24 Aralık 2016 Cumartesi

20 Aralık 2015 Pazar

"EĞER"

Biliniyor ki:
Her şeyi oluşturan bir neden var.
Nedensellikler zincirine bağlı gelişiyor her şey.
Her konuda seçim ve kararlarımız geleceğimizi tayin ediyor.
Biz de zaten bazı seçim ve kararların ürünü olarak var oluyoruz.
Her olgunun bir güç tarafından yönetildiği veya "tanrı" tarafından belirlendiğinin kabulü, bu nedensellikler zincirini de "alın yazısı"olarak algılatıyor.
Düşünme ve karar vermenin önemi, geleceğimizi tayin etmekle kalmaması, başkalarının geleceğini de belirleyebilmesi bu nedenle büyük bir sorumluluk bilinci oluşturmasından ileri geliyor..
Gelinen yerden geriye bakıp eğer şöyle olmasaydı demek geçmişin kararlarından çok geleceği belirlese de, seçimlerin bizim için en iyisi olduğundan emin olmak ancak yaşandıktan sonra algılanıyor.
Eğer, "eğer" demeseydik ne olurdu bunu bilmek çok zor.
Dinler, bu konuda zaten şahsı sorumlu tutmaktan çok, tanrının dediği olur sonucunu çıkararak inananları rahatlatıyor ama sorumluluk bilincini tam geliştirmiyor.
O kadar ki bir çok kafa kendi düşünce ve seçimlerinin önemini kavrayamayıp hepsini  "Allah'ın dediği olur"inancına bağlayıp rahatlıyor.
Peki yaşanan bu kadar vahşet hangi nedenselliklerin son halkası ve baştan verilen kararsa kimin kararı? 
İnsanların kendi seçimleri için tek cevap "Allah akıl fikir versin"demek değildir her halde.
"Bu vahşeti tanrı mı istiyor?"sorusuna günah demeyi görev sayıp rahatlayanlar dışında nasıl bir cevap verilebilir?
Bu soruyu bilim uğraşıları, olguların tümden veya parçadan hareketle değişmez nedensellikleri üzerinden sonuçlarına ulaştırıyor. Ta ki halkaya yeni bir nedensellik bağı eklenene kadar değişmeyen doğruların üstünde yükseliyor.
Yani nedenselliklerin nedenine dönük bir arayış.
Düşünme ve karar verme sorumluluğu insanlık bilincini yükselttikçe nedensellikler zinciri daha önem kazanacak .
Bilim de işte bu nedensellikler düzenlemesinin nasıl oluşturulabileceğinin cevabını aradığı için önemli.
Sevgi Özkan

20 Kasım 2016 Pazar

ÇOCUKLARIMIZI VE BİZİ KİM KURTARACAK

ÇOCUK Hakları Sözleşmesi'nin ülkemizce imzalanmasının üstünden 21 yıl geçmesine karşın toplumsal bilincin yeterince yükselmediği ortada.
Yasalar gereği Çocuk Haklarından birince derecede sorumlu olan devleti yöneticilerinin yeterli bilince sahip olmadıkları son günlerde toplumsal tepkilerin odağına oturan bir yasa dışı yasal düzenleme girişimiyle gördük.

Toplumu ayağa kaldıran çocukların tecavüzcüsüyle evlendirilmesi konusu bunu gösteriyor.

Çocuk istismarıyla ilgili yeni bir yasa tasarısına gece yarısı korsan şekilde sokulan ve tecavüze uğrayan çocukların tecavüzcüsüyle evlendirilerek sorunun çözümleneceğini öneren yetkililerin aslında böyle yasal girişimlerde bile devleti elinde tutanların çocuğun yüksek yararından çok kendi yararlarını düşündüklerini ortaya koydu.

Kamuoyunda çok tepki oluşması, insanların kendi çocukları ile empati kurmaları kadar çocuk hakları kavramındaki duyarlılığının da eskiye göre daha arttığını gösteriyor.

Ama bu sözleşmede temel sorumluların başında bulunan devlet yöneticilerinin aynı duyarlılıkta olmadıkları, araya çaktırmadan soktukları bu madde ile çocukların yüksek yararını değil suçluları af etmeye zemin hazırladıkları ortaya çıkıyor. Tepki de buna dönük.

Toplum tepkisi böyle bilinçli olunca devlet yönetimi de her istediğini yapamıyor.
Bu konuda oluşan tepki konsensusu keşke ortak geleceğimizi ilgilendiren her kaçak yasa girişiminde dışlaşsa.
İşte o zaman hem kendi yarınlarımız hem de çocuklarımızın yarınları geleceğe değil geriliğe ayarlanmaktan kurtulur.
Toplumsal sorunların çözümünde, olan biteni bilinçle takip eden ve ortak tepkileri gerektiği anda gösteren kitlelerin oluşturduğu tepkisel kamuoyu çok önemlidir.

Hayali bir dünyada değil ülkemizde ve her şeyin farkına vararak yaşamayı ilke edinirsek ortak evrensel ve çağdaş değerlerle biçimlenen akıllarımızla kendimizi de çocuklarımızın bu gününü ve yarınlarını da kurtarabiliriz.

Çocuk haklarını içselleştirmek ve savunmak demokrasiye temel oluşturan çağdaş bir insanlık görevidir.

Sevgi Özkan

16 Haziran 2016 Perşembe

ÖLÇÜNÜZ NE?

On beş yıldır örgütlü cehaletin yönetimine esir düşen toplumumuzda iktidar ve muhalefet çatışması yanlış bir çizgide sürdürülmeye zorlanmaktadır.
İktidarın yerleşik norm ve yasaları hiçe sayarak yaptıklarına kılıf uydurucu kararnameleri yasa sayan yönetimine karşı yapılan eleştirilerin, iktidar yerine daha çok ana muhalefete(CHP)ye çevrilmesi komik olmakla kalmayıp saçma ve akıl dışıdır.

Demokratlık gösterisi olarak iktidara söyleyemediklerini muhalefette kusur aramaya dönük bir düşünce sporu haline getirenler, etkili muhalefet olmadığı iddiasındadırlar.

Yapılıp edileni kendilerinin görmesine fırsat yaratıldığı kadarıyla değerlendirmeye kalkıp kendi öncüllerinden yola çıkarak kurgulanan bu mantıki çıkarım doğru bir yargı mıdır?
Tabii ki HAYIR.

Aslında yönetim sorunlarına bir tür "Dinsizin hakkından, imansız gelir” mantığıyla bakanlar, iktidar gibi yapmadan onunla savaşımda muhalefetin görüntüsel bir üstünlük sağlaması mümkün değildir demektedirler. 

Zira bilgi ve deneyimi önemsemeyen, davaları adına yanlış bulmadıkları aldatmaca olan takiye kılıfına geçirdikleri ilkesizliği, yalanı, dolanı iktidarını sürdürmek için kullanarak habire görüş ve tutum değiştiren, rejim değerlerini erozyona uğratarak bir din devleti kurma ilkesini gerçekleştirmek için yapmadığı kalmayan bu yönetim tutumunu sürdürmeleri, ortalama zeka yaşı çocuk kategorisinde olan bir toplumda çok da zor olmamaktadır.

Bu nedenle iktidarı ele geçirmek için başarı yolu diye muhalefete de her türlü kuralı çiğnemeyi, yalanı dolanı başarılı politika sayan kuralsız bir dövüşü, kural tanımazlığı, bağırıp çağırma şirretliğiyle sağlanan görüntüsel üstünlüğü, bekliyor olmalılar. Zira iktidarı onaylayanların oyunu
kendilerine çekmeleri mümkün değil.

Yani ana muhalefeti yetersiz bulanlar aslında ondan iktidarın dövüş sitilini geçecek bir davranış modeli beklemekte ve öğütlemektedirler.

Muhalefet neden kitleleri peşine takmıyor, sokağa inmiyor diyen vatandaşlar onun demokratik muhalefet hakkını demokratik çerçevenin dışına çıkarmayan tutumuyla ülkeyi iç savaş ve kargaşadan koruduğunu görmemekte ve takdir etmemektedirler. 
Öyle ki hatalı ve çağdaş uygarlığın normları dışına çıkmayan tutumunu görüntüsel olarak tatmin edici bulmamakta sen de onun yaptığını yap demektedirler.

Sorun, oyunun kurallara göre oynanmasını, “kazanmak” için yeterli bulmamakta daha da ileri giderek kuralsız ve kaotik girişimler yapılmasının da beklenilmesindedir.

Oysa muhalif olanların muhalefeti yürütenlere "doğru"sandıkları bu eleştirilerle destek vermeye kalkarken, kendini sadece her şeyden bağımsız pasif bir hakem gibi görmesi ve sadece olumsuz eleştirilerle yetinmesi, muhalefet yürütücülerinin değil seçmenin niteliğini göstermektedir.

İktidarın da en büyük dayanağı, muhalefetin kendilerini eleştirmekten çok muhalefetin bu türden eleştirilmesi olmaktadır.
Yani muhalefet liderlerinden, iktidarın tek adam yönetiminin sergilediği yalanlara ve saptırmalara dayalı tüm illegal ve kaba tavırlarını benimsemesi hatta daha da ileri gitmesini bekleyenler önce yurttaş olarak kendi seçmenlik ölçülerini gözden geçirmelidirler.

Ülkemizde artık düşünen, akıllı, eğitimli, nazik, duyarlı insan tipinin kusurlu kategorisinde görüldüğü gerçeğine bu yoldan gelindiği de tartışmasız bir gerçektir.

Zaten iktidar baskıyı arttırmak için sokağa çıkılmasını ve karşısına paralı sivil kışkırtılmış güçlerin onların karşısında yer almasını istiyor.
Kalkışmamayı önermek değil ama yerinde ve demokratik ölçülerde tavır koymayı becerebilmek önemlidir.
Muhalefet liderinin önüne atılan kurşuna (ki hepimize atılmış bir kurşundu) CHP'yi pasiflikle eleştirenler onlara önerdikleri sokağa çıkmaya neden katılmadılar?
Partiden davetiye mi beklediler?, O karşı çıkışta partililer neden yalnızdılar?
O zaman oturduğu yerden muhalefet partisine akıl öğretmeyi ona yol göstermeyi vazife edinenler önce kendi zafiyetlerini eleştirmelidirler.

Her yurttaş kendine "siyasi protesto ölçüm ne?" diye sormalı ve muhalefete gereken desteği de bu doğrultuda gerçekleştirmelidir. 
Yaptığı şeylerin önemini takdir etmeden devamlı olumsuz eleştirileri sıralamak bir siyasi partiyi zayıflatmanın başka bir yoludur.
Bu nedenle siyasal yönden olumlu sonuç alınmasını önleyen pedagojik bir hatadır.

Gerçekten ölçünüz ne?
Sevgi Özkan

10 Şubat 2016 Çarşamba

"SIRASI MI ŞİMDİ?" SENDROMU.

Bilinçsiz sürücüleriyle ne yapacağı belli olmadan yuvarlanan bir aracın içinde gibiyiz.
Olan bitenlerin ayrımına varamayanlara yarını bile düşündürmeyen yaşam telaşıyla, yadsınamaz gerçeklerin içindeyiz.

Ne yapacağını bilmemekten çok, bilmenin verdiği tedirginliğin kanıksanamaz telaşı bir yanda, yaşamlarımızın kendi çizgisinde ilerleyen gerçeği de öbür yanda.

Çoğumuzun ortak ikilemi, yapıp ettiklerimiz veya yapmak istediklerimizin sırası olup olmadığı üzerinden gelişen "Sırası mı Şimdi?"sorusuyla şekilleniyor

Yaşanmakta olanları çeşitli kanallardan takip ettiğimiz ve olumsuz gidişata karşı yaşantılarımıza normal devam edip etmeme kararsızlığı ile zamanı tükettiğimiz günlerdeyiz

Hepimiz ne yapabiliriz diye kendimize ve etrafımıza soruyor ama davranışlarımızı, ortak bir hamle veya bilince döndürememe ataletinden kurtulamıyoruz.

Biliyoruz ki İnsan aklının umut ve yaratıcılığı, güçlükleri, açmazları er geç ortadan kaldırıyor.
Ne olduğumuzun, ne olacağımızın yanında kıymetinin kalmadığı böyle dönemlerde, gerçeği kavramayı sağlayan tek dayanak çile çekme bilinci.

Gösterilen veya görülen durumların gerçeğini iyi kavramak önemli kazanç olarak, yaşamların kendi gidişini zorladığından "Sırası mı şimdi?" ikilemi yolumuzu kesi kesi vererek bir sendroma dönüşüyor.

Savaşın her türünün bir arada yaşandığı bu günlerde yaşama umutsuzluğunun diyalektiği olan yaşama aşkı da doğuyor.
Bu nedenle ayakta kalmak için belki de her şeyin sırası.

Kendimizi "boş" tutmamak kaydıyla hoş tutmak zorundayız.
Kaybedilen zamanın telafisi olmadığına göre herkes için çözüm, zamanın ruhunu bilinçle yaşamak, tabii ki sorunlarla savaşarak.

Bilinçli çileler dileğiyle.


Sevgi Özkan