29 Nisan 2013 Pazartesi


Sorularla kavranması gereken noktalar?

 
Özünde aynı şeyi söyleyenlerin kavga ettiği bir toplumda yaşamak çok zor.

Kimsenin kimseyi anlamadığı, kimsenin kimseyi dinlemediği halde karşısına aldığı, taraftarlığın bile anlaşmaya dönüşemediği ve bu nedenle kimsenin kimseyi anlamadığı, gerçeği neyi gösteriyor?

İfade yetersizliğini mi, algı yetersizliğini mi?

Kavramsızlık mı, dünya görüşüyle bütünlenen bakış farklılığı mı?

Anlaşma zeminleri kaygan ve süreli olanlarla, ömrü billah önyargılı yanılgılara sığınanlar mı,

yoksa sanılgıya dönüşen müzmin yanılgıların ayrımında olamayanlar mı?

Hangisi? Yoksa hepsi mi?

Nereden çıkıyor bu umutsuz çatışma ve barışma çabası.

Barışı, barış havasına kurban ettiği düşünülen kaprisli siyasetçilerle aynı yaklaşım metodunu doğru bulmamak, benimsememek barış karşıtlığı mıdır? Yoksa barışı sağlamak diye yapılanları doğru ve uygun bulmak, barışı gerçekten sağlamaya yeterli midir?

İnsan ilişkilerinde farklı anlamlandırmalara bağlı farklı davranışların birbirlerince iyi anlaşılmasına ihtiyaç yok mu?

Varsa, sonra neden diye dövünülmeyen bir gerçeğe nasıl ulaşılabilinir ki?

Halkı dinleyenlerin saptadıkları verilerin, uygulamadan duyulan hoşnutluk referandumu sayılma ve doğru değerlendirilme şansı ne kadar?

Böyle düşünmek barışı istememek mi, yoksa gerçekten barış istemek mi olduğunun kararını kim verecek?

Sevgi Özkan

 

 

20 Nisan 2013 Cumartesi


 


Yanlış algılı değerlendirmeler!

 

Olan bitenlerin vatandaşlarca nasıl değerlendirileceği konusu, medyanın maestroluğunda gerçekleşiyor.

Asıl gündem belirleyici maalesef çoğu kez siyasi irade olduğundan medya da, genellikle onların yapıp ettiklerini yansıtan ilgili, ilgisiz demeçlerle gündem oluşturuyor.

Son yıllarda sosyal medya, daha etkili ve ayrı bir gündem belirleyici olsa da, genelin düşüncesini, esas tayin edici ve hesap sorucu olan klasik medya oluyor.

Bu nedenle sosyal medyada dikkat toplayan konu da orada kalmayıp, klasik medya üzerinden  afişe edilerek daha geniş kitlelerin dikkat alanına daha yüksek bir kabulle giriyor.

Klasik medyanın ön eleme yerine geçen oto sansürlü haber ve değerlendirmelerle gerçekleşmesi doğru bilgiye ulaştırma işlevselliğini de etkiliyor. Son yıllarda sosyal medya, daha etkili ve ayrı bir gündem belirleyici olsa da, genelin düşüncesini, esas tayin edici ve hesap sorucu olan klasik medya oluyor.

Bu nedenle sosyal medyada dikkat toplayan konu da orada kalmayıp, klasik medya üzerinden  afişe edilerek daha geniş kitlelerin dikkat alanına daha yüksek bir kabulle giriyor.

Bu işleyişle belirginleşen konular da, alt yapısız zihinlerde alternatifsiz ve tartışmasız doğrularmış gibi benimsenen bir ortak algı yaratıyor.

Herhangi bir toplumsal soruna bu ortak aklın içinden bakanlarla, dışından bakanlar arasında ki en önemli ayrım da buradan doğuyor.

Zira ortak kodlanmaların zihinsel çıkarımlarına göre doğru olanı, gerçeğinden farklı algılatabilen ortak akıl, söylenen sözleri de farklı anlamlandırtıyor. Anlamlandırmalar farklılaşınca, bireysel algılarda da, çoğunlukla sağlıklı bir sonuç ve okuma elde edilemiyor.

Anket soruşturmalarında görüldüğü gibi, aynı kişinin çeşitli sorulara verdiği cevaplar, sorulanın değil onun sorulanı anlamlandırmasını ifade ettiği için konuyla ilgili bilgi ve düşünce tutarsızlıkları da göz önüne çıkıyor.

Bu nedenledir ki, kamuoyu yoklamalarından istenilen cevaba göre sonuç çıkarılması da,
aynı araştırmanın farklı okumalarla değerlendirilmesi de mümkün olabilip bu amaçla da kullanılabiliyor.

Ayrıca çoğu anket sorgulamaları, soruş şekli kadar, sorulanı algılama yanlışlığından doğan sonuçlarıyla, neredeyse fal bakmaktan öteye geçmeyen tartışmalı verilere de dönüyor.

Sormaca verilerine göre hareket edenler de, doğruyu okuma adına gerçekleştirilen bu yanlışlıklar zincirine dolanarak içinden çıkamaz hale geliyorlar.

Sonunda en önemli konular da, bu zincire dolanmış algılamalarla ister istemez polemikler yığını içinde kaybolan ve halledilmesi ertelenen sorun yığınlarına dönüşüyor.
Sevgi Özkan

 

 

14 Nisan 2013 Pazar

Akıl dediğin cevabı dayatmadan sorar.
 
Özünde aynı şeyi söyleyenlerin kavga ettiği bir toplumda yaşamak zor, anlaşmak imkansız.

Kimsenin kimseyi anlamadığı, kimsenin kimseyi dinlemediği halde karşısına aldığı, taraftarlığın bile anlaşmaya dönüşemediği gerçeği, neyi gösteriyor?

İfade yetersizliğinı mi, algı yetersizliğini mi?

Kavramsızlığı mı, Paradigmal farklılığı mı,?

Hangisi? Yoksa hepsi mi?

Anlaşma zeminleri kaygan ve süreli olanlarla, ömrü billah önyargılı yanılgılara sığınanlar mı?
Yoksa sanılgıya dönüşen müzmin yanılgılarının ayrımında olamayanlar mı bu sağırlığı yaratıyor?

Nereden çıkıyor bu umutsuz çatışma ve barışma çabası.

Barış havasına, barışı kurban eden siyasi kaprislerin endişesini duymamak, barışı sağlamak için yeterli mi? Buna titizlenmek barışa karşıt olmak mıdır?

İnsan ilişkilerinde neyin ne anlama geldiğini taraflara anlatacak bir sosyo kültürel çevirmenliğe ihtiyaç yok mu? Yoksa, sonra dövünülünmeyecek bır gerçeğe nasıl ulaşılabilinir?

Halkı dinlemek diye dinleyenlerin, yapılan edilenlerden memnunluk ötesinde genel bir hoşnutluk derlemesi kotarılacak mı? Bunların kabulünün başka şeylere izin olarak yorumlanacak bir referandum sayılması yönünde değerlendirilme fırsatı çıkarılacak mı?

Yaklaşımlar farkının barışı istememek mi yoksa gerçekten barış istemek mi olduğuna kim karar verecek?
Akıl dediğin, dayatmadan önce sorar, cevabı da doğru okur.
 

 

 

 

  

12 Nisan 2013 Cuma


MUHBİRLİK KÜLTÜRÜ NASIL YEŞERİYOR ?

 

Ortak yaşamda gösterilen sorumsuz ve hatalı davranışların kısa numaralı telefonla şikayet edileceği merkezlerin oluşması, vatandaşlık sorumluluğuyla kullanıldığında düzen işlemesi için yararlı ve gerekli olan bir uygulama.
Kilit nokta şikayet hakkının doğru kullanımı.
Son zamanlarda artış gösteren bu uygulamanın toplumda nasıl bir davranış ve düzen oluşturacağının bazı işaretleri şimdiden beliriyor gibi.

Şikayetçi olma durumu toplumsal ölçütlere ve düzenin işleyişine  ait bir vatandaşlık sorumluluğuna dayandırılmazsa, birbirinin kuyusunu kazan insanların fesat odaklarına dönüşüerek toplumsal ahlakı da olumsuz yönde etkileyecek gibi görünüyor.

Almanların ortak yaşam alanlarının muntazam işleyişinin özellikle faşist Nazi döneminde geçerli olan “muhbirlik” döneminden kaldığı değerlendirmesi ne kadar gerçek bilinmese de, görece imrenilecek bu düzgünlüğün, düzen işleyişini bozanları şikayet etmenin bir vatandaş sorumluluğuna dönüşerek komşusunu şikayet etmenin bile bir tür erdem sayılmasının pekçok örneği görülmektedir.
Burada ‘Muhbirlik’ sözünün, barındırdığı kötü(!)çağrışıma rağmen, sorun çözücü yanıyla toplumsal düzende işe yarar bir davranış olarak yaşama geçirilmesinin marifet sayıldığı da bir gerçek.

İhbar davranışı kişisel hesapla merak, tatmin ve öç alma doğrultusunda kullanılmadığı zaman önemli bir görev sayılabilirken, ortak yaşamda kafasına uymayan pek çok şeye kızan ve  bilincine varmadığı kızgınlığını duygusal tepkiyle dışlaştıranların çoğunlukta olduğu toplumlarda, bu davranışın toplumsal düzene olumlu katkısı oldukça zorlaşır.

Ülkemizde, nesiller boyu benimsenen düzen işleyişinin, suçlu sayılanlardan birinin ibret olarak sallandırılmasıyla düzeltileceği yargısından, toplumsal işleyişte kusurlu bulunan ve  mağduriyet yarattığı düşünülenin dövmekle(!) yetinilen bir yere gelinmesi, bu yolda ilerleme(!) gibi görünse de, olan biteni kendi yargılamasıyla yetinip, hukuktan umudunu kesenlerin çoğaldığı bir toplumda muhbirlik de, sadece olumsuz yanıyla yaşama geçirilen bir seçeneğe dönüşebilir.

Yine günümüzün bazı önemli toplumsal yargılamalarında hukuk üzerinden iyice açığa çıkan gizli tanıklara dayalı muhbirliğin işlevsel kılınması, muhbirliği de kimileri için itibarlı(!) hale getirirken, bu davranış eğilimleri üzerine inşa edilen yeni çarpıklıklarla kendi kaotik kültürünü de oluşturmaktadır.

Son zamanlarda, doktorları, öğretmenleri kurulan şikayet hatları üzerinden ihbar etmede ki artışın,  toplumsal sorumluluk boyutu ile kişisel hesap görme arasında gidip gelen tercihlerle, toplumsal hak /hukuk arama açısından nasıl işlevselleştiği tartışılır hale geliyor.

Doktorlara hasta yakınları veya hastalar tarafından yöneltilen tartaklama, dövme ve hatta öldürme olayları gibi öğretmenlere öğrenci ve veliler tarafından yöneltilen saldırıların yanında bu şikayet telefonlarının, önceki dönemlere göre daha gelişmiş(!) gibi görünmese de, hak arama ölçütleri açısından aynı risk parantezine girdiği muhakkak. 

Yine başına buyruk sürücü davranışları yönünden taksicilerin kendileri hakkında yapılan ihbarlardan doğan cezalarla davranışlarına çeki düzen vermek yerine bütün hıncını başkalarından çıkarma yolunda gel-git yaşadıkları görülmektedir.
Çoğu kez kurunun yanında yaşın da yanmasından doğan mağduriyetlerin ihbar kültürüyle davranışlarına dikkat etme alışkanlığı da kazandırabileceği varsayımının ne kadar geçerli ve kurallara uymaya zorlayacağı olduğu bilinmese de, şu anki biçimiyle muhbirlik kültürünün trafik düzeninden daha kaotik bir davranış düzeni yaratabileceğe ortada.

Düzeni aksatıyor diye kızdığı veya kişisel gerekçelerle mimlediğini kendi kişisel çıkarı  üzerinden oraya buraya ispiyonlamakla, düzen sağlamak adına ilgili makamlara bildirmek arasındaki fark, yeni nesillere nasıl ve hangi örneklerle kodlanacak? Sorun burada.

Sevgi Özkan

 


 

OTOMATİK KÖRLEŞMELER 
 
Düşünce ve mantıkları otomatiğe bağlı olanlar bu yazıyı okuyunca beni koyu bir CHPli veya toz kondurmaz bir CHPli sanabilirler.
Sadece bir toplum düşünürü olarak yazdığımı belirtme ihtiyacını duymam da genel olarak karşılaştığımız anlaşılmama refleksi olmalı,

Sosyal eğilimler ne kadar doğru ölçülebiliyor ki?

Bugün seçim olsa diye yapılan yoklamalar, bugünü gösterse de genel olarak seçmenlerin olan biteni anlama ve yorumlaması ile oy verme oranı örtüştüğü için uzun vadede yanıltıcı olabiliyor.

Türkiye'de her alanda siyah beyaz keskinliğiyle oluşturulan yargılamalarda detaylar üzerinden gri alanları hesaba katanlar azınlıkta kalıp ya da gri alanlar genellikle olumlu anlamda hesaba katılmayıp yerinde sayma veya gerileme olarak işaretlenir. Aslında grileri hesaba katabilen detaylı düşünme tercihine sahip olanlar da, toplumun ancak yüzde 25 ini oluşturur. Geriye kalanların parantez içlerini görmedikleri veya hesaba katmadıkları ortalama bir algı egemendir.

CHP tutumlarının davranışlarının parantez içlerinin okunmadan akla kara bağlamında kabul veya ret hanesine yazılma kolaycılığı da CHP nin yapıp ettiklerinden daha çok, ona değer biçenlerin değerlendirme ölçütlerini yansıtıyor diyebiliriz. Yani çoğunlukla, CHP yanlışlarından değil doğrularının yanlış okunmasından dolayı eleştirilmektedir.

Öyle olmasa yaptığı pekçok olumlu hamlelerle bugüne kadar iktidarın daha kontolsuz ve siyasi kurnazlık manevralarına dayalı davranışlarını önleyerek, siyasal gidişe ne kadar olumlu katkı sağladıkları görülürdü.

Başarılı olsun diye ille iktidar gibi davranmasının beklenmesi saçmalığı da, partinin yanlışlarından çok seçmenlerin yanlış değerlendirmelerinden ortaya çıkmaktadır.

Yani olan biteni anlama ve algılama seviyesi seçim sonuçlarını en çok belirleyen etkenlerin başında geliyor. Buna iktidarın çarpıttığı, tahrif ederek günümüze taşıdığı geçmiş uygulamalar eklenince yanlış olan şeyler doğru gibi görünmeye baslıyor ve bu yönde bir tarih değerlendirmesi egemen oluyor. Sorun burada. Tabii iktidarı eleştirmenin bedelinin pahalı olması, seçmenin muhalefeti eleştirmeyi spor haline getirmesi de tabloyu tamamlayan etkenlere önemli katkı sağlıyor.

 
Sevgi Özkan (Sosyolog)