31 Ocak 2014 Cuma


ÇOCUK KİMSENİN MALI DEĞİLDİR.


Yanında çocuk çalıştıran yövmiyesini vermediği için işe gelmeyen çocuğu boğazına ip takarak motosikletin ardı sıra koşturarak yaşamına kasteden işverenin olay polise bildirilince  şaka yaptım diyebilmesi ve çocuğun babasının da patronu ona şaka yapmış diye suçu normalleştirmeye kalkması kan dondurucu bir pervasızlığı gözler önüne seriyor.

Çevreden olaya şahit olan vatandaşların müdahalesi ve polisin işi ciddiye alması biraz teselli verse de her şeyden önce ülkemizde çocuk ve insan hakları bilinç ortalamasının düzeyini gösteriyor.

Yönetimden başlayarak örneklenen ve toplumca benimsenen ”gücü gücüne yeten” algısının etkileri bu olayda da ortaya çıkıyor.

Ailelerde özellikle baba figürüyle bütünleşen ve okula gideceğine çalıştırılan çocuğu kendi malı sayma aymazlığı yine okullarda eğitimcilerin öğrencileri terbiye etme adına yaptıkları hak ihlalleriyle dışlaşan tablo ortalama bilincin yükseltilmesi gerektiğini gösteriyor.
Sevgi Özkan
Ülkenin bütün derdi gündemde tutulan polemiklere hapsolurken gerçekten ne olup bittiğini öğrenemediğimiz halde bütün toplum dikkati yönetenlerin siyasallaşma savaşanlarına endeksleniyor. Devamlı bağırıp çağırma ve tehditlerle gençlere ve yandaşlarına pervasızlık modeli sunan bu yönetim tarzı çoğu insan için kafan neye kızarsa kime düşmansan saldırabilirsin vizesi yerine geçiyor, bu
modelin en önemli etkileşimi sıradan insanların, yönetim mertebesine gelen büyük insan (!) konumundakilerin böyle davranmalarını doğru geçerli ve samimi bir davranış yorumsamasıyla örneklemesinde. Böyle davrananları kendilerine daha yakın bulmaları bu örneklemede en geçerli etken. O da benim gibi düşünüyor ve davranıyor o halde ben de bu işi yapmaya aday olabilirim diye basitleştirip kendi eziklik duygularını hissetmiyorlar. Ona baştan vekalet vererek her yaptığını ayrıca düşünmeye ve yargılamaya uğraşmıyorlar. Ne yaparsa doğrudur ön kabulü yanlışları görmemek için en güzel perdeyi oluşturuyor. O nedenle üstü örtülmez hatalar hep komplo torbasına konularak çöpe yollanıyor.Gerçekten yanıldıklarını anladıklarında da iş işten geçmiş oluyor. Bu kendini feda etme güç olana tapma ve biat etme kültürü de maalesef böyle bireyler yetiştiriyor. Bunların toplum nüfusdaki sayısal üstünlüğü de böyle yönetimleri iktidarda tutmaya ve bu kültürün ürünü yeni nesiller yetişmesinin garantisi oluyor. Sandıktan öteye bir değerlendirme ölçütü geliştirmeyin düzenlerin adına demokrasi koyulan herşey demokrasi sanılıyor. İşin
onulmaz çelişkisi de o ki demokrasi bu tür aşamalardan geçerek yerleşiyor.
Sevgi Özkan

23 Ocak 2014 Perşembe


Karşımızdaki bağırıp çağırmayınca biz haklı mı oluyoruz ?

AB’de bağırıp çağırarak tartışılmamasını, eleştirilerin önemsiz olması gibi algılatma çabasını politik başarı sayarak ne kadar yol alabileceği sanılıyor.

Bağırıp çağırıp dövüşerek konuşmayı tartışma sayan duygusal iletişim tarzımıza karşın fikre fikirle cevap verme ilkesine dayalı batılı tartışma anlayışı birbirinden çok farklı.

Bu farklılık sonucunda yapılan görüşmelerin yanlış okunmasına ve bunun doğru gibi kabul edilmesine yol açıyor.

Bu nedenle içerde pek çok hatada altımızı oyan dış güçlere yükleme çabasına karşın, ardından atıp tuttuklarımızla yüz yüze konuşurken 180 derece tersine dönmeyi de beceri sayan ön kabullerimiz, dış politika eksenli görüşme ve tartışmalar da farklı değerlendirmelere yol açıyor.

Üye olmak için başvurduğumuz AB yetkilileriyle son uygulamalarla demokratik standartlardan ne kadar sapılıp sapılmadığı üzerinden yürütülen görüşmelerde hükümet yandaşlarının, görüşmeler çok iyi geçti haklılığımızı anladılar türü açıklamaları, bu alanda kimin ne derken ne anlatmak istediğini bilen deneyimli yorumcularca endişeyle karşılanıyor.,

Kapalı kapılar ardında AB’nin konuyla ilgili ciddi uyarılarını bağırıp çağırma yoluyla değil fikirsel aktarımla bildirildiğinin altını çizerek konunun nerelere gidebileceğinin önemini vurgulamak istiyorlar.

Bu görüşmelerin çok iyi geçtiğini söyleyerek içeride sadece sohbet edilmiş havasını yansıtmaya kalkan iktidar yorumcuları her şeyin yolunda havasındalar. Bu tür tartışmalarda bizim sergileye geldiğimiz bağırıp efelenme yoluyla üste çıkma gösterisinin gerçekleşmemesi, olmasından korkulanın olmaması anlamına geldiği için tabii ki iyi bir şey olsa da sanki içerde o yetkililerin uyarılarına gerekli cevaplar verilerek hadleri bildirilmiş gibi yansıtma çabaları uyarıların yeterince algılanmadığını da gösteriyor.

AB’de bağırıp çağırarak konuşulmamasını, eleştirilerin önemsiz olması gibi okuma ve  algılatma çabasını politik başarı sayarak ne kadar yol alabileceklerini sanıyorlar.

Önemli olan yanlışların altının çizilmesi ve dikkate alınmasıdır. Bu yorumlar bu açıdan umut vermiyor.
Sevgi Özkan 

20 Ocak 2014 Pazartesi

Kaydı geciken bir saptama.
Severek yapılanlarda başarılı olma mutluluğu 

Oğlumu sahnede ilk oyununda seyrettiğimizde bir anne olarak tarafsız olamayacağım düşünüleceği için ona dair bildirimlerimin taraflı olduğunun sanılacağını düşünüyordum. Fakat içten içe onu hep beğenen biri olsam da beğenmediğimde de söyleme gerçekçiliğini yaşamış olduğumuzdan tek korkum eğer beğenmezsem ona nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum.

Fakat onu sahnede çok farklı bir insan olarak izleme ve gerçekten beğenme mutluluğunu yaşamama yol açan bir performans sergileyince duyduğum mutluluk bu nedenle ayrıca önemliydi.
Oyun öncesinde bizim yanımıza gelip kendini tanıtarak Alişan’la ilgili onur ve mutluluk verici paylaşımlarda bulunarak heyecanımızı arttıran Amerikalı Yönetmen Nail S. Fleckman'ın yanı sıra oğlumuzun sevgili askerlik arkadaşı Nuri ile heyecanlı bekleyişimiz ardından oyundaki performansı, bizi tanımlanamaz mutluluklar vermekle kalmayıp, güzel duygular dünyasına sürükledi.

Oyun sonrası ona sarılırken “ biliyorsun sana hiç yalan söylemem ve oyunda seni beğenmediğim noktalar olursa beğenmediğimi açık ifade etmesem de senin benim gerçek duygularımı hissedeceğini bildiğimden ya beğenmezsem tedirginliği yaşıyordum. Şu anda senin başarmanın sana ve bana verdiği  mutluluğa, beğenimi sana rahatlıkla söylemenin mutluluğu da eklendiği için müthiş bir duygu yaşıyorum" diyerek sarıldım. O da, benim gözlerimde bu parıltıyı gördüğünü ve bu duygumun kendisinde yarattığı mutluluğu ve bizim onunla gurur duymamızın kendisi için önemini ve etkisini söylemesi de bize çok güzel duygular yaşattı.

Sonrası ne olursa olsun o bu ilk oyununda kendine ve bize çok şey ispatladığı için müthiş coşkuluyduk.

Sevdiği ve kendi istediği şeyleri yaptığında hep çok başarılı olduğunu kanıtlamış biri olarak onunla gurur duyuyorduk bir de o bizim biricik oğlumuz olunca …
Sevgi Özkan.

Bilgi çağında mı, yoksa bildiğimizi sandırma çağında mıyız?

Kontrolsuz bilgi kaynaklarıyla çeri çöpü yanlışı doğrusu belli olmadan bilgilenen kafalar doğru sandıklarına bilgi diyorlar.

Özelikle digital çağ Gençlerime bir bilgi aktarıp önemli bir olay veya kişiden bahsederken gösterdikleri ilk tavır, ellerindeki akıllı telefonun arama motorlarına bağlanıp söyleneni kontrol etmek ve onaylamak oluyor.

Orada varsa ve nasıl veriliyorsa o doğru sanılıyor ve çoğu kez böyle var olup olmama olgusundan başlayan ölçümlerle değerlendiriliyor.

Tıpkı Facebook veya Twitter gibi yaygın sosyal medya araçlarında yok olanın yaşamıyor sayılması gibi.

Ölünce yok olunsa da, sosyal medyada ölünce de yaşıyor gibi var olunabiliyor.

Üzerine yapılan değerlendirmelerin kendisince düzeltilme olanağı olmaması ölüler, üzerinden yakıştırmaları da kontrolsuz kılarak pervasız yalanlara kılıf oluşturuyor. Tarihin de istenen belgelerle yüceltilmesi veya yok sayılması bazen mümkün olabiliyor.

İktidarın geçmiş yöneticilerle uğraşırken kendisiyle paralellik kurdukları arasında neden Demirel’in olmadığı sorulunca, sorunun muhatabının “çok basit, o yaşıyor da ondan” diye cevaplaması çok önemli çünkü bu söz ölünün arkasından kötü konuşulmaz erdemi kendini savunamayacak durumda olanlar hakkında istediğince konuşmanın nedenini ve yanlışlığını çok iyi ifade ediyordu.

İktidarların kendi görüşlerini temellendirmek için geçmişi hep istedikleri gibi yorumları alışılmış olsa da, gerçeğin eldiven gibi içinin dışına çıkarılarak çarpıtılmasına hiç bu kadar yaygınlaşmamıştı.

Yaşanmışlıkların ne olduğu pek çok kayıtla ortadayken onun nasıl yorumlanacağına yönetimin karar vermesi, yaşananları başlı başına yok saymak veya unutturmak olsa da gerçeklerin olmadık yer ve zamanda ortaya çıkma huyu maalesef önlenemiyor. Yalanın yalanlanması olanakları da bir o kadar arttığı için artık politikacılar o kadar özgür değiller ama bunun farkına varmakta gecikiyorlar.

Bilgi çağında bilgiyi bildiğini sanma marifeti geçerli değil, zira doğrunun bilgisinin tüm gerçekliğiyle nereden çıkacağı hiç belli olmuyor.



İnsanlar ölünce daha çok sevdiklerine ait oluyorlar sanki.
Sevgili eşimin çocukluk arkadaşı Savaş Emek dün akşam yaşama veda etti.
Kısa süre önce hastanede ziyaretine gidebilmenin acı huzuruyla orada el ele çekilmiş son fotoğraflarına baktıkça daha çok ağlayan eşimi avutmak kolay değil.
Bu yaz ona yapılan ziyarette beraber olan oğlumun izlenimleri ise bizim dışımızda da okuyan herkesi ağlatıyor.
Başlangıçta dört harfli bir kelimeyken sonra büyük bir çaresizliğe dönüşen ölüm, düştüğü yeri yakarken avutucu tek şey kalanlara uzun ömür dilemek. Güle güle değerli kardeşimiz Savaş Emek..
Sevgi Özkan

 
Son dokunuşmuş....
Sevgili kardeşim ...can dostum..çocukluğumun..gençliğimin ...ilk sigaranın... ilk aşkların...ilk İstanbul'a gidişin.Devrim Yurdu ranzalarının..ilk devrimciliğin...kader arkadaşı..
Sevgili kardeşim Savaş Emek'i kaybettim...
10 gün önceki ziyarette elime uzanışı son temasımızmış...
Güle güle  sevgili kardeşim

Son dokunuşmuş.... Sevgili kardeşim ...can dostum..çocukluğumun..gençliğimin ...ilk sigaranın... ilk aşkların...ilk İstanbul'a gidişin.Devrim Yurdu ranzalarının.....ilk devrimciliğin...kader arkadaşı.. Sevgili kardeşim Savaş Emek'i kaybettim... 10 gün önceki ziyarette elime uzanışı son temasımızmış... Güle güle sevgili kardeşim
Abdullah Özkan


Alişan Özkan
Babamın en özel dostu, bir nevi kardeşi... Benim için de Savaş abi oldu. Bir koca gün içinde tüm geçmişi toplayıp rakı sofrasına döktüler babamla birlikte... Tek bir seferde, bir güzel yaz gününde... Hikayelere, unutulanlara, hatırlananlara, söylenmek istenenlere bu şekilde tanıklık etme şansı buldum; bir nevi tarihe yetiştim. Seni tanıdığıma çok memnun oldum Savaş abi. Huzurla uyu! Seni hep güzel hatırlayacağız...
 

10 Ocak 2014 Cuma


"Merak Etme"(!) Teminatlı Yanlışı, Yanlışla Düzeltme Aymazlığı.

 

Tam bilmedikleri konularda teminat vermeye kalkanlarca benimsenen ve sık kullanılan “merak etme” sözü, topluma hakim olan aymazlıkları açıklayan en yaşamsal yanlıştır.

Toplumsal belalar ortalamasında önemli bir payı olan ve herkese rahatsızlık veren bu ifadeyi oluşturan algının yönetim sorumlularınca da benimsenmesi, pek çok konuda olduğu kadar demokratik hukuk toplumu açısından da panik yaratıcı.

Bu günlerde yönetim sorumlularınca çeşitli gerekçelerle hukuk diye oluşturulup aceleyle dayatılan ve hukuk bilgisine sahip olanlarca hukuk  toplumunun ortadan kaldırılması diye yorumlanan düzenlemelerini “merak etmeyin, hukuka aykırı değil” teminatıyla sunmaları, yeni belalara yol alındığını gösteriyor.

Genellikle yönetenlerin, toplumun yıllarına mal olan deneme yanılma politikalarıyla kendi siyasi kariyerlerinin oluşmasına alışılan toplumumuzda, en iyi nitelendirmeyle bilgisizce yapılanlara bilişim çağında daha çabuk tepki oluşması kaçınılmaz ve şimdilik tek şans oluyor. Ama bu şansın da elden çıkmak üzere olduğuna dair girişimler paniği arttırıyor.

Şu anda freni patlamış kamyonun içinde nereye çarpacağız diye telaşlananlara "bir şey olmaz, merak etme" diye teminat vermek kadar yanlış olan bu girişimde ısrar edilmesi, toplumun geleceğini riske etmeyi göze alacak kadar kendileriyle ilgili yaşamsal bir neden olduğunu düşündürtmesi işin en tedirgin edici yanını oluşturuyor.

Sevgi Özkan

7 Ocak 2014 Salı


Artık çekme be Türkiyem,

 

Toplumca yaşadığımız ve dikkatli izleyicilerin gözünden kaçmayan pek çok gizli ve gizemli girişimin, şu veya bu şekilde medya üzerinden kamuoyuna yansıdığı görünüyor. Tabii görene ve gösterene.

Başbakan ve yardımcısının “Milletin ordusuna kumpas kurdular” itirafından önce Cemaat başının “koskoca adamları o yaşlarında karşılarında durdurdular bu içime dokundu” benzeri sözü toplum dikkatine sunuldu. Fakat Cemaatin ordu mensuplarına yapılanları eleştiren bu sözü ortaya çıkan yolsuzlukları geri plana itecek yargılama tartışmalarında şu an dikkate alınmıyor gibi.

Oysa bu söz ardından gelen iktidarın beklenmedik ifadesi, aslında her iki tarafın bu konuda kendini aklama savaşının başladığını açıkca gösteriyordu.

Yani yapılırken kimsenin itirazına uğramayan düzenlemeler, bunca kılıf ve çarpıtmaya karşın kamuoyu vicdanında geri tepmeye başlayınca ve kamuoyuna başvurulacak dönem yaklaşınca "valla ben yapmadım o yaptı öğretmenim" türü suçu üstünden atma çekişmeleri ortalığı kapladı.

Bunlar, aslında faturayı birbirlerine ödeterek suçtan kurtulma çabasının dışa vuran işaretleriydi.

Ne zaman mı? Tabii ki birbirlerine düşmeye başladıkları zaman.

Aslında hanidir süren çekişmenin patlama nedeni yaklaşan seçimler için iktidar kavgası olarak yorumlansa da, ülke gündemini devamlı takip eden dikkatli bakışların başından beri derin güç çekişmesinin ve her hamlenin ardından o hamleye karşı bir hamle gibi zamanlaması dikkat çeken ataklarla yürüyen gelişmelerin, gerçekte olan bitenle gösterilenin aynı şey olmadığını gösterdiği meydana çıkıyordu.

Başından beri aynı görüş doğrultusunda birbirini kollayarak yürütülen güç dengeleri, çeşitli nedenlerle bozulup bu ortak suçtan kendini kurtarma ve aklanma çabası öne çıkınca, oluşan karşılıklı vuruşlar, bir sizden bir bizden derken her iki tarafı da açığa çıkarmaya başladı.

Bunları, sunulduğu gibi gerçekten bir derin devletle ve sadece asker vesayetinden kurtulma savaşı sanan kimi aymazlar, olan bitenleri kendi aydın (!)idealleri doğrultusunda anlamlandırmaktan, hukuk dışı oluşumları teferruat saymaktan, yaşananların gerçeğini uzun süre göremediler. Görmeğe başladıklarında ise pek çok masum insan onların destekleriyle legalleşen bu ortamın çoktan maddi manevi kurbanı olmuşlardı.
Dayanışmayla oluşturulan korku düzeni, Gezi olayıyla ortaya çıkan demokratik hakka dayalı birikmiş protestolarla gidişatı beklenmedik biçimde bozunca, dağılmaya ve pek çok şey ortaya çıkmaya başladı.
 
Böylece içine atılan pek çok anti demokratik maddeye rağmen yetmez ama evet diye onaylanan demokrasi çuvalı, boşaltılma aşamasına gelip, içinden çıkanların ne olduğu anlaşıldıkça, ben zaten demiştim çarklarıyla, yanılmışız öz eleştirileri de artmaya başladı. Bu arada yasada hala duran anti demokratik maddelerin demokrasi diye sunulmasıyla olan yine bu uygulamalara kurban olanlara oluyor.

Baştan görmediklerini sonra görüp öz eleştiriyle yola devam eden aymaz aydınlardan ve yönetimlerden bu toplum hep çok çektiyse de artık tüm pişmanlıklar rağmen dayanılacak sağlam bir hukuk ve demokrasi düzeninin kalmaması, durumu daha önemli kılıyor.
Artık demokratik ve hukuk hamleleri diye yapılanlara dikkatle eğilmek, çözüme değil, durumdan sıyırtmaya hazırlanan kılıfları da iyi algılamak gerekiyor. 

Artık ne çektin be Türkiye yerine, ortak bir dürüstlükle herkesin, "Artık çekme be Türkiyem" bilincine ulaşması gerekiyor.

Sevgi Özkan

6 Ocak 2014 Pazartesi


HAKLI OLMANIN DAYANILMAZ ZORLUĞU

Kurumların hatalarını önlemek için düzmece delillerle ilgisiz kişileri cezalandırmanın adalet olmadığı iyice ortaya çıktıkça, adaletsizlikleri adalet ve demokrasi sanma yanılgısının neye dönüştürüleceği bilinemiyor. Bu yanılgıyı geçerli kılmayı elbirliği ile inşa etmiş olanlar, aslında bu algıyı yeni idrak eden ve etmek zorunda kalanlar olduklarından şimdi neyi savunacaklarını şaşırıyorlar.

Derin güçler çatışması kadar derin güçlerin piyonu olan derin zihniyetlerin arasında devam eden çatışmada görünen o ki, meğer hepsi aslında işin doğrusunu biliyorlarmış. İşte bu duruma dayanmak zor oluyor. Bu ülkede haklı olmaktan daha zor bir durum olamaz.
Sevgi Özkan