Bölünme korkusu bir arada yaşamada duyulan birlik algısıyla
yakından ilişkili.
Bir arada yaşarken herkes kendi olabiliyorsa, kimse öbürüne hükmetmiyorsa
ayrılma söz konusu olmaz. Tabii ki, bölünme de.
Bir arada yaşamaktan oluşan kaçınılmaz benzeşimlerin etkisiyle
bu katılımda zaten kimse, ne tam kendisi olabilmekte ne de tam öteki.
Benzeşmelerin ortaya çıkardığı yeni kimliklerin eşitlik
algısı ise kaçınılmaz olan etkileşme hakkıyla sağlanabilir. Birinin hakkının yenmesiyle
oluşan etkileşim zorlamalarına ise asimilasyon deniyor ki genellikle kavga da
buradan çıkıyor.
Keşfedilen Amerika’ya göçen eşitler arasında oluşan yeni
medeniyete, göç ettirilerek gelen kölelerin kölelik hakkı da katılmaya
kalkılınca insan kavramı ve insanlık hakkı da düşünme konusu olmaya başlamış.
Aslında burada da farklıda kaybolma da denilebilecek bir
asimilasyon olsa da, kölelik kavramı insan hakları açısından değerlendirilip kafalardan silinebilse de, gerçekte güç üzerinden ötekine hükmetme
olgusu günümüzde sürmekte.
Güçlünün kölesi olmak bireyden bireye devletten devlete
kendi gerçekliğinde yaşanıyor. İnsanlık adına ilerleyen "hak" kavramı nedeniyle, pekçok yerde deri rengine dayalı ayrımcılıkdan başlayıp pek çok farklılık üzerinden suç sayılabiliyor.
İnsanlığın geldiği bu
noktada sorun, farklıların bir arada birbirinin hakkına el koymadan
yaşayabilmesinin sağlanamamasında çıkıyor.
Bunu için de küresel demokrasiden medet umuluyor.
Dünyalılık paylaşımlarında yeni uygarlık algısı, gelişmişlerde “öteki”yle aynı
haklarda yaşamanın kabulü olarak şekilleniyorsa da genel ve ortak algılarda
henüz kat edilecek çok mesafe var.
Sevgi Özkan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder