlar için şu anda söylenecek ilave bir söz kalmamış durumda.

Kirlisi temizi aynı torbaya konmuş maddelerle yapılan halk oyu ölçümlerinde olduğu gibi derin devletle hesaplaşacağız vaadiyle yola çıkıp derin devlet güçlerinin çarpışmasına dönen bu davaları aynı makinede yıkayıp kurutmaya çalışanlar, çıkan sonuçları itiraf gibi ortaya sererek bedel ödemeyi, üslerinden atmaya kalkıyorlar sanki. Zira, gerçekler oradan buradan gözüküp dururken vicdanlara sunulan bu kararlar, sadece bu davanın bozulması için verilmiş olmalı diye bile düşündürtüyor.

Toplumca mutlu son ve kaybedilen itibarı kazanmak için genel af gerekliliğini savunanlar, mantıki görenler ortaya çıkmaya başlayınca, şu soru önem kazanıyor, suçlu ile aynı torbaya konup itibar kaybına uğratılan suçsuzu affederek işi çözmeyi düşünmek, hukuki çıkış yolu ve siyasi kazanç sayılsa da vicdanlarda hangi izi bırakır?

Mesela affetmek, onların özür dilemesi mi, yoksa onlardan özür dilenmesi biçiminde mi genel kabul görecektir.

Yaşamlarından çalınanlar için kimin, kimi bağışlaması bekleniyor? Milletin buna adil bir cevabı var mıdır? Derin devletle hukuk yoluyla savaşma adına yapılan hukuksuzluklar pekçok masum insanın yaşam hakkından çalarak mı düzeltilecek?

Sonuçta afla varılması istenen kardeşi kardeşe düşürmemekse, bu demokrasi oyunu oynamakla değil, gerçek demokrasi şartlarının sağlanmasıyla oluşabilir ki o da, yaşanan pek çok örneğin gösterdiği gibi şimdilik namevcut. Bu badireden çıkılacağına ve aklın egemen olacağına güvenmenin, her şeye rağmen toplum için önemli bir motivasyon olacağı unutulmamalı ve umutları kaybetmemeli.

Sevgi Özkan

1 Ağustos 2013 Perşembe


Ağlayan Küçük Kızın, Büyüklere Karşı Hak Savaşımı

 

Küçücük yüzüne çükmüş çaresizlik ağlayarak etrafındakilere derdini anlatmaya çalışan küçük kız atlanıp geçilmeyecek biçimde dikkatleri kilitliyordu. Önce yabancı kanallarda dikkatimi çekti. Üzerindeki kırmızı elbiseciğine tezat simsiyah saçlarıyla küçük bir kız çocuğu ağlayarak yanındaki derdini anlatmaya çalışıyordu. Sonra yerli kanallarda da gösterilen bu görüntünün seyredenlerin gözlerini yaşartmaması mümkün değildi.

Adetler gereği küçük yaşta evlendirilmeye zorlanan bu kızın ailesiyle mücadelesinin, ailesiyle okumasını garantileyen bir anlaşma imzalanmasıyla sonlanması, çocuğun gözyaşları kadar seyircininkini de dindiriyordu.

Yemende gerçekleşen bu olay, bir yıl kadar önce Pakistan’da okuma savaşımı verirken Taliban kurşunlarına hedef olan ve Batıda tedavi edilerek yaşama dönen diğer bir küçük kızın savaşımını hatırlatıyordu.

Bu iki kızla aynı durumda olan nice kızlar ve küçük yaşlarında tacize uğrayan diğer çocuklar gibi büyükleri gerçekten utandıran bu örnekler, toplumlarda çocuk hakları bilincinin yükselmesini de sorunun bir çocuk hakkı olarak ele alınmasını da acilleştiriyor.

Kadın erkek ilişkisi doğrultusunda çocuk ve ergenlerde cinsel duyumların erken yaşlara inmesinden doğan sorunların batılı toplumlarda çeşitli kanallarla kontrol altına alınması sağlanırken, aynı sorunların, doğulu ve özellikle Müslüman toplumlarda, dinsel gerekçeli ör/adet, ve yoksulluklarla sarmalanarak çocuk gelin olgusuyla örtülmesi, durumun acilen halledilmesi gereken başlı başına bir sorun olduğunu göstermektedir.

Bu nedenle pek çok çocuk hakkı kadar eğitim hakkı da önlenen çocukların dramı, böyle tekil örneklerle dikkat alanına girse de ülkemizin de dahil olduğu pek çok toplumda çocuk hakkı ihlali olarak görülmemekte ve önlenememektedir.

Kızların okumasından korkulan toplumlarda gerilik kökleşerek sürmekte ve tek yönlü bakışa sahip erkek aklının yönetiminde kalan toplumların ilerlemesi gecikmektedir

Olaya her şeyden önce çocuğun eğitim, sağlıklı yaşam gibi çocuk hakkı açısından bakmanın öneminin kavranabilmesi sürekli tek yönlü kampanyalardan çok devlet ve sivil toplum eliyle yürütülecek devamlı uyarıcı olan düzenleme ve çalışmalara gerek vardır.

Sevgi Özkan